Federal Almanya’da, geçen Pazar günü yapılan genel seçimlerde herhangi bir sürpriz yaşanmadı. Beklenildiği gibi, seçimleri mevcut Merkel hükûmetinde Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı olarak görev yapan Olaf Scholz liderliğindeki, Sosyal Demokrat Parti (SPD) kazandı. İktidarın büyük ortağı Merkel’in Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) az bir farkla seçimlerden ikinci çıktı. Yeşiller yüzde 14.7, Hür Demokrat Parti (FDP) yüzde 11.5, Almanya İçin Alternatif Parti(AfD) ise yüzde 10.3 oy aldılar. Hristiyan Demokratlar ikinci dünya savaşından bu yana en ağır seçim yenilgisini alırken, Sosyal Demokratlar 2017 seçimlerine göre oylarını yüzde 9 artırmayı başardılar. Seçimlerin dikkat çeken bir diğer sonucu da, ilk kez oy kullanan 3 milyona yakın Z kuşağı seçmenin, aşırı sağcı AfD yerine, (oylarında yüzde 2’lik düşüş görülmüştür.) genelde Yeşiller lehine oy kullanmış olmaları. Yeşiller, her ne kadar beklenilenden az oy almış olsa da Avusturya’dan sonra, Almanya’da da iktidara yürüyor. Türkiye’de ise ne hikmetse, Yeşiller Partisi’nin var olup olmadığı bile meçhul. 1980’lerden beri bir açılıp bir kapanmış.
El attıkları her işi ciddiyetle yapmalarıyla ünlü Almanların, kamuoyu yoklamaları şirketleri, sonuçları hata payları içerisinde neredeyse santim santimine bildiler. Darısı bizimkilerin başına.
26 Eylül seçimlerine 47 siyasi parti katıldı. Almanya’da 60 milyon civarında seçmen var. Seçim barajı yüzde 5.Alman seçim sistemi karışık bir nispi temsil esasına dayanıyor. Her seçmen iki oy kullanıyor. Birinci oy seçim bölgesindeki adaylardan birine ismen atılıyor. İkinci oy ise parti listeleri için kullanılıyor. Aslında "Bundestag”taki milletvekili sayısı 598, fakat seçim sonuçlarına göre yapılan ayarlamalarla bu sayı 700’ün üzerine çıkabiliyor.
Bu kadar çok parti ve bu kadar çok milletvekili olunca seçim sonuçlarına bağlı olarak çok sayıda koalisyon seçeneği de ortaya çıkıyor. Almanların pek renkli insanlar oldukları söylenemez, ama bu koalisyon seçeneklerine renkli isimler bulmuşlar. GroKo veya büyük koalisyon (CDU/CSU+SPD), trafik ışığı (SPD+Yeşiller+FDP), jamaica (CDU/CSU+Yeşiller+FDP), Kenya (CDU/CSU+SPD+Yeşiller) mümkün olabilecek koalisyon seçeneklerinden bazıları. Gayri resmi seçim sonuçlarının ilan edilmesinden hemen sonra gerek SDP’nin başbakan adayı Olaf Scholz, gerek Merkel’in halefi Armin Laschet, namı diğer Türk Armin, görev verildiği takdirde hükûmeti kurmaya hazır olduklarını dile getirdiler. Yeşiller ve Hür Demokratlar ise iki büyük parti karşısında ortak bir strateji geliştirebilmek için temaslara hemen başladılar. Kimse “millet bize muhalefet görevi vermiştir” diye kenara çekilmeyi düşünmüyor.
Yeniden büyük koalisyon olması en düşük ihtimal. İktidarda birlikte geçirilen yedi yılın, her iki partiyi de gerçek kimliklerinden uzaklaştırdığı, Hristiyan Demokratları sola, Sosyol Demokratları da sağa kaydırdığı eleştirileri yapılıyor. En güçlü olasılık SPD, Yeşiller ve Hür Demokratlardan oluşan trafik ışığı modeli gibi görünüyor. Koalisyon görüşmelerinin uzaması en fazla Merkel’in işine yarayacak. Bu sayede Almanya’nın en uzun süre iktidarda kalan Şansölyesi unvanını kazanacak.
“Türk Armin’in” Merkel’in halefi olarak CDU’nun başına gelmesi Türkiye’de sevinçle karşılanmıştı. Herhalde Armin’in bu aşamada başbakanlığı kaçırması bazılarımızı üzmüş olmalı. Oysa Türk-Alman ilişkileri açısından Hristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar arasında fazla bir değişiklik olması beklenmemeli. Aslına bakacak olursanız Schröder hariç, hiçbir Alman Devlet Yetkilisi, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine sıcak bakmadı. Merkel’in gurusu Helmut Kohl, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giremeyeceğini yüzümüze ilk söyleyenlerden biriydi. Merkel’in gelebildiği en ileri nokta ise “üyelik müzakereleri ahde vefa gereği devam etsin, sonra bakarız, ama fazla da heveslenmeyin” oldu”. Türk dostu”, ”Türk yanlısı” gibi tanımlamalara da fazla itibar etmemek lazım. Damarlarında Türk kanı da taşıyan İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un 2016 yılında,” 76 milyonluk Türkiye AB’ye giriyor. AB’den ayrılmak için oy kullan. Kontrolü tekrar eline al” diye afişler bastırıp Londra’nın dört bir yanına astırdığını unutmayalım. Almanya ve Avusturya’da 1915 olaylarını soykırım olarak tanıyan kararlar, Türk kökenli milletvekillerinin oylarıyla geçmedi mi? Boşuna “Tanrım beni dostlarımdan korusun, düşmanlarımdan ben kendimi korurum” dememişler.
Bu seçimlerle birlikte, Alman siyaset sahnesinden önemli bir yıldız kaydı. 16 yıldır Almanya’yı yöneten Avrupa’nın kraliçesi Angela Merkel artık yok. Sadece Almanya’yı yönetmekle kalmayıp AB politikalarına da damgasını vuran Merkel, Federal Almanya’nın ilk kadın, ilk Doğu Alman ve en genç başbakanı olmak unvanlarını da taşıyordu.16 yıl boyunca ABD ve Fransa dörder başkan, İngiltere beş, İtalya yedi başbakan değiştirdi. Merkel ise Almanya’da bir istikrar abidesi gibi sabit kaldı.
Son bir haftadır Merkel hakkında çok şey yazılıp söylendi. Ama benim hafızamda en çok iki özelliği kalacak. Birincisi şatafattan uzak, mütevazi yaşam biçimi. Gün oldu bir markette alış veriş yaparken görüntülendi, bazen de tarifeli uçakla seyahat ederken. Saraylarda değil, sade bir apartman dairesinde yaşadı.16 yıl boyunca saç modelini hiç değiştirmedi. Protokol gereği katıldığı resmi davetler haricinde hep ceket-pantolon giydi. İkinci özelliği de daima soğukkanlılığını koruyup sağduyulu olmayı bilmesiydi. Kendisine hakaret edildiğinde bile hiç bağırıp çağırmadı. Hep uzlaştırıcı oldu. Son seçimlere katılsaydı, belki 1,5 puanlık farkı kapatıp bir dönem daha başbakanlık yapabilirdi. Ama o zirvede bırakmayı tercih etti. 75 yıllık demokrasi tarihimizde görevdeyken kendi kendini emekli edip bir kenara çekilen bir başbakanımız olmadı, olduysa da ben hatırlamıyorum.
Bizlerin kuşağında, Avrupa’da yüzlerce lider gelip geçti. Ama sadece iki tanesi tarihe damgalarını vurdu, iz bıraktı. Erkek egemen siyaset ortamında, her ikisi de kadın. Biri İngiltere’nin Demir Lady’si Margaret Thatcher, diğeri de Avrupa’nın kraliçesi Angela Merkel. Kadınlar ne kadar övünse haklarıdır.