Her lider tribünlere oynar. Ama Erdoğan’da ölçü kaçıyor. Erdoğan, “Hem demokrasi deyip, hem de Mısır’daki darbe yönetimiyle iş tutanlardan olmayacağız” diyor. Evet, Mısır'da demokrasi yok. Peki Suudi Arabistan’da, Sudan’da, İran’da, Azerbaycan’da, Körfez'deki Arap ülkelerinde, Rusya’da, Çin'de, Şanghay Örgütü üyelerinde var mı demokrasi?
Erdoğan, belediye başkan adaylarını tanıtırken araya tanıtım filmleri giriyor, AK Parti’nin hizmetleri gösteriliyor. Ancak paralı olarak yayınlanabilecek bir seçim propagandası bütün kanallarda canlı olarak veriliyor. Böylesi herhangi bir demokratik ülkenin medyasında olamaz. Medyada yönetici konumundaki meslektaşlarım için ne mi düşündüm?
Başbakan Erdoğan kürsüde. Partisinin Meclis Grup toplantısında malum salı konuşmasını yapıyor.
Tribünler her zamanki gibi dolu. Klasik deyişle, bindirilmiş kıtalar yerlerini almış durumda.
Erdoğan’ın konuşması sık sık tezahüratla kesiliyor.
“Mısır’da darbe yönetimi kızıyor diye, hakkı söylemekten vazgeçmeyeceğiz.”
- Bu millet seninle gurur duyuyor!”
“Biz dilsiz şeytan olanlardan olmayacağız.”
- Bu millet seninle gurur duyuyor!
“Eğilmeyen, bükülmeyen bir ülkeyiz.”
- Bu millet seninle gurur duyuyor!
“Hem demokrasi deyip, hem de Mısır’daki darbe yönetimiyle iş tutanlardan olmayacağız.”
Tribünlerde alkış kıyamet:
- Bu millet seninle gurur duyuyor!
Tayyip Erdoğan, memnun ve mesrur bir yüz ifadesiyle tribünleri selamlıyor.
İyi güzel.
Her lider tribünlere oynar, alkışlanmaktan hoşlanır. Ama Erdoğan’da bunun ölçüsü gitgide kaçıyor.
Bizim işimiz, alkışların ötesine geçip bakabilmek, neyin olup bittiğini sorgulamak.
Örneğin Mısır ve darbe konusu.
Başbakan Erdoğan, “Hem demokrasi deyip, hem de Mısır’daki darbe yönetimiyle iş tutanlardan olmayacağız” diyor.
Evet, Mısır’da demokrasi yok.
Peki, Suudi Arabistan’da var mı demokrasi?
Sudan’da var mı?
İran’da var mı?
Azerbaycan’da var mı demokrasi ?
Körfez’deki hangi Arap ülkesinde demokrasi var?
Demokrasi Rusya’da var mı?
Çin’de var mı?
Bu ülkelerin hiçbirinde demokrasi yok. Ama Türkiye bu ülkelerle diplomatik ilişkilerini gayet güzel sürdürüyor, gayet iyi iş tutmaya da devam ediyor.
Başbakan Erdoğan daha bu yakınlarda St. Petersburg'daydı. Ortak basın toplantısında, Başkan Putin’le şen şakrak paylaştığı sahneden yarı şaka yarı ciddi seslenmişti:
“Türkiye’yi de alın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne, biz de kurtulalım şu Avrupa Birliği derdinden...”
Söyleyin lütfen:
Şanghay Örgütü’nü oluşturan ülkelerden hangisinin demokrasi diye bir derdi var?
Türkiye’den nükleer ihale kapan Rusya’nın mı demokrasi derdi var, yoksa füze ihalesi kapan Çin’in mi?..
Bu ülkelerin hiçbirinde demokrasi de yok, bu ülkelerin hiçbir yöneticisinin de demokrasi diye bir derdi yok.
Dün de yoktu, bugün de yok.
Ama Erdoğan’dan da tık yok!
Suudi Arabistan’da demokrasinin d’si yok. Bir yandan daha hâlâ ‘kadınlar araba kullansın mı, kullanmasın mı’yı tartışan, hem de Mısır’daki darbecilerle sıkı fıkı olan bir ülke değil mi Suudiler?..
Ama Erdoğan’dan da tık yok!
Mısır’da demokrasiyi takmayanlara bağır çağır, yeri göğü inlet, ama diğer yanda demokrasi diye derdi olmayanlarla can ciğer kuzu sarması ol!
Nedir bu çifte standart diye sorulmayacak mı Başbakan Erdoğan’a?
Elbette sorulacak.
Eleştirilecek de.
Haklı bir soru ve eleştiridir bu.
Ama unutmayın.
Devletler arası ilişkilerde bu ‘çifte standartlar’ hiç bitmez. Çünkü devletler arası ilişkilerde gözetilmesi gereken ve ‘reelpolitika’yı oluşturan çıkarlarla ince dengeler de vardır.
Eğer demokrasi diye bir derdin varsa, Mısır’daki askeri darbeyi elbette eleştireceksin.
Ama bir ülkenin Başbakan’ı olarak nerede durman gerektiğini de iyi bileceksin.
Eğer bu ince ayarı yapamazsan, dış politikada ülkenin manevra alanını daraltırsın, giderek yalnızlaştırırsın. Bu da zaman içinde ülke çıkarlarını olumsuz etkiler.
Başbakan Erdoğan, Türkiye’yi böyle bir raya sokmuş durumda.
İsrail’le ilişkileri sıfırlanmış bir Türkiye, şimdi de Mısır’la ilişkilerini tümüyle kopardı. Bu iki ülkeyle ilişkisi kopuk olan ve Filistin’le de limoni giden bir Türkiye, örneğin Filistin sorununda ya da Ortadoğu’da hiç etkili olabilir mi?
Suudi Arabistan’la Mısır’da ters düşen, Suriye’de Amerika’yla, Rusya’yla, İran’la ters düşen bir Türkiye’nin sesine bölgede kim kulak verebilir ki?
Rusya’ya gidiyorsun, oradan Mısır’a giydiriyorsun. Kosova’ya gidiyorsun, oradan Sırbistan’a giydiriyorsun.
Dış politikada, elinde koca bir pala Zaloğlu Rüstemliğe soyunmak hiç olur mu?
Olmaz.
Olduğunu sanırsın, aklı evvel danışmanlarınca dünya lideri diye goygoylanırsın, ama her geçen gün daha az ciddiye alınır, sesine daha az kulak verilen bir lider haline gelirsin dünyanın ciddi merkezlerinde...
ABD Başkanı Obama, Mısır’daki darbeyi onaylamadığını söyledi ama Kahire’yle ilişkileri koparmadı.
Bunun gibi, Amerika’ya dönük düşmanlıkları sır olmayan Suriye ve İran’daki rejimlerle diyalog kanallarını açık tuttu.
Tribünlere oynayarak dış politika yapılmaz. Yapılsa da, bunun bir ölçüsü vardır. Bizde ipin ucu gün geçtikçe kaçıyor.
Tayyip Erdoğan dün partisinin grup toplantısında, “Millet seninle gurur duyuyor!” tezahüratıyla esip gürlerken yıllar öncesini anımsadım.
1978, 1979 yılları.
CHP iktidarda. Ecevit Başbakan. Dışişleri Bakanlığı koltuğunda Prof. Dr. Gündüz Ökçün oturuyor.
Amerika’nın Kıbrıs nedeniyle silah ambargosu uyguladığı bir dönem. Ekonomik nitelik de kazanan ambargo Türkiye’yi fena halde sıkıştırıyor.
O tarihlerde Cumhuriyet’in Ankara temsilcisiyim. Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün, Mülkiye’den rahmetli hocam, ne zaman görüşsek, yabancı meslektaşlarına attığı ‘fırçalar’ı anlatmayı severdi:
“Fransız Dışişleri Bakanı’nın ağzının payını bir verdim.”
“Geçen gün Alman Dışişleri Bakanı’nı öyle bir boyadım ki.”
Soğuk Savaş’ın olanca şiddetiyle sürdüğü iki kutuplu dünyada Başbakan Ecevit, bir gün belki de o dönemde söylenecek en son sözü söylemiş, yani Batı’dan Doğu’ya ‘blok değiştirmek’ten dem vurmuştu:
“Gerekirse Duvar’ın öteki tarafına atlarız!”
Kimse heyecanlanmamıştı.
Batı Almanya Başbakanı Helmut Schmidt Bonn’da görüşürken Başbakan Ecevit’i dostça uyarmıştı:
“Elinizdeki kartlar o kadar kuvvetli değil, abartıyorsunuz.”
Mehmet Ali Birand, sevgili kardeşim, bir kitabında bu sahneyi tüm renkleriyle yazmıştı 1980’lerin başlarında.
Dış politikada kart, koz meselesi...
Fazlasıyla ince ayar gerektiren, incelikleri olan bir konudur.
Hele Türkiye gibi bıçak sırtındaki dengeleriyle fevkalade oynak bir coğrafyası olan bir ülkede, devlet büyüklerinin bu konuya çok büyük özen göstermeleri gerekir.
Neyse...
Ben bu satırları yazarken, bir yandan da AK Parti’nin grup toplantısını izliyorum televizyon ekranından.
Erdoğan, belediye başkan adaylarını tanıtıyor. Ama ara sıra canlı yayın kesilip araya bir tanıtım filmi giriyor. Konya’dan, Kayseri’den AK Parti’nin hizmetleri gösteriliyor.
Merak edip zap yapmaya başlıyorum.
İstisnası yok gibi.
Bütün kanallarda Erdoğan ve adayları!
Ve de partinin başarıları...
İnanılır gibi değil.
Ancak paralı olarak yayınlanabilecek bir seçim propagandası bütün televizyonlarda canlı olarak veriliyordu.
Böylesi herhangi bir demokratik ülkenin medyasında olamaz.
Bir an düşündüm.
Medyada bugün yönetici konumundaki meslektaşlarımın yerinde olmak istemezdim.
Allah hepsine kolaylık versin.
Son söz:
Türkiye’nin Tayyip Erdoğan problemi gitgide büyüyor!
Twitter: @HSNCML