Yenildik mi hep? Kendi içime dalıyorum. Bazen insanın kendi yalnızlığıyla başbaşa kalması iyi geliyor, hem de çok iyi. Kar da yardımcı oldu buna. Ne güzel yağdı. Doya doya seyrettim. İçim ısındı. Ama hüzün de eksik olmadı. Boğaz’ın üstü sisliydi. Arada bir süt mavisi gelip oturuyordu. Hayalet gemiler gri sisin içinden sessizce geçip gidiyordu. Lapa lapa, usul usul yağdı kar. Doya doya seyrettim. Yenildik mi hep?.. Che’den Deniz’e?.. İyi ki Bach var! Fugue, solo gitar, G minör. Kaçıncı kez dinliyorum. İyi geliyor. İçime dalıyorum. Hep yanlış yerde mi durduk?.. Elimde Oya Baydar’ın son kitabı, Yetim Kalacak Küçük Şeyler. Soruyor: Yanlışlık neredeydi? Bizde mi? Tarihte mi? Kar ne güzel yağıyor. Huzur uyandırıyor içimde. Yalnızlığıma dalıyorum. Kendi başıma yapayalnız kalmanın tadını çıkarıyorum. Ama o soru işareti yine gelip çengelini bir yerlere asıyor: Yenildik mi hep?.. Siyaset dünyasına 27 Mayıs’la açtım gözlerimi. 17 yaşındaydım. Darbeler darbeleri izledi. 12 Mart, 12 Eylül... İdam sehpaları... İşkencehaneler... Acı, gözyaşı... Hayal kırıklıkları hiç bitmedi.
Siyaset dünyasına 27 Mayıs’la açtım gözlerimi. Darbeler darbeleri izledi. Acı… Gözyaşı... Hayal kırıklıkları hiç bitmedi
“Nerede mi hata yaptık Doğan Bey” diyorum sessizce. “Yanlış durakta bekledik! Tarihin yürüyüşü, öyle sandık ki bizim durağa da uğrayacak. Boşunaydı! Nereye doğru yol aldığını göremedik tarih babanın. Bizi solladı, geçti. Akıntıya kürek çektik. Tarihin özgürlüğe doğru dönen çekirdeğini tersine çevirebileceğimiz sandık.” Duymadı sesimi Doğan Bey. İyi ki duymadı. Doğan Bey’in üstüne bir kürek toprak attım. Tarifsiz bir keder kapladı içimi. Ağlamaya başladım. (HC, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, s. 256)
Mülkiye’nin koridorlarında “Bugün Mülkiye’de, yarın Türkiye’de” diye koşardık. Olmadı. Eluard’ın o dizeleri hep iki dudağımızın arasındaydı: Günleri ve mevsimleri Düşlerimize göre Yeniden yaratacağız! Yaratamadık. Bir zamanlar Karaoğlan’a, Ecevit’e umut bağlamıştık, onun da sonu hüsran oldu.
Demokrasi de, hukukun üstünlüğü de, insan hakları ve özgürlükler düzeni de hep içimizde özlem olarak kaldı. Oya Baydar’ın kitabı içimi acıtıyor.
Elimde Oya Baydar'ın son kitabı, Yetim Kalacak Küçük Şeyler. Soruyor: Yanlışlık neredeydi? Bizde mi? Tarihte mi?
"Hepsi boşuna mıydı” diye soruyorsun. Soru masanın ortasına, kadehlerimize, erguvanların dallarına, yüreğime düşüyor. Hazırlıksızım. Sorudan korkuyorum. Kaç yoldaşın vuruldu, kaç darağacı kuruldu, kaç ölümüz var geride bıraktığımız; ama hayır sen ağlamamıştın. Uzanıp elini tutuyorum. "Madrid’de ölmek güzeldi” diyorum. "Hiçbir şey boşuna değildi. Ne acılarımız ne ölülerimiz, ne yenilgilerimiz ne ayrılıklarımız. Hepsiyle zenginleştik biz.”
Doğru, zenginleştik hepsiyle. Belki de yenile yenile olgunlaştık. Gerçeğin bir değil bin yüzlü olduğunu hayat bize öğretti. Gerçeği kendi tekelimize alamayacağımızı, yaşadığımız hayal kırıklıklarıyla, acı tecrübelerle öğrendik. Bunun içindir ki demokrasi ipine sarıldık. Birinci sınıf hukuk ve özgürlük düzeni olsun diye demokrasi çıtasını ellerimizin üstünde yükseltmeye çalışıyoruz kaç zamandır. Ama bir türlü olmuyor. Yine hüsran mı bekliyor kapıda? İyi ki Bach var! Goldberg variations, Mia Cung çalıyor.
Berlin’de, 9 Kasım gecesi bir kanal boyu. Karanlık sularda sözleri hâlâ anımsanan bir ölü: “Özgürlük, farklı düşünenlerin özgürlüğüdür.” “Henüz kaybetmedik, nasıl öğreneceğimizi unutmadıksa yine kazanırız...”
Şu cümle yüreğimi burkuyor: “Biz de yakında eski tüfek olacağız.” Ben ‘eski tüfek’ olmak istemiyorum. Olmayacağım. Önümde geçmişimden başka bir şey kalmadı, demek bana göre değil. Beklediğim yarınlar hiç gelmedi, diye dertlenmek de öyle, bana göre değil. Yaz bir kenara: Hayatta ‘umduğunu bulamamış nice kırık adam’dan (Orhan Pamuk, Yeni Hayat romanı) biri de ben olmayacağım. Günter Grass, Kafadan Doğumlar isimli romanının bir yerinde şöyle der:
Ben ‘eski tüfek’ olmak istemiyorum. Önümde geçmişimden başka bir şey kalmadı, demek bana göre değil
Sisifos... Tıpkı onun gibiyim. Kayayı tam yukarıya taşımışsın ve hop, kaya gene aşağıda. Sen yukarı itiyorsun. O hemen aşağı kayıyor. Bir ömür boyu... Kaya bana anlam katıyor. Kaya kayadır işte. Hiçbir tanrı, tanrılar onu elimden alamaz. Tabii Sisifos’a teslim olup kayayı dağın tepesinde bırakırlarsa o başka. O zaman sıkıcı olur. Arzulanacak birşey kalmaz. Peki ama benim kayam ne? Sözcük üstüne sözcük yığma eziyeti mi? Kitabı izleyen, izleyecek kitap mı?
Yazın bir kenara: Taşları yerinden oynatmaya devam edeceğiz. İyi pazarlar!