Fenerbahçe, Akhisar’la oynuyor deplasmanda. Heyecan var. Çünkü Fener tekliyor. Bir ara gözüm, Akhisar formasının arkasındaki yazıya, sponsora takılıyor: Köfteci Ramiz! Ve Fenerbahçe maçı kaybediyor. Atıyorum tweet’i: Aslan Köfteci Ramiz! Köfteci Ramiz’i yakın markaja alıyorum. Fenerbahçe nerede, Köfteci Ramiz orada! Fener nerede maç kaybediyor, Köfteci Ramiz orada kömür ızgarasını önceden kurmuş oluyor. Akhisar, Saracoğlu’na geliyor. Maçtan önce tweet atıyorum: Köfteci Ramiz Saracoğlu’nda! Ve Akhisar, Fenerbahçe’nin ‘Saracoğlu yenilmezliği’ne son veriyor. Bazı Fenerli dostların ‘Köfteci Ramiz totemi’ni kırmak için kurdukları oyunlar boşa çıkıyor. Galatasaray’ın şampiyonluğunu ilan ettiği Başakşehir-Fenerbahçe maçında da Köfteci Ramiz hazır ve nazırdı. Kimdi bu Köfteci Ramiz, Fenerli dostları gıcık eden?.. Akhisar’ın sponsoru ve bölgenin en iyi köftecisi... Üstelik, kulağıma çalındığına göre bir Galatasaray’lı... Daha önceki yıllarda bir ara ‘Üzgünüm Leyla’ bela olmuştu Fenerbahçe’ye. Bu sezon da Köfteci Ramiz’le sollayıp geçtik Fenerbahçe’yi, Fenerli dostları üzdük.
Köfteci Ramiz’i yakın markaja alıyorum. Fenerbahçe nerede, Köfteci Ramiz orada! Fener nerede maç kaybediyor, Köfteci Ramiz orada kömür ızgarasını önceden kurmuş oluyor.
Köfteci Ramiz iyiydi, hoştu ama biz sezona kötü başlamıştık. Hem ligde, hem Avrupa’da, ‘Devler Ligi’nde fena halde tekliyorduk. Hatta bir ara her gelen Cimbom’a 4 çekiyordu. Bir seferinde kendimi tutamamış tweet’i sallamıştım: “Bu takımdan cacık bile olmaz!” Futbol böyledir. Damardan taraftarın acıması yok gibidir, tahammül sınırı belli belirsizdir. Takımı hep şahane oynayacak. Kalecisi harikalar yaratacak Santrforu gol üstüne gol atacak. Bizim için sezon hiç de böyle açılmamıştı. Kötü yönetiliyorduk. Takım perişanları oynarken, hoca değişikliği yapılıyor, iki İtalyan hoca gelip gidiyor ve bu kaos ortamında, bir de ne görelim, Başkan’ın kendisi de tüymüş... İçim acımaya başlamıştı. Arena’ya ayaklarım geri geri gidiyordum. Tribünler dolmuyordu. Umutlarımız gitgide tükeniyordu. Takımda takımdaşlık ruhundan eser kalmamıştı. Hazindi! Tribünlerden yükselen protestolar yıldız oyuncularımızı hedef alıyordu. Böyle bir ortamda gidildi büyük kongreye. Duygun Yarsuvat’ı Başkan seçerken, yeni hocamız Hamza Hamzaoğlu oluyor, Abdürrahim Albayrak’la Ali Dürüst görev üstleniyorlardı.
Kötü yönetiliyorduk. Takım perişanları oynarken, hoca değişikliği yapılıyor, iki İtalyan hoca gelip gidiyor ve bu kaos ortamında, bir de ne görelim, Başkan’ın kendisi de tüymüş...
Başlangıçta heyecan duymadım. Bir süre bu sezona kaybedilmiş gözüyle bakmaya devam ettim. Sonra bir kıpırdanma başladı. Yine iyi oynamıyorduk ama kazanıyorduk. Takımda bazı taşlar yerine oturuyor, daha önemlisi takım ruhu geri geliyordu. Muslera’nın harika kurtarışlarına tanık olmaya başlamıştık. Sneijder’in kritik golleri, muhteşem asistleri (özellikle Yasin’e) ve -yeterli olmasa da- soğukanlı liderliği takımı yükselişe geçiriyordu. Kralımız Burak yine sık sık saç baş yoldursa da, yeniden fileleri dalgalandırmaya başlamıştı. Kaptan Selçuk her maç daha iyiye gidiyordu. Melo’yla Hamid toparlanıyordu. Evet, savunma göbeği, yanlar aksamaya devam etseler de, kalemizi bulan goller çok azalmıştı. Semih’le Hakan göbekte iyi iş çıkarıyorlardı. Sezonun en unutamadığım gollerini ise Arena’da Fenerbahçe’yi 2-1 yendiğimiz maçta Sneijder, Volkan Demirel’e atmıştı. Onsekiz çizgisinin iki köşesinden üç dakika arayla ateşlediği iki füze, Volkan’ı bir oraya bir buraya çaresizlik içinde savurmuş, Cimbom’u 2-0 öne geçirirken, bizleri de Arena’nın tribünlerinde çılgına çevirmişti. Hamza Hoca takımı toparlamıştı. Takımdaşlık geri geliyordu. Her maç artık ‘final’di bizim için. Her maçı yüreğimiz ağzımızda izledik. Fenerbahçe ve Beşiktaş’la kıran kırana bir mücadele verdik. Nefes nefese bir finişti. Arena’daki son kritik derbiyi hiç unutmayacağım. Beşiktaş’ı 2-0 yenip son virajı aldığımız o maçı ayakta, tıklım tıklım tribünlerde çığlık çığlığa ve de arada bir yüreğimiz ağzımıza gelerek seyrettik. Şampiyonluk kupasını kaldırınca da bir an her şeyi unuttuk. Ve hep birlikte bağırdık:
Re re re, ra ra ra Galatasaray Galatasaray Cim bom bom!
O cümle aklımda: “Top ağlarla şans eseri buluşmaz!” Yani futbolda şansa yer yok mu? Altı pastan vurursun direkten döner, vurursun birinin poposuna çarpar. Yüzde yüz gol diye ayağa fırlarsın, kaleci yılan gibi kıvrılıp tam doksandan topu dışarı tokatlar ve olmadık bir kurtarış yapar. Kaleciyi de geçip topla birlikte kaleye girmene ramak kalmıştır, bir anda ayağın kayar düşersin. Top ‘hain’dir! Seni sevmezse, hele bir de melekler rakip kaleyi korumaya almışlarsa, yandı gülüm keten helva, perişan olursun, perişan... Futbolda elbette ‘şans’ın payı vardır. Muradım başka. “Top ağlarla şans eseri buluşmuyor” derken, futbolda başarının şansla gelemeyeceğini anlatmak istiyorum.
Devler Ligi’nde tur atlayacak dört beş iyi transfer yaparız inşallah… Ve dileğim o dur ki: Hataları en aza indiren bir sistemi Galatasaray’da kurmaya başlarız.
Dünya futbolunda en büyük başarı öyküsü sayılan ‘Barcelona modeli’nin önde gelen mimarlarından biri, ‘imkânsızı hedefleyenler’e çağrısını bu cümleyle, “Top ağlarla şans eseri buluşmuyor!” diyerek yapar. Bir futbol kulübünün nasıl hızla değiştirildiğini, nasıl adım adım yükselişe geçirildiğini, nasıl küresel marka haline getirildiğini, başarının nasıl kalıcı, yani sistemli kılındığını okurken, her işte olduğu gibi kapsamlı bir ‘başarı stratejisi’nin ne kadar önem taşıdığını anlatır. Bunları yazarken hiç kuşkusuz Galatasaray’ı düşündüm. 1990’ların sonunda üst üste dört lig şampiyonluğu, 2000’de Arsenal’i devirerek kaldırdığımız UEFA Kupası, Real Madrid’den kaptığımız Süper Kupa... Bu büyük başarı dönemi film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti. Peki, Galatasaray’ın o büyük başarı dönemini neden kalıcı kılamadık? Başarıları sistemleştirecek altyapıyı niçin kuramadık? Bu soruları ilk kez yazmıyorum. Ünal Aysal-Fatih Hoca döneminde iki şampiyonluk kazandığımız zamanlarda da yazmıştım. Bugün yine yazıyorum. İnşallah bu defa değişir. Ve Devler Ligi’nde tur atlayacak dört beş iyi transfer yaparız inşallah… Ve dileğim o dur ki: Hataları en aza indiren bir sistemi Galatasaray’da kurmaya başlarız. Johan Cruyff’un deyişiyle, bir hatalar oyunu sayılabilir futbol. Barcelona’nın da bugünlere gelmesinde, bir futbol kulübünden daha fazlası olmasında önemli rol oynayan Cruyff şöyle der: “Futbol bir hatalar oyunudur. Hedef, bir maçta ya da bir sezon boyunca hataları en aza indirmeye çalışmaktır.” Haydi bastır Cimbom! Galatasaray’ın çıtası, Türkiye futbolunun da çıtasını yükseltir. Galatasarayımızın dördüncü yıldızını bir kez daha yürekten kutluyorum.