Türk vatandaşlarına ABD'den ve AB ülkelerinden vize alabilmek tam bir Çin işkencesine dönüştü. Bırakın vizeyi, vize randevusu almak için bile aylarca beklemek gerekiyor. Geçen hafta bir tanıdığıma internet üzerinden ABD Büyükelçiliğine yaptığı vize müracaatına gelecek yıl 11 Mayıs'a görüşme günü verildi. Bu ayıbın kendileri de farkında olmalılar ki, ABD Büyükelçiliği Müsteşarı, hafta içerisinde bir açıklama yaparak işlemlerin hızlandırılacağı sözünü verdi. AB ülkelerinin Schengen vizelerinde de benzer sorunlar yaşanıyor. Görüşme randevuları için bekleme süreleri 10-12 hafta arasında değişiyor.
Başvurulara verilen ret cevaplarında istikrarlı bir artış dikkat çekiyor. Ret oranları son üç yıl içerisinde ikiye katlamış. 2021 yılında her beş kişiden biri vize alamamış. Vize başvurularının mali külfeti de yabana atılır cinsten değil. ABD Büyükelçiliği 160 dolar istiyor. Schengen vizesi için de talep edilen ücret 60-80 Euro arasında değişiyor. Bu hesaba son yıllarda moda haline gelen aracı şirketlere ödenen paralar, istenilen belgeleri tamamlamak için yapılan masraflar, kargo ücretleri, harcanan emek ve zaman dahil değil.
Bir diğer garabet de vize verilmese de yatırılan paranın iade edilmemesi.1989 yılında İngiltere, Türk vatandaşlarına vize uygulamasına başladığında rahmetli büyükelçim Nurver Nureş, İngiliz Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunmuştu. Büyükelçi Nureş zaman zaman diplomatik nezaket sınırlarını zorlasa da sözünü esirgemeyen bir diplomattı. Bu yüzden İngilizler kendisini pek sevmedi. Londra'da iki yıl görev yaptıktan sonra Meksika'ya tayin edildi. Benim de hazır bulunduğum bu görüşmede, Büyükelçi Nureş muhatabı siyasi direktör Weston'a vize başvuruları ret edilenlere ödedikleri ücretlerin iade edilmediğini de gündeme getirerek, cepheden, "Vize üzerinden ticaret mi yapıyorsunuz?" diye sorduğunda İngiliz'in renkten renge girdiğini hatırlıyorum.
Tarihte ilk kez önemli kişilerin daha güvenli bir şekilde seyahat edebilmesi için referans mektubu şeklinde ortaya çıkan pasaportun günümüzdeki anlayışa uygun kullanımı, Fransız ihtilali sonrasına rastlıyor. İnsanların uyruğunun nereye ait olduğunu belgelendiren pasaport kimlik anlayışı, başka ülkelere seyahat edileceği zaman vize alma zorunluluğunun da temellerini teşkil etmiş. Vize böylece giderek yaygın bir hâl almış.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da bir daha böyle bir felaket yaşanmaması amacıyla insanların birbirlerini daha iyi tanımalarının, bunun için de birbirlerinin ülkelerine herhangi bir engelle karşılaşmadan gidip gelmelerinin önemi anlaşıldı. Bu çerçevede Türkiye'nin de kurucu üyeleri arasında yer aldığı Avrupa Konseyi bünyesinde 1957 tarihli, "AK Üyesi Ülke Vatandaşlarının Diğer Ülkelere Serbestçe Seyahat Edebilmelerini Düzenleyen Avrupa Antlaşması" ortaya çıktı. (ETS no: 025). Antlaşma'nın amacı AK üyesi ülke vatandaşlarının herhangi bir bürokratik engele uğramadan, üç aylık bir süre için antlaşmanın bir numaralı ekinde kayıtlı belgelerden herhangi birini kullanarak seyahat edebilmelerine imkan sağlamak. Bu belgeler ülkelerin tercihlerine bağlı olarak geçerli bir pasaport (süresi 5 yıl geçmiş olsa da geçerli sayılıyor), seyahat belgesi, nüfuz cüzdanı olabiliyor. Bugün itibarıyla 19 ülkenin imzaladığı Antlaşmaya Türkiye 1961 yılında taraf oldu.
9 Temmuz 1980 tarihinde Almanya, iltica hakkının istismar edildiğini, ülkesine gelip geri dönmeyen Türklerin sayısının altı ayda büyük artış gösterdiğini öne sürerek, 1957 tarihli AK Sözleşmesi'ni Türk vatandaşlarına karşı askıya aldı. Almanya'dan sonra 12 Eylül'ün de etkisiyle diğer Avrupa ülkeleri ardı ardına Türklere vize koymaya başladılar. AB ortak vize uygulaması olan Schengen'e geçince Türklere Avrupa'da vizesiz seyahat edebilecekleri ülke hemen hemen hiç kalmadı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geçen hafta bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, ABD ve AB ülkelerine yapılan vize başvurularında yaşanılan sıkıntılarda kasıt bulunduğunu, seçim öncesi AK Parti iktidarını zorda bırakmak için atılan adımlar olarak değerlendiklerini, ilgili ülke büyükelçilerinin Eylül ayı başında Bakanlığa çağrılacağını, durumda bir düzelme görülmediği takdirde karşı tedbirler alınacağını söyledi. Her sorunu dış güçlere bağlamak anlaşılan dış politikaya da sirayet etmeye başlamış. Seçimlere daha 9 ay var. Ayrıca mevcut iktidarın vize sorunları yüzünden oy kaybedeceğini hiç sanmıyorum. Aksine vize alamayanlar, faturayı yabancı ülkelere kesip Batı karşıtlığı söylemlerde bulunan partilere daha fazla rağbet edeceklerdir.
Bakan Çavuşoğlu'nun söz ettiği karşı tedbirlerden anlaşılan, Türkiye'nin de Batılı ülke vatandaşlarına vize uygulamasına başlaması. Eğer burada vizeden kastedilen kısa bir süre öncesine kadar bazı Avrupa ülkeleri için uygulanan bandrol sistemi ise mütekabiliyetten söz etmek mümkün değil. İnternet üzerinden veya sınır kapılarındaki otomatlardan en fazla üç dakika içerisinde alınabilen bandrollerin, gelir getirmesi haricinde mütekabiliyetle alakası yok. "Bankada ne kadar paranız var? Aylık geliriniz nedir? Babanız ne iş yapıyor?" gibi ahiret soruları sorulmuyor. Bilgisayarının başına geçip de bandrol alamayana rastlamadım. Bu kadarcık zahmete bile katlanamayan Batılı ülkelerin baskısıyla bandrol vize uygulamasını da bir süre önce kaldırmak zorunda kaldık.
AB'ye üye olamayacağımız üç aşağı beş yukarı belli oldu. 30-31 Ağustos'ta Prag'da yapılan gymnich formatı denilen gayriresmî Bakanlar Toplantısına Türkiye yine davet edilmedi. Hem de ana gündem maddesinin Ukrayna olduğu, henüz adaylık statüsü bile verilmeyen Gürcistan'ın çağrılmış olmasına rağmen. Bir gün önce de Almanya Başbakanı Scholz yine Prag'daki Charles Üniversitesinde yaptığı konuşmada, AB genişlemesini savunurken gelecekteki 35 üyeli AB içerisinde Türkiye'nin adını bile telaffuz etmedi. "Brüksel beklemede" diye kendimizi avutmayalım. Kimsenin Türkiye'yi beklediği falan yok.
AB üyeliğinin sokaktaki vatandaş için en büyük getirisi cebine pasaportunu koyup yabancı büyükelçiliklerin kapılarında sürünmeden yurt dışına çıkabilmek olacaktır. Avrupa Parlamentosuna kaç milletvekili göndermişiz, Komisyonda Türkiye'den kaç kişi çalışıyormuş, milletin umurunda değil.
Vize serbestisi ile AB'nin geri kabul anlaşması arasında doğrudan bir bağ kurmak büyük bir hata oldu. AB ile en ufak bir bağlantısı olmayan Kolombiya, Brezilya son olarak da Gürcistan vize serbestisini koparmayı başardılar. Türkiye'nin de ne yapıp yapıp vize serbestisinin üstüne gitmesinin zamanı geldi de geçiyor. Artık vize serbestisi için önümüze konulan yol haritasındaki eksik kalan kriterleri mi tamamlarız (terörle mücadele yasasının gözden geçirilmesi, EUROPOL ile işbirliği anlaşması imzalanması, yolsuzlukla mücadele önlemleri alınması, kişisel verilerin korunması yasasının AB müktesebatına uyarlanması), yoksa başka bir pazarlık mı yaparız, orasını bilemem. Vize sorunları, ancak vizelerin kaldırılmasıyla çözülebilir. Başka yol görünmüyor.
Hasan Göğüş kimdir? Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı. Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından “Oranje- Nassau” nişanı ile ödüllendirildi. Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor. 42 yıllık anılarının yer aldığı, “Zor başkentlerde diplomasi” isimli Doğan Kitap'tan yayımlanan bir kitabı vardır. |