Finlandiya’yı bilemem ama, İsveç’in NATO üyeliği bir başka bahara kaldı. İsveç Dışişleri Bakanı Billström’ün, Türkiye’deki muhtemel bir iktidar değişikliğine bel bağlayıp Temmuz ayında düzenlenecek önümüzdeki NATO Zirvesi'ne kadar üyelik işlemlerinin sonlandırılması beklentisi pek gerçekçi görünmüyor. Muhalefet, yeni Meclis'te çoğunluğu sağlasa bile Finlandiya ve İsveç’in üyelik anlaşmalarının onaylanmasının NATO Zirvesi'ne yetişmesi çok zor görünüyor. Her şeyden önce seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağı kesinleşmiş değil. Seçim sonuçlarının resmiyet kazanması, milletvekillerinin mazbatalarını alması, yemin etmeleri, komisyonların oluşturularak yeni Meclis'in çalışmaya başlaması belli bir süreç gerektirecek.
Protesto gösterileri sırasında zaman zaman Türk bayrağının ateşe verildiğine daha önce şahit olmuştuk. Şimdi bunlara kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'in yakılması eylemleri eklendi. İsveç, Hollanda, Danimarka ve Norveç derken bu edepsizlik neredeyse tüm Avrupa’ya yayılacak. Neyse ki Norveç son anda yanlıştan dönerek verilen izni iptal etti. Bazı ülkelerden manevi değerlere aynı hassasiyeti göstermesini beklemeyebilirsiniz. Bu türden çirkin davranışların ifade özgürlüğü, gösteri yapma hakkı çerçevesinde mazur göstermeye çalışanlar da olabilir. Ama bu eylemlere izin verilmesinin devletlerin nefret söylemi, ırkçılık, ayrımcılık, İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığıyla mücadele alanlarında Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası örgütlerde üstlendikleri yükümlülüklerin ihlali anlamına geldiğini de unutmamak lazım.
Bu yükümlülüklerin hemen hepsi de, eski Türkiye’nin ”monşer”lerinin üstün gayretleriyle uluslararası belgelere dahil edilmiştir.
“İnsan haklarından söz edince çifte standart uygulamasının sınırı gökyüzüdür” diye bir söz vardır. İsveç’te, Hollanda’da ve Danimarka’da ardı ardına polis koruması altında Kuran’ın yakılmasına izin verilirken, İsveç’te İsrail Büyükelçiliği'nin önünde Tevrat’ın yakılmasının engellenmesi yeni ve çarpıcı bir çifte standart örneğidir. Bu haberi duyunca Avusturya’da karşılaştığım Yahudi lobisinin gücünü ve İsrail ile ilişkilerin önemini gösteren bir başka çifte standart uygulamasını hatırladım. İsrail’in Filistin halkına yönelik baskısının tavan yaptığı bir dönemde, 22 Temmuz 2014 tarihinde İsrail’in Maccabi takımı ile Fransa’nın Lille takımı arasında Salzburg’da oynanan futbol maçının sonuna doğru Türk kökenli olduğu anlaşılan 15-20 kendini bilmez seyirci sahaya atlayarak İsrailli futbolcuları kovalamıştı. Ertesi gün sadece bir gazetenin spor sayfasında küçük puntolarla haber olarak yer alan bu olay dallanıp budaklanmadan geçecek diye sevinirken, üç gün sonra tüm Avusturya gazeteleri, İsrailli futbolculara saldırıyı birinci sayfadan fotoğraflarla manşetlerine taşıdılar. Belli ki bir yerlerden düğmeye basılmıştı. Avusturyalı siyasetçiler de verdikleri beyanatlarla faturayı Türkiye’ye kesmeye başladılar. Bakanlığa bile sormadan Büyükelçilik adına bir basın açıklaması yaparak Türkiye’nin Musevi dinine mensup insanlara tarih boyunca kucak açtığını, ülkemizin Avusturya’ya anti semitizm ihraç ettiğine ilişkin iddiaları kabul edemeyeceğimizi vurgulayarak İsrailli futbolculara yapılan saldırıyı kınadığımızı belirttim. Tabii Açıklamamıza hiçbir gazetede yer verilmedi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hafta içerisinde, eylemleri gerçekleştiren Danimarka'daki sağcı Parti Stram Kurs’un lideri Paladur ve Hollandalı Pegida örgütünün lideri Wagensveld hakkında, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme, halkın bir kesiminin benimsediği değerleri alenen aşağılama” suçlamasıyla re’sen soruşturma başlattığı açıklandı. Şarkıcı Gülşen de Türk ceza kanununun 216. maddesine kayıtlı aynı suçtan yargılanmıştı. Çok merak ediyorum, acaba İsveç ve Hollanda’da kaç kişi bu davadan haberdar olup rahatsızlık duymuştur. Oysa bu çirkin eylemleri uluslararası alanda teşhir edebilmek için yararlanabilecek çok sayıda forum ve mekanizma var. İlk aklıma gelenler, Türk mahkemeleri yerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde kişisel veya devlet davaları açılabilir. Yine Avrupa Konseyi bünyesindeki İnsan Hakları Komiserine, “Avrupa Irkçılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele Komisyonu”na (ECRİ)y başvurulabilir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatında(AGİT) Daimi Konseyin gündemine taşınabilir, AGİT’in Müslümanlara karşı ayrımcılıkla mücadele özel temsilcisi harekete geçirebilir. BM İnsan Hakları Konseyinde beyan yapılabilir. BM İnsan Hakları Komiseri'ne şikâyet dilekçesi gönderilebilir. İslam Konferansı Örgütü olağanüstü toplantıya çağrılabilir. Eminim Dışişleri'nin ilgili dairelerinin dosyalarında yapılabilecekler hakkında çok daha fazla bilgi vardır.
Bir diğer akla gelen soru da, isimlerinde “İslam cumhuriyeti” ibaresi yazan onca ülke dururken anayasasının değiştirilemez maddeleri arasında laikliğin kayıtlı olduğu Türkiye’nin tek başına dünyanın her yerinde İslam’ın ve Müslümanların savunuculuğunu üstlenmesi. 2017 yılında İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan ettiğinde Portekiz Dışişleri Bakanlığı'na girişim yapmaya gittiğimde Tunus Büyükelçisi haricinde hiçbir Müslüman ülke büyükelçisi bana eşlik etmeyi kabul etmemişti. İslam İşbirliği Teşkilatının icra Komitesi 31 Ocak’ta yine Türkiye’nin önerisiyle 10 gün sonra toplanabildi. Türkiye olmasa 57 İslam ülkesinden kılını kıpırdatan çıkmıyor.
Hasan Göğüş kimdir?Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor. Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" isimli bir kitabı bulunmaktadır. |