10 ülkenin Ankara’daki büyükelçiliklerinin Osman Kavala’nın tutuklanmasının 4. yıl dönümünü vesile ederek, serbest bırakılmasını istemeleriyle başlayan gelişmeler, kimsenin önceden tahmin edemeyeceği boyutlara ulaştı. Son bir haftada yaşananların değil Türkiye’de, Dünya diplomasi tarihinde de eşi misali yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, "10 büyükelçinin sınır dışı edilmesi için Dışişleri Bakanı’ma talimat verdim” sözlerini duyunca, aklıma ”elçiye zeval olmaz” atasözümüz geldi. Ortadan kaldırmak, yok etmek anlamına gelen "zeval” sözcüğü, günümüzde pek kullanılmadığı için çok eski bir atasözü olmalı. ”Elçiye zeval olmaz” atasözünün, sözlüklerdeki karşılığı da “bir kimsenin bir sözünü, bir haberini başka bir kimseye iletmekle görevli kimse, bu söz kırıcı bir ifade, bir tehdit de olsa, bu aracılığından dolayı sorumlu tutulamaz” olarak belirtiliyor. 10 büyükelçinin bir sabah kalkıp,” haydi Kavala için hep birlikte açıklama yapalım” demiş olmaları mümkün değil. Pek Muhtemelen günlerce başkentlerde koordine edilip kullanılan metin satır satır müzakere edilmiştir.
Açıklamaya katılan 10 ülkenin terkibi de tam bir beş benzemez. Yedisi NATO, altısı Avrupa Birliği üyesi; dördü Nordiklerden. Avrupa Konseyi üyesi olmayan Yeni Zelanda’nın orada işi ne? Yeni Zelanda’nın dış politikasında hep birlikte hareket ettiği Avustralya neden yok? İngiltere ve insan haklarındaki duyarlılığı ile bilinen İsviçre’nin 10 ülke arasında yer almamış olması da, ayrıca dikkat çekiyor. Kadim dostumuz Yunanistan ise herhalde” Türkiye ile yeteri kadar sorunum var, başıma yeni dert açmayayım” demiş olmalı.
ABD Büyükelçiliği'nin Twitter mesajıyla kamuoyuna yansıyan kriz tam bir hatalar zinciri. Halen ne kadar uygulanıyor bilmiyorum, ama diplomaside temel kural, göze hoş gelen okşayıcı girişimlerin ilgili başkentlerde yapılması; fırça çekmek olarak tabir edebileceğimiz incitici mesajların ise merkezlerde büyükelçilerin bakanlığa davet edilerek iletilmesini öngörür.10 ülke bu yöntemi kullanmış olsaydı, şüphesiz daha şık olurdu. Açıklamanın sosyal medya aracılığıyla kamuoyuna duyurulmuş olması da, üzüm yemekten çok, bağcı dövmek amacına yönelik olduğu ihtimalini akla getiriyor.
Türkiye’nin gösterdiği tepkinin de orantısız olduğunu söylemeye gerek yok. İstenmeyen şahıs ilanı, (Persona non grata) diplomasi de çok sık başvurulmayan en ağır yöntemlerden biri. Hele 10 diplomatın birden gönderilmesi yanlış hatırlamıyorsam, sadece ABD ile Sovyetler Birliği ve Hindistan ile Pakistan arasında yaşandı. Onlar da genelde casusluk suçlaması ile yapıldı ve pek bu örneğe uymuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarıyla, kriz yönetiminin son aşamasında kullanılacak bir silah baştan çekilmiş oldu. Savaşlarda bile önce bir gerilimi tırmandırma süreci yaşanır. Bir devletin davranışından hoşnut kalınmadığı takdirde, rahatsızlığın iletilmesinin çeşitli yolları vardır. İlk aşamada 10 büyükelçi Bakanlığa davet edilerek doğru adım atılmıştır. Bir kez de yazılı olarak kayıtlara geçirilmesi istenilirse, her bir ülke büyükelçiliğine ayrı ayrı protesto notaları verilebilir. Türkiye’deki yabancı büyükelçileri göndermek yerine, adı geçen Ülkelerdeki Türk büyükelçileri, istişareler için Ankara’ya çağırmak da bir yöntemdir. Son olarak Avustralya, Fransa’dan satın almayı öngördüğü denizaltı projesini iptal ettiğinde, Fransa, Canberra’daki Büyükelçisini geri çekmişti. Doğrudan büyükelçi hedef alınacaksa, istenmeyen şahıs ilan etmek yerine, değiştirilmesini telkin etmek ülkeler arasındaki dostluğa daha uygun düşer.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı, kuvveden fiile dönüştürülecek olursa son derece vahim sonuçlar doğurabilir. İlk akla gelen karşılıklılık ilkesi gereği Türkiye’nin 10 ülkedeki büyükelçilerinin geri gönderilmesidir. AB, aralarında Almanya ve Fransa gibi dişli ülkelerin de yer aldığı altı üyesiyle dayanışmaya giderek toplu bir tepki verebilir. Başkan Biden kendi gönderdiği temsilcisini 3 gün önce sınır dışı eden bir cumhurbaşkanıyla görüşmek ister mi? Her şeye rağmen bu görüşme gerçekleşirse, Türkiye’nin F-35 ve F-16 talepleri nasıl bir ortamda dile getirilir? Bunları hep düşünmek lazım. Krizin yol açacağı ekonomik sonuçlara hiç girmek istemiyorum.
Yazıya bir atasözüyle başlamıştım. Bir başka atasözüyle bitireyim..
“Öfkeyle kalkan, zararla oturur.”
Lütfen, atasözlerimizi kaale alalım.