Kılık, bir kişinin duruşu ve görünüşünü; kıyafet ise giyim ve kuşamını ifade eder. Türkçede genelde ikisi birlikte kullanılıyor. 1982 tarihli devlet memurlarının nasıl giyinmesi gerektiğini düzenleyen yönetmeliğin tam adı da ”Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin kılık ve kıyafetine dair Yönetmelik”. Kılık kıyafet, bir toplumun aynı zamanda karakteristik özelliklerini ve kültürünü ortaya çıkaran en önemli göstergeler arasında yer alır.
Hatırladığım kadarıyla, Türkiye’de en fazla değişikliğe uğrayan kanun, “Kamu İhale Kanunu”. 2002 yılında kabul edilen, 70 maddelik bu kanunun hemen hemen her maddesinde ya değişiklik, ya da ekleme yapılmış. Kılık kıyafet yönetmeliğinin de ihale yasasından kalır yanı yok. 1991, 2001, 2013, 2020 ve 2022’de uğradığı değişikliklerle delik deşik edilmiş.
Son olarak da, Danıştay 12.Dairesi, 20.4.2022 tarihli kararıyla kılık kıyafet yönetmeliğinin 5(1)(b) maddesinde yer alan, erkek personel için “her gün sakal tıraşı olunur ve sakal bırakılamaz” ibaresini, üst hukuk normlarına uygun olmadığı gerekçesiyle iptal etmişti. Danıştay kararının, geçen hafta Cumhurbaşkanlığı Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğünce hazırlanan mevzuat bilgi sistemine işlenmesiyle sakal bırakmanın önünde artık hiç bir engel kalmadı. Şimdi Devlet memurlarını zor bir seçim bekliyor. Top sakal mı , kirli sakal mı, çember sakal mı bırakacaklar? Seç, beğen, bırak. Zaten memurlar arasında bıyıksızı kalmamıştı. Bundan böyle sakalsızını da mumla arayacağız.
1982 tarihli kılık kıyafet yönetmeliğinin bugüne kadarki değişikliklerde kendini koruyabilmiş birinci maddesi aynen şöyle:
"Bu yönetmelik, kamu personelinin Atatürk devrim ve ilkelerine uygun, uygar, aşırılığa kaçmayacak şekilde sade bir kılık ve kıyafette olmalarını, kılık ve kıyafette birlik ve bütünlük içinde bulunmalarını sağlamayı amaçlamaktadır.”
Acaba sakal yasağının kaldırılması, Atatürk devrim ve ilkelerine, uygar bir kılık kıyafet amacına ne kadar uygun düştü? Gelin siz karar verin.
Kılık kıyafet deyince erkekte ilk akla gelen aksesuar kravat. Fransızcada Hırvatlar anlamına gelen “croates”, dönüp dolaşıp sonunda kravat olmuş. Rivayete göre, Hırvat genç kızlar sevgililerini, kadınlar da kocalarını askere uğurlarken eşarplarını erkeklerinin boyunlarına dolarlarmış. Bundan dolayı çeşitli kumaş ve derilerden yapılmış, boyuna takılan ve kendine has bağlama şekli olan boyun bağlarına kravat deniyor.
Batının kravatla tanışması, 17. yüzyılda 30 yıl savaşları sırasında Fransız kralı X1V.Louis için savaşan Hırvat askerlerinin boyunlarına bağladıkları eşarpların fark edilmesiyle olmuş.
Kravat Türkiye’ye ise Tanzimat zamanında girmiş. Ama hep medeniyetin, Batılı değerlerin bir parçası olarak görülmüş. Halk arasında kravata “medeniyet yuları” denilmesi boşuna değil. Esasen medeniyeti ya tek dişi kalmış canavar olarak görmüşüz, ya da boynuna yular takılacak bir yaratık.
İran devriminden sonra Humeyni’nin yaptığı ilk işlerden biri kravatı toplum hayatından silmek olmuştu. Maalesef kravatsız yaşam, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada git gide yaygınlaşıyor. Uluslararası toplantılarda bile resmi açılışlardan sonra ilk iş, kravatları çıkarıp kolları sıvayarak basına poz vermek haline geldi. Samimiyet belirtisi mi? Halka çok çalıştıkları izlenimini vermek istediklerinden mi? Rahatlamak için mi? Orası belli değil. Bu bakımdan galiba yine en medenisi Ruslar. Putin'i de, Lavrov'u da pek kravatsız görmedim. Hafta içerisinde de İspanya Başbakanı Sanches, enerji tasarrufu için özel sektör ve kamuda çalışanlara zorunlu olmadıkça kravat takmamalarını önerdi. Ukrayna savaşının bir sonucunun da kravatların gevşetilmesi olacağını kim tahmin edebilirdi?
Kılık kıyafet yönetmeliğinin 5.maddesinde yanlış görmediysem "Kravat takılır. Kravatı örtecek şekilde balıkçı yaka veya benzeri süveter giyilemez. şeklinde bir ibare hala duruyor. Yakında bu da kaldırılırsa hiç şaşmamalı.
Diplomaside kılık kıyafetin ayrı bir önemi vardır. Bir diplomat giyim kuşamına, dış görünümüne özel bir özen göstermek zorundadır. Eskiden diplomatların yaşam boyu formuna dikkat etmesi gerektiği anlamında, ”İyi bir diplomat, kariyerini tek bir smokin ile tamamlar” denilirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında da, yurt dışına atanan diplomatlara görev yerlerine giderken gardıroplarını düzebilmeleri için özel ödenek verilirmiş. Lozan barış konferansına giden heyete de böyle bir imkan sağlanmış.
Bir diplomat olarak her yere canınızın istediği kıyafetle gidemezsiniz. Özel nitelikte sosyal bir faaliyet için dahi olsa, aldığınız davetiyelerin altında ne şekilde giyinmeniz gerektiğini gösterir, ”dress code” denilen bir not vardır. Yine de bir tereddütünüz olursa, açığa düşmemek için münasip bir şekilde soruşturursunuz .
Son dönemde Dışişleri'ndeki sıradanlaşma, maalesef diplomatların kılık kıyafetlerinde de kendisini göstermeye başladı. Dışarıdan atanan büyükelçilerin sakallarına, ekose ceketlerine, kravatsız görüntülerine alışmıştık. Şimdi bir de saçı sakalına karışmış bir şekilde,“Sherwani” ile resmi görüşme yapan, “kurtha pyjma” ile ortalıkta dolaşan, at sırtında dışişlerine giden, makam arabasında kurtlar vadisinin müziğini çalıp sosyal medyada paylaşan büyükelçilere rastlar olduk. Ayrıca hayatı boyunca dudağının üstünde tüy görmediğimiz diplomatlardan, sırf belirli çevrelere yaranabilmek için bıyık bırakan büyükelçiler var. Sakal yasağının kalkmasıyla bakalım daha neler göreceğiz.
Bir büyükelçide aranan öncelikler de tamamen değişmiş durumda. Kendini göstermenin yolu sosyal medyadan, tweet atmaktan geçiyor. Bunun adına da kamu diplomasisi diyorlar. Sanırım masasına oturup doğru dürüst değerlendirme yazan büyükelçi sayısı gittikçe azalıyor. Yazılanların da okunduğu çok şüpheli.
Diplomaside bir büyükelçiyi bekleyen en büyük tehlikenin “going native” olduğu söylenir. “Yerlileşmek” olarak tercüme edebileceğimiz “going native”, ülkesinden uzakta yaşayan birinin, kendi kültür, adet ve yaşam tarzını bir kenara bırakarak, yaşadığı ülkeninkileri benimsemek anlamına geliyor. Sorun çıkmasın diye görev yaptığı ülkenin huyuna suyuna gitmek, yerel makamlara şirin görünmek için mahalli kıyafetler giymek, büyükelçilik konutunda Türk bayrağının yanı sıra ev sahibi ülkenin bayrağını da sergilemek, hep yerlileşmenin ürünleridir.
Yerli ve milli olalım derken yerlileşmeyelim.