Osman Kavala, 1920 gündür yattığı hapishaneden yazdı.
Bundan bir yıl önce Agos'tan gelen soruları cevaplarken Karabağ savaşının hemen arkasından Türk ve Ermeni hükümetlerinin görüşmelere başlama kararı almasını olumlubir adım olarak değerlendirmiştim. Yazıda dasöylediğim gibi, arkasından hemen adilgörülen bir barış anlaşması ve ilişkilerbaşlatılmazsa, savaşların yarattığı acılar,travmalar derinleşiyor, karşı tarafla ilgiliönyargılar, olumsuz hisler kemikleşiyor.
Ancak, Karabağ savaşından sonra yaşanangelişmeler endişe verici nitelikte. En sonLaçin koridorunun bloke edilmesi gibi,güven artırıcı adımlar yerine güvenliği tehdit olarak algılanan eylemler gerçekleşiyor ve bu durum Türkiye ile Ermenistan arasındabaşladığı ilan edilen ilişki kurma sürecini frenliyor.Bu nedenle uyarısını yaptığım olumsuz sürecin önünü alacak bir dinamiğinhayata geçtiğini göremiyoruz.
Bu durumun sakıncalarını anlatmak içinsevgili Hrant'ın amaçladıklarını hatırlatmak istiyorum. Benim ortaokulda ve lisedeErmeni arkadaşlarım olmasına rağmen 1915 ile ilgili ilk konuşmam İngiltere'de aynı öğrenci yurdunda kaldığımız İranlı Ermeni bir öğrenci ile olmuştu. Türkiye'de ise Hrant'la.
Bildiğimiz gibi Hrant bu tabu konuyuve Türkiye'de Ermenilerin maruz kaldığı ayrımcı uygulamaları ilk defa kamuoyundatartışmaya açan Türkiye'de yaşayan Ermeniaydınıydı. Hrant, Ermeni gerçeğini anlatmayagayret ederken tek hedefi Türklerin büyük biradaletsizlikle, suçla yüzleşmesini sağlamakdeğildi; bu sayede Türklerin ve Ermenilerinbirbirlerini anladıkları, dostluk duyguları geliştirdikleri bir yakınlaşmanın dayaşanabileceğini hayal ediyordu;böyle bir içsel değişim/dönüşümle iki halkınbir asırdır bünyelerinde yer eden virüstenkurtulabileceklerine inanıyordu.
Bu yüzden sadece Ermenilerin değilvicdan sahibi olan ve eşitliğe inanantüm yurttaşların sesi olma sorumluluğunu yüklendi.
Yanılmıyorsam Hrant, komşu halklarolduğumuz ve benzer kültürel özelliklertaşıdığımız için, Ermenistan halkı ileyakınlaşmanın öncelikli olduğuna ve barışma sürecine büyük bir katkı sağlayacağınainanıyordu; diaspora Ermenilerinin vatandaşıoldukları ülkelerde, hükümetlerin, siyasetçilerin,soykırımı tanıma meselesini araçsallaştıracaklarından,bunun da Türk toplumunda önyargılarıgüçlendireceğinden endişe ediyordu.
Soykırımı tanıma meselesinin diyaloğun ön şartı olarak öne sürülmesini doğrubulmadığından, dili diasporaörgütlerininkinden farklıydı.
Sanırım bu konuda diaspora ile Ermenistantoplumu arasında bir farklılıktan söz edilebilir.Kendilerini köklerinden, tarihî anavatanlarından kopartan 1915'in soykırım olarak tanınması,bu şekilde belleklerde yer etmesi, farklı ülkeleredağılmış Ermeniler için birleştirici bir öğe,diasporada gelişmiş siyasi kültürün kurucu unsurlarından.
Ermeniliğin milli kültürel kimliği oluşturduğuve bunu besleyen kültürel mirasa sahip Ermenistan'da ise toplumun belirgin bir kısmı için 1915'inkamusal bellekte böylesi bir işlevi olmadığı söylenebilir. Diasporadaki örgütlerin itirazlarına rağmen Ermenistan hükümetinin Türkiye ile imzaladığı protokolde 1915'e herhangi bir atıftabulunulmamış olması Ermenistan'ın önceliklerinin farklı olduğunu göstermişti. Ermenistan'ın hafızası Buna karşılık, 1920 yılında Kazım Karabekir komutasında düzenlenmiş olan, Ermenilerin Kars'tan ve Gümrü'den çekilmesineve önemli askerî ve sivil kayıplar vermesine yol açan askerî harekât, Ermenistan tarihinde daha önemli bir yer tutuyor.
Bu çatışmadan hemen sonra Sovyetler Birliği ileTürkiye Cumhuriyeti arasında 'Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması' imzalandı ve bu paralelde yapılan 'Kars Antlaşması'yla Türkiye Ermenistan arasındaki sınır ihtilafısona erdirildi. Ermenistan'ın Sovyetler Birliği'ne dahil olması ve milli duyguların tezahürünühoş görmeyen sosyalist ideoloji (1960'lı yıllarakadar soykırım anmalarına izin verilmiyordu)genç nesillerin Türkleri düşman olarak görenbir anlayışla yetişmelerini önledi.
Ancak, iki ülke arasında, Türkiye-Yunanistansavaşı sonrasında gerçekleştiği gibi bir yakınlaşma, barış iklimi yaşanmadı. İki komşu toplum,Sovyet sisteminin kapalılığının da etkisiyle, birbirleriyle karşılaşmadan, ilişki kurmadan,birbirlerinden uzak yaşadılar.
Sovyetlerin dağılmasından sonra Yukarı Karabağ sorununun patlaması ve Ermeni güçlerinin reyonlarıişgali sonucu başlayan siyasi ilişkiler donduruldu. Adil bir barış ihtiyacı Son Karabağ çatışmasıyla Türkiye 1920'den sonra ilk defa Ermenilerine karşıbir askerî harekâtta aktif rol oynamış oldu,uzun yıllardan sonra ilk defa Ermenistan halkı Türkiye'yi savaşta, karşı tarafta bir güç olarak algıladı.
Savaşın yarattığı şiddetin, yenilginin yarattığı travmanın,1920 savaşının anılarını ve 1915 ile ilgili anlatılarıcanlandırmaya başladığını, bunların kamusal bellekteöne çıkmış olduğunu gösteren işaretler var.
Bu nedenden dolayı bir yıl önce Agos'a yolladığımcevaplarıma bir ek yapmak istiyorum. Eğer kısa zaman içinde karşılıklı olarak adil kabul edilen bir barış ve toplumlararası ilişkilerdeiyileşme yaşanmazsa, Türkiye-Ermenistan normalleşme süreci Ermenistan'da Türklere karşı önyargılı genç kuşakların yetişmesini önleyemeyecek.
Geçmişte acı şeyler yaşamış, birbirlerini düşmanolarak bellemiş toplumların dostluk ilişkileri geliştirmeleri onlara siyasi olgunluk kazandırıyor.Otoriter milliyetçi akımların kullandığı düşman kavramı ve algısının zayıflaması ile demokrasi kültürünün gelişmesinin önündeki engeller de azalmış oluyor. Böyle bir gelişmeye her iki toplumun ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
Hasan Cemal kimdir? Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara’da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986’da Sedat Simavi Ödülü’nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013’ten beri T24’te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. Bir dönem Bilgi Üniversitesi’nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal’in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: - Tank Sesiyle Uyanmak (1986) - Demokrasi Korkusu (1986) - Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) - Özal Hikâyesi (1989) - Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999) - Kürtler (2004) - Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) - Türkiye'nin Asker Sorunu (2010) - Barışa Emanet Olun (2011) - 1915: Ermeni Soykırımı (2012) - Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014) - Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014) - Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018) - Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var. |