Bu yılki Büyükelçiler Konferansı, 6-12 Ağustos tarihlerinde Ankara’da yapıldı. Emekli olana kadar ilk 10 tanesine katıldığım bu konferanslar, uzun bir süredir yeni politikalar üretilmesinden ziyade, davet edilen bakanların nasıl başarıdan başarıya koştuklarını anlatabilmelerine hizmet ediyor. Dünyanın dört bir yanından gelen büyükelçiler de bu vesileyle, arkadaşlarıyla hasret gidermiş oluyorlar.
Büyükelçiler konferansları her yıl ayrı bir tema altında yapılır. Bu yılki konferansın teması, “2023 ve ötesinde akil ve müşfik Türk diplomasisi” olarak belirlenmiş. Genç kuşağın daha kolay anlayabilmesi için akil, “aklını iyi kullanabilen”, müşfik ise, “sevecen” anlamına geliyor. Acaba bu yıl neden böyle bir tema seçildi? Bugüne kadarki Türk diplomasisi akılsız ve zalim miydi? Yoksa ekonomik ve sosyal alanda 2023 hedeflerinin tutturulamayacağı anlaşılınca dış politika da mı 2023’e endekslendi? İnsan sormadan edemiyor.
En iyi ihtimal de, bundan böyle dış politikada bir değişikliğe gidilecek olması. Bir önceki konferansın teması ”masada güçlü, sahada güçlü diplomasi” olarak saptanmıştı. Masada ve özellikle de sahada güç olgusunu öne çıkarmak , “gunboat” diplomasisini çağrıştırıyordu .Umarım güç gösterisinden bu kez sevecen diplomasiye geçiş bilinçli bir tercih sonucunda ortaya çıkmıştır.
Akıllı ve sevecen olmanın birinci şartı başkalarıyla iyi geçinmek ve kimseyle dargın olmamaktır. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile barışıp Ermenistan, İsrail, Mısır ve hatta Suriye ile ilişkilerin normalleştirilmesinin gündeme alınması, inşallah 2023 yılı sonrası için hedeflenen sevecen diplomasinin ayak sesleri olur.
Geçtiğimiz hafta İsrail ile ilişkiler konusunda önemli bir adım atıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail Devlet Başkanı Herzog ile bir hafta içerisinde iki kez telefonla görüştü. Nihayet karşılıklı büyükelçi atanmasının kararlaştırıldığı açıklanabildi. Şimdi sorun Tel Aviv’e en uygun büyükelçiyi bulabilmekte. Tel Aviv sıradan bir merkez değil. Mutlaka meslekten ve tecrübeli bir diplomat atanmalı. Türkiye, İsrail Devletini tanıdığı 1950 senesinde Cumhuriyet'in ilk yıllarının en parlak sefirlerinden Seyfullah Esin’i Tel Aviv’e Büyükelçi olarak göndermişti.
İsrail’e büyükelçi atamaktan daha önemlisi, büyükelçiyi orada tutabilmek. Bugüne kadar İsrail’den kaç kez büyükelçi çekip geri gönderdiğimizi, kaç defa ilişkilerin seviyesini düşürüp sonra yükselttiğimizi saptamak için uzun bir araştırma yapmam gerekti. Görebildiğim kadarıyla, Seyfullah Esin’den sonra 1956 yılında Büyükelçinin geri çekilerek maslahatgüzar seviyesine indirilen ilişkiler, 1963’de elçi seviyesine yükseltilmiş.1980 sonunda bu defa ikinci katip düzeyine indirilmiş,1991’de tekrar büyükelçi gönderilmiş.
2000’li yıllar İsrail’le ilişkilerde diplomatik temsil açısından daha da inişli çıkışlı bir tablo sergiliyor. Mavi Marmara olayından sonra 2010 yılında büyükelçiler geri çekilerek ilişkiler yeniden ikinci katip düzeyine çekildi. 2016 yılında göreve başlayan son Tel Aviv büyükelçimiz de 2018’den bu yana Türkiye’de. Halk arasında bir vidanın yuvasından çok sık sökülüp takıldığında deforme olmasına, “yalama olmak” denir. Bizim İsrail’le diplomatik ilişkiler de korkarım sonunda yalama olacak.
İsrail’de büyükelçi olmak her Türk diplomatı için onurlu bir görev. Ama sanırım şimdilerde yurt dışına tayin bekleyen büyükelçilerin çoğu, İsrail’e atanırsam, acaba ne zaman geri çekilirim endişesini taşıyorlardır.
Suriye ile istihbarat yetkililerinden sonra siyasi düzeydeki temasların da başladığı anlaşılıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Belgrad’da düzenlenen son bağlantısızlar toplantısı marjında, Suriyeli muhatabı Mikdad ile ayaküstü görüştüğünü açıkladı. Dünya’nın neresinde olursa olsun, Türk dışişleri bakanının Suriyeli bir bakan ile görüşmesi her zaman için haber olur. Herkesin gözleri önünde yapılan ayaküstü bir görüşme 10 ay gizli kalmaz.
Suriye ile ilişkilerin düzeltilmesinin önündeki en büyük engeller Türkiye’de sığınmacılar, Suriye’de de rejim muhalifleri. Maalesef her ikisinin de doğumunda, beslenmesinde ve bugünlere serpilmesinde Türkiye’nin payı büyük. İçişleri Bakanı Soylu, Türkiye’de geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısının 3.7 milyon olduğunu, bunlardan 210 binine vatandaşlık verildiğini açıkladı. Bu 210 bin Suriyeli acaba hangi kriterlere göre belirlendi?
Benim de nüfusa kayıtlı olduğum Gaziantep’in Şahinbey belediyesi sınırları içerisinde, 336 bin Suriyeli yaşıyor. Geçen hafta Suriye’nin kuzeyinde rejim muhaliflerinin Türkiye aleyhine yaptığı gösterilerde Türk bayrağının yakılması küstahlığına şahit olmuştuk. Bunlara bir de yurt içerisinden çatlak sesler eklenmeye başlanıldı. Gaziantep barosuna kayıtlı avukatlardan Salah Alddin ile Mustafa Bayırlı, sosyal medya paylaşımlarında Türkiye’de baskı altında yaşadıklarını, seçimler yaklaştıkça bu baskıların arttığını, Göç İdaresi'nde çalışanların kuduz köpeklere benzediğini iddia ettikten sonra, hızlarını alamayıp bir de ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu Suriye’ye göndereceklerini belirtmişler. Belli ki Suriyeli avukatlar, Türk vatandaşlığına geçerken isabetli bir seçim yapılmış.
Esad’ın Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesine can atmadığı ilk günden belli olmaya başladı. Bu hafta başında Esad’a yakınlığı ile bilinen Suriye Halk Meclisi eski milletvekillerinden Şehade, televizyonda katıldığı bir programda, Türkiye ile diyaloga girmenin ilk şartının Türkiye’nin Suriye topraklarından tamamen çekilmesi olduğunu söyledi. Böyle bir adım Türkiye açısından, atın arabanın önüne konulması anlamına gelir ve sürecin başlamadan sona ermesine neden olur.
Mısır ile ilişkilerin normalleşmesi sürecinden hiç söz etmeye gerek yok. Suriye’nin aksine Mısır'la savaşa girmedik. Ama buna rağmen bir arpa boyu yol alınmış değil. Belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Sisi arasındaki nefret sanıldığından daha derin.
Uluslararası diplomaside iki devlet arasındaki ilişkilerin bozulması için bazen “bir dakika” yeterli olabiliyor, ama düzeltilmesi aylar yıllar alıyor. Akil ve müşfik diplomasi de işe yaramıyor.