Geçen pazar mülteciler günüydü. 20 Haziran, tüm dünyada 2001 yılından bu yana, "Dünya Mülteciler Günü" olarak kutlanıyor. Mültecilerin statüsüne ilişkin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi'nin 50. yılı vesilesiyle bu tarih mülteciler günü olarak seçilmiş. Amaç, sayıları yer yüzünde 80 milyonu bulan mültecilerin sorunları hakkında farkındalık yaratmak. Maalesef bu yıl, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği iyi niyet elçisi Angelina Jolie, Burkina Faso'yu tercih edip Türkiye'ye gelmediği için, mülteciler gününün de kimse farkına varmadı.
Birleşmiş Milletler'in tanımlamasına göre mülteci, dini, milliyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle, zulüm gören veya göreceği endişesi taşıyan, bu sebeple ülkesinden ayrılan ve geri dönmek istemeyen, iltica ettiği ülke tarafından bu talebi haklı bulunan kişi anlamına geliyor. Mültecilik aynı zamanda hukuki bir statü. İster mülteci deyin, ister sığınmacı, göçmen veya geçici koruma statüsü altındakiler. Ne derseniz deyin, hepsinin sorunları üç aşağı, beş yukarı aynı. Ev sahibi ülkeler için de benzer sorunlar yaratıyorlar. Kimse durduk yere evini barkını terk edip yollara düşmez. Ana vatanlarına dönmüş olmalarına rağmen, aradan yüzyıl geçmiş olsa da, terk etmek zorunda kaldıkları evlerinin özlemini Lozan mübadillerine bir sorun.
Türkiye, 1951 tarihli Cenevre Mülteciler Sözleşmesi'ni imzalarken, doğudan gelip ülkesine sığınmak isteyenleri kabul etmeyeceğini, lisanı münasip bir çekinceyle, kayda geçirmiş. 2011 yılından itibaren, Türkiye'ye gelen Suriyelileri ise geçici koruma statüsü altına alınanlar olarak değerlendiriyor. Burada amaç, Suriye'de koşulların düzelmesi halinde ileride ülkelerine geri gönderilmelerinin yolunu açık tutmak. Geçici koruma, kitlesel akın olaylarında acil çözüm bulmak üzere geliştirilen bir koruma biçimidir. Dünyanın başka yerlerinde de uygulamaları var. Bu bakımdan hukuki açıdan kağıt üzerinde bir sorun görünmüyor.
2013 yılında İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak kurulan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün her hafta güncellenen son resmi verilerine göre halen sınırlarımız içerisinde, geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyelilerin sayısı 3.681.531.Başta Afganistan, İran ve Sudan olmak üzere diğer ülkelerden gelenlerle birlikte, toplam sığınmacılar ise dört milyonu aşıyor. Türkiye'de tutulan istatistiklerin güvenirliliği, son zamanlarda sıkça sorgulanıyor olsa da topraklarında en fazla sığınmacı barındıran ülkenin Türkiye olduğu kesin.
29 Nisan 2011'de Türkiye'ye giriş yapan 270 kişilik ilk kafileden sonra Suriyelilerin bugünkü sayılara uluşacağını kimse beklemiyordu. Başlangıçta, 27 kampta barındırılan Suriyeliler, artık yurdun dört bir yanına dağılmış durumda. Sadece Ankara, İstanbul'da değil, Bodrum'da bile kırmızı ışıkta durduğunuzda, hemen çevrenizi kucaklarındaki bebekleriyle Suriyeliler sarıyor. Bugün kampların sayısı yediye, kamplarda yaşayanlar ise 60 bine düşmüş.
Türkiye'nin mülteciler alanındaki sicili tam bir başarı hikâyesi. Geçen aylarda Ankara Politikalar Merkezi'nin, Uluslararası İlişkiler Konseyi ile ortaklaşa düzenlediği bir sanaltaya konuk olan, Türk-Alman Üniversitesi öğretim üyelerinden Mustafa Erdoğan'ın anlattıklarına göre, Avrupa'da en fazla Suriyeliye kucak açmakla övünen Almanya'daki toplam Suriyeli sayısı 550.000. Buna karşılık Türkiye'de sadece dünyaya gelen Suriyeli bebekler 650 binin üzerinde. Türkiye'nin Suriyeli mültecilere ulusal bütçeden harcadığı meblağ için farklı rakamlar telafuz ediliyor. 40 milyar dolardan başlayıp 60 milyar dolara kadar çıkan var. Bir öğrencinin milli eğitime ortalama maliyeti yıllık 1000 dolar civarında. Türkiye'nin 1.2 milyon Suriyeli çocuğa eğitim imkanı sağladığı dikkate alındığında, yılda 700 milyon doların sadece Suriyelilerin eğitimi için harcandığını söylemek mümkün. Gerisini varın siz hesap edin.
Bir çarpıcı gözlem de Kadir Has Üniversitesi'nin her yıl yaptığı ,Türk dış politikası kamuoyu algılamaları araştırmasından ortaya çıkıyor. 2019 yılındaki araştırmada yüzde 67.7 oranında memnuniyetsizlik sebebi olarak görülen Suriyeli sığınmacılardan memnun olmayanların oranı bu kere yüzde 46.8'e düşmüş. Pandemi bizi daha hoşgörülü bir toplum mu yapmış, yoksa okul çağında ucuza çalıştırılan Suriyeli erkek çocukların, ikinci eş olarak erken yaşta evlendirilen kız çocuklarının cazibesi mi arttı, orası pek belli değil.
Avrupa'nın iki yüzlülüğünün en açık sergilendiği alanlardan biri de mülteciler. Sınırına tel örgü çeken mi istersiniz, kucağında bebeğiyle sınırı geçmeye çalışana çelme takan mı? Denizin ortasında mültecilerle dolu lastik botları batıran mı? Ne ararsanız her türlü çirkinlik Avrupalıda var. Bir de yine Göç idaresi Genel Müdürlüğü sitesinden 2014-2021 yılları arasında Suriyelilerin üçüncü ülkelere yeniden yerleştirilme çizelgesine bir göz atmanızı tavsiye ederim. 16 Haziran itibarıyla, 17 batılı ülke yedi yılda Türkiye'den toplam 16.994 Suriyeliyi lütfedip ülkesine kabul etmiş. Özgürlükler ülkesi, koskoca Fransa'nın aldığı Suriyeli sayısı ise sadece bir. O da herhalde ya bilgisayar mühendisidir ya da fizik profesörü. Umarım AB güncellenmiş bir mali yardım paketi kisvesi altında, Türkiye'ye birtakım yeni vecibeler yüklemeye kalkışmaz.
Bu kadar fedakarlıklar arasında yanlışlarımız olmadı mı? AB'ye her kızdığımızda, Yunanistan'la ilişkilerimizin gerginliğe girdiği her dönemde, "Kapıları açarım ha! Otobüslere bindirip gönderirsem gününüzü görürsünüz" gibi tehdit söylemleri, bir çuval inciri berbat etmekten başka işe yaramıyor.
Sadece terörle mücadelemizi değil, mülteciler için insanlık adına yaptıklarımızı da her fırsatta dünyaya anlatmak gerekiyor. Sessiz sedasız gelip geçen mülteciler günü bunun için iyi bir vesile olamaz mıydı? Angelina Jolie'nin gelmesini beklemeden…