Dışişleri Bakanlığı, devlet bürokrasisi içerisinde, her zaman özel ve saygın bir konuma sahip olmuştur. Kökleri Osmanlı döneminde kurulan Reis-ül-küttap'lığa kadar uzanır. Bu ay başında 101.kuruluş yıldönümünü kutladığımız Türk hariciyesi, uluslararası camiada da gelenek sahibi birkaç ekol arasında değerlendirilir, takdir edilir.
Dışişlerinin tarihi süreçte sahip olduğu ayrıcalıklar:
TBMM'nin açılışını takiben oluşturulan Milli Mücadele Hükümeti bünyesinde, 2 Mayıs 1920 tarihinde resmi olarak faaliyete geçen Hariciye Vekaletinin, Cumhuriyet tarihimizde uzun yıllar diğer bakanlıklardan farklı bazı ayrıcalıkları olmuştur. Bugünkü binasına taşınana kadar, Başbakanın makam odasının sağındaki ilk oda, dışişleri bakanına aitti. Bu uygulamanın bir anlamı olmalı. Birkaç istisnasıyla iktidara gelen siyasi partilerin iki veya üç numaralı isimleri, her zaman dışişleri bakanlığı görevine getirilmişlerdir. Hükümette daima ağırlıkları hissedilmiştir.
Bizim neslin bakanlığa girdiği dönemde Dışişleri Bakanlığında görev yapan müsteşarlara, genel sekreter denirdi. Dışişlerinin sıradanlaştırılması sürecinin bir parçası olarak 1982 yılında genel sekreterden müsteşara geçildi.12 eylül prokoluyla da dışişleri müsteşarları, resmi devlet protokolünde korgenerallerden sonra gelmeye başladı. Hayatta olan meslek büyüklerimizin birçoğu, bugün hâlâ müsteşar yerine, genel sekreter anlamına gelen "katib-i umumi" demeyi tercih ederler. Başkanlık sistemiyle birlikte kaldırılana kadar sadece dışişleri müsteşarları, aynen bakanlar gibi "51" numaralı kırmızı plakalı makam arabalarına biner, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına doğal üye olarak katılırlardı. Bir süre özel kalem müdürlüğünü yaptığım müsteşarlarımızdan rahmetli Büyükelçi Necdet Tezel, "Bakanlar gelip geçicidir, bakanlığın asıl patronu müsteşardır" derdi. Başkanlık sistemine geçilmesiyle de müsteşarlık makamı tamamen kaldırıldı. Diğer bakanlıklarla birlikte, dışişlerinin çalışma sistemine hiç uymayan bakan yardımcılıkları getirildi.
Belli ki bu ayrıcalıklar ve dışişlerine kurum olarak gösterilen itibar, bazı çevrelerde hasetlik yaratmış. Dışişlerinin sıradanlaştırılmasının ilk uygulamaları, geçenlerde 28. ölüm yıldönümünü andığımız Turgut Özal zamanında görülmeye başlandı. Ekonominin dışa açılarak 24 Ocak kararlarıyla düze çıkarılmasında, ulaştırma alt yapısında gerçekleştirilen yatırımlarda, haberleşme alanında bugün Türkiye'nin ulaştığı gelişmişlik seviyesinde, Özal'ın katkıları yadsınamaz. Ancak, Özal'ın yıldızı bel kemiğini mülkiyelilerin oluşturduğu maliye ve dışişleri bakanlıklarıyla bir türlü barışmadı. Dosyasına bağlı kalarak çalışma, devletin bir kuruşunun üzerine titizlenme, tayin ve terfilerde kıdem ilkesinin gözetilmesi gibi kavramlar, Özal'ın dünya görüşüyle pek bağdaşmıyordu. Hazineyi bağlı olduğu bakanlığından ayırarak ilk darbeyi maliyeye vurdu. Hazinesiz bir maliye bakanlığının dünyada emsali var mıdır, bilmiyorum.
Dışişlerine gelince, tahribat bakanlık binasının başbakanlıktan koparılarak Balgat'taki yeni yerleşkesine gönderilmesiyle başladı. Geleneklerine bağlı her ülkede, dışişleri bakanlıkları adresleriyle değil, tarihi niteliklere sahip görkemli binalarının isimleriyle anılırlar. (Amerika'daki Foggy Bottom, Fransa'daki Quai D'orsay, İngiltere'deki King Charles Street, Hindistan'daki South Bloc gibi.) Bir bankanın genel müdürlüğü olarak inşa edilen bugünkü binası dışişlerine hiç yakışmadı. Bakanlık bürokrasisinin ikinci plana itilerek kalabalık danışman kadrolarıyla çalışılmasının, yabancı ülkelerde görevlendirilmese de kariyerden gelmeyenlere büyükelçi ünvanı verilmesinin örnekleri de yine ilk kez Özal döneminde yaşandı.
Dışişlerinin aşındırılıp sıradanlaştırılması, AK Parti hükümetleri döneminde de artarak devam etti. 2010 yılında teşkilat kanununda değişikliğe gidilerek büyükelçilerin görevleri arasına, Türkiye Cumhuriyeti'nin yanı sıra cumhurbaşkanını ve hükümeti temsil etmek görevleri de eklendi. Bu şekilde büyükelçiler, siyasi baskılara açık hale getirildi. Yurt dışında ataşelik açmayan bakanlık hemen hemen hiç kalmadı. Bir çok büyükelçiliğimizde dışişleri kökenli memurların sayısı giderek diğer bakanlık mensuplarının sayısının altında kalmaya başladı. Misyon şefi olarak görev yaptığı temsilciliklere ticaret müşaviri atanmasına bile karşı çıkan rahmetli Kamran İnan, yurt dışına tapu ve kadastro ataşeleri gönderildiğini duyduysa, herhalde mezarında ters dönmüştür. Uluslararası ilişkilerin tek elden Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla yürütülmesini öngören, 1173 sayılı "Milletlerarası Münasebetlerin Yürütülmesi Ve Koordinasyonu Kanunu" neredeyse rafa kaldırıldı. Yunus Emre Enstitülerinin açılmasıyla, Dışişleri Bakanlığı çağdaş diplomasinin çok önemli bir ögesi olan kültürel diplomasiden yoksun bırakıldı.
Sıradanlaştırma sürecinin son halkası da rekor sayıda kariyerden olmayan dışarıdan büyükelçi atamalarıyla tamamlanmış oldu. Dışişlerinin kapısından içeri adım atan her genç meslek memurunun amacı büyükelçi olabilmektir. Dışişlerine giriş imtihanlarının adı "yeterlik ve yarışma sınavları"dır. Bu yarış bir diplomat için büyükelçi oluncaya kadar da devam eder. Maraton koşan bir atletin önüne, tam finişe yaklaşırken dışarıdan birini koşuya sokarsanız, en hafif tabiriyle haksız rekabete yol açmış olursunuz, alın teriyle yarışa hazırlanan diğer sporcuların şevkini kırarsınız.
Türk mevzuatına göre öteden beri istisnai memuriyet kapsamında değerlendirildiği için büyükelçi atanabilmenin herhangi bir şartı bulunmamaktadır. Her Türk vatandaşı büyükelçi atanabilir. Ama nasıl İngiltere'nin yazılı bir anayasası yoksa, başarılı bir büyükelçi olabilmenin yazılı olmayan kuralı da, mesleki bilgi birikimi ve tecrübe sahibi olmaktır. Bu da okuyup yazmakla değil, ancak usta çırak ilişkisiyle ortalama, 25-30 yıl alanda çalışmakla kazanılır. Oysa halen, kariyerden gelen her büyükelçiye bile kolay kolay emanet edemeyeceğiniz, BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden ikisinin başkentleri Washington ile Pekin'de, Viyana, Bakü ve Tahran gibi zor ve Türkiye için çok önemli merkezlerde mesleki tecrübeleri bulunmayan büyükelçiler görev yapıyor.
Dışişlerini sıradanlaştırmaktansa, geçmişte sıra dışı başarılara imza atan bu güzide kuruma sahip çıkmak daha iyi olmaz mıydı?
Herkese iyi bayramlar…