Türkçe okurunun çoklukla Kayıp Cennet yazarı olarak bildiği John Milton (1608-1674), yalnızca kendi ulusunun şairi değil, dünya edebiyatının da büyük adlarından biridir. Üniversite arkadaşının deyişiyle "kitapları gözlük yapmış ve dünyaya yalnız o çerçeveden bakmış" Milton için öncesinde, Homeros ve Shakespeare adları anılarak "ancak bu iki büyük insanla kıyaslanabilir" yargısı önemlidir. Pek çok yazısı Türkçe okuruna -ne yazık ki- ulaşamamış Milton, edebiyat yaşamına bir süre ara vererek politik yaşamı seçmiş, engizisyon mahkemesince eve hapsedilmiş Galileo ile evinde görüşmüş, kırklı yıllarının başındayken (1652) görme yetisini kaybetmiştir. Kendisini 'şair' sözcüğünün anlatmakta yetersiz kalacağı özgürlük yanlısı entelektüel Milton, ancak 'filozof' olarak adlandırılıp tanınabilir.
Areopagitica (2018; çev. Derman Kızılay), Milton'ın 1644'te yayımlanan, "Parlamentoya hitaben yazılmış kitapçık şeklindeki" protesto içerikli bir 'konuşma' metnidir. Antik Yunan kültüründeki 'büyük konsey' Areopagus'a bir gönderme olan kitap, basına hayli katı sansür uygulaması getiren Parlamentoya karşı basın/kitap özgürlüğünün cesur bir savunusudur. Kitaba eklenen A. W. Verity imzalı "Milton'ın Hayatı" başlıklı yazıyı anmadan geçmek istemiyorum, Türkçe okuru böyle ayrıntılı yazılmış biyografiden yararlanmalıdır. Edebiyat öğretiminde adından 'yapma destan' diye söz edilen Kayıp Cennet (2006; çev. Enver Günsel) kitabını okuyanlar filozof şairin derinliğini, kadim kültürlere göndermelerini biliyorlardır. Areopagitica da tıpkı Kayıp Cennet benzeri, parlamentodaki didaktik bir 'konuşma' olmanın ötesinde, mitolojik ve tarihsel ögelerle zenginleştirilerek bilgilendirici düzyazı metni olmaktan çıkarılmıştır. Metnin sonuna eklenen açıklamalı dipnot bilgileri, şairin beslendiği kültürel birikimin zenginliğini göstermektedir.
'Lordlar ve Avam kamaraları', 14 Haziran 1643'te kitap yayımcılığına, öncekilere ek olarak, kısıtlayıcı yeni kurallar getirerek insanların okuma özgürlüklerini iyice kısıtlamıştır. 1557'de kurulan 'Kitapçılar Birliği' ile "İngiltere'nin egemenliğinde olan yerlerde yayımlanacak olan her şey Londra'da bir araya gelen bu doksan yedi kitapçının ve çıraklık ilişkisi ile yetişecek olan sonraki kuşaktaki kimselerin denetim" alanına girmiş olur. Bu durumda basın, "hükümetin gözetimi altına" alındığından, "özel bir lisans belgesi" alınmadan hiçbir şey basılamayacak demektir. Piskoposların ve papazların incelediği kitaplardan yayım izni alanların baş sayfasına, "resmi izin" belgesi kopyasını ekleme zorunluluğu getirilince, okura ulaşan kitap sanki yazanın değil de yayımlayanın olur. Sonraki yıllarda katılaşarak değişen uygulamalarla "sansür işleri" 1641'de, Parlamentoya devredilir. Parlamento, kitap basımında özgürlükleri her yeni maddeyle giderek kısıtlar. Örneğin, 9 Mart 1642 tarihli bir uygulamayla "denetim komitesi" üyelerine, "majestelerine, Parlamentoya ya da parlamento organlarına zarar veren, işleyişleri bozan" kitaplar yayımlandığından kuşku uyandıran her yeri arama, her şeye el koyma ve matbaacıları "komite" karşısına çıkarma yetkisi verir.
Milton'ın, protestosuna neden olmuş bardağı taşıran son uygulama, 14 Haziran 1643 tarihli sansür dayatmasıdır. Sert bir dille "son dönemde yaşanan büyük istismarlara, dini ve hükümeti aşağılamak ve karalamak adına izinsiz olarak basılan asılsız, lekeleyici, fitneci yazılara, kitapçıklara ve kitaplara" yaptırım uygulanacağını belirten yeni kararla, bu tür kitapları basanlar, "yaptıklarının bedelini alacakları cezalarla ödeyecek" olmakla tehdit edilmiştir. Milton, içinde pek çok çelişkiler barındıran bu uygulamaya sert tepki gösterir. Özgürlükleri kısıtlayan dayatmacı sistemin, kamunun bilmesi gereken gerçekleri örteceğine vurgu yapar öncelikle. Birkaç kitap bahanesiyle bütün bir halkın öğrenme konusunda haksızlığa uğramasına karşı durur. Bunca kitabı denetleyecek az sayıdaki görevlinin işini savsaklayacağından adaletsizliklerin yaşanacağını belirtir. Ona göre zamanla bu deneteme işi bir tür adam kayırma ve çıkar ilişkisine dönüşecektir. Zaman, Milton'ı doğrulamıştır.
Modern zamanlarda daha çok kitap ya da periyodik yayınlarla ilgili görünen sansür, 'özgür düşünce' karşıtı bir otorite uygulamasıdır. Yeremya'nın söylediklerini yazan kâtip Baruk'u dinleyen kral Yehoyakim'in beğenmediği yerleri, "tanrıya başkaldırış" sayarak çakısıyla metinden kazıyıp ateşe atmasına bakılırsa sansür ilkin dinî otorite kaynaklıdır, siyasî otorite sonraki zamanlarda sansür uygulamasını devralmıştır. Yazılanın matbaa tekniğiyle yayılmasından çok önceki 'el yazsı' dönemlerinde dinî gerekçelerle başlamıştır sansür. İyonyalı filozof Pisagor (MÖ 570-495), "tanrılara hakaret" ettiği suçlamasıyla sürgüne gönderilmiş, kitapları da kalabalığın önünde yakılmıştır. Bir tür 'mektup' yazarı Anibale Capelo, 'yalan haber' ve 'iftira' suçlamasıyla 1587'de Roma'da, elleri kesilerek ve dili koparılarak cezalandırılmıştır. Oxford Üniversitesinin teoloji hocalarından John Wycliffe (1330-1384), "kilisenin havariler dönemindeki gibi yoksul olması gerektiğini" savununca papa tarafından "kâfir" ilan edilmiş, onun görüşlerinden etkilenen Prag Üniversitesi rektörü Jan Huss (1369-1415) da savunması alındıktan sonra yakılarak öldürülmüştür. Osmanlının denetçi memurları, 6 Mayıs 1902'de, 150 çuval yasak/sakıncalı yayın için yakılacak yer aramaktadır İstanbul'da. Kâtibin yazdığını çakısıyla kazıyan Kral Yehoyakim'den Mart 2023'e, adlar ve uygulama biçimleri değişse de sansür vardır, ifade edilen özgür düşünce var oldukça sansür de var olacaktır.
Milton'ın, üç yüz seksen yıl önceki sansür yasasını eleştiren konuşmasının bu gün için değerli bazı cümlelerini alıyorum Areopagitica kitabından, bu gün okuyup konuşalım diye.
"Kişi ister kamuya mâl olan biri olsun ister sıradan biri olsun vehim, ümit ya da güven vasıtasıyla güçlü biri biçimde harekete geçirilmeden toplumun iyiliği için bir şeyleri üstlenemez."
"Kitaplar elbette etkisiz nesneler değillerdir. Kitaplar da içinde can taşıyan ruhlar gibi belli bir yaşam barındırır. Kitaplar yaşamdan da ötedir. İyi bir kitap usta bir ruhun yaşamının da ötesine geçerek sarıp sarmalanmış, biriktirilmiş kıymetli bir can suyu gibidir. İyi bir kitabı tahrip etmekle hayatın özünü yok etmekle kalmaz aynı zamanda uhrevi olan ve beşinci element sayılan aklın nefesini de kesmiş ve hayata değil asıl ölümsüzlüğe darbe vurmuş olursunuz."
"Okuma serbestliğine üç itiraz getirilmektedir. Birincisi fikirlerin bulaşıcı olma tehlikesi taşıdığı söylenmektedir. Buna şöyle yanıt verilebilir. En iyi kitaplar hep en dürüst kitaplardır ve kötü kitaplardan yalnızca bazıları akla yatkındır. Akıllı bir insan maden artığının içinden altın çıkarmasını bilir. Bir aptalı güvence altına almak için niçin akıllı bir adamın birikimini arttırması engellensin ki? Ne olursa olsun ahmak yine ahmak olarak kalacaktır. İkinci tehlike olarak da gereksiz yere insanları baştan çıkarmaya lüzum olmadığı, üçüncü olarak ise beyhude işlerle uğraşılmaması gerektiği dile getirilmektedir. Şu son iki beyan için tek bir yanıtım var o da akıllı bir insan için zarar verebilecek olan kitaplar ne baştan çıkarıcıdır ne de beyhude bir uğraştır."
"Bir insan dünya adına bir şeyler kaleme alıyorsa tüm kuvvetini o işe harcıyor ve alanında uzman olmaya çabalıyor demektir. Bu kişinin eseri belki de lisans verecek olanın hiç keyif almadığı belki de bihaber olduğu bir konu üzerine kaleme alınmış bir çalışma ve söz konusu eser eğer lisans verecek olanın göz ucuyla bakacağı sınavdan geçemezse o zaman yazar yıllardır yürüttüğü titiz çalışmasını, bilgisini ve yeteneğini konuşturmamış olacak."
"İngilizlerin beyin gücünün ürünleri bir bez parçası ya da kumaş parçası misali damgalanacak mı yani? Hakarete uğrayanlar yalnızca eğitimli insanlar değil. Sıradan insanlar da düşüncesizce kaleme alınmış herhangi bir yazıdan etkilenecek kadar budala kimseler olarak görülmektedirler."
"Vicdanı temiz olan ve gerçeğe değer veren biri her şeyi açıkça tartışabilmekten kaçmamalıdır."
"Zırh işleyen ustaların çekiçleri ne kadar meşgulse hakikatin peşinde koşan insanların beyinleri de bir o kadar meşguldür."
"Eğer katı bir sistemin kölesi haline dönüştürülürsek o zaman bazılarımızın ağzını kapatmamız gerekecek ve o anda hakikati savunmaktan ziyade hakikati yok edenlere karşı kendimizi savunmalıyız."
"İyi bir hükumet hata yaptığı anda aldığı bir uyarı ile anında durumu düzeltmeye çalışırken kötü bir hükumet ise hemen rüşvete başvurur. Hatayı düzeltmek ise en yüce ve en bilge insanların harcı olabilecek bir erdemdir."
"Zira kitapların yok edilmesiyle bir nevi cinayet işlenmektedir, kitaplar cinayete kurban gitmektedir ve imgeyi biraz genişletirsek aslında soykırım yapılmaktadır."
"Eğer kitapta büyük bir heyecanla dile getirilmiş olan iddialı bir söze rastlanılırsa bu sözün kutsal bir vahiyle dile getirilmiş bir söz olup olmadığını kim tayin edecek?"
"Anlaşılıyor ki bu sansür işi ne antik bir devletin ya da hükümetin, bir kilisenin, kadim atalarımızın ya da birkaç kuşak evvelimizin bize bıraktığı bir yönetmeliktir ne de modern dönemdeki gelişmiş başka bir devletin ya da kilisenin işidir."
"Bir insan aptalsa ne yapsanız çare olmaz, o nedenle aptal bir adamı zapt edeceğiz [koruyacağız, HÖ] diye bilgeliğe doğru ilerlediği yolda akılı bir adamın önünü tıkamanın bir anlamı yoktur."
"Tanrı Âdem'e akıl verdiğinde ona seçme özgürlüğünü de tanımıştır. Akıl seçim yapmaya yarar. Akla sahip olmayan Âdem ancak yapay bir varlık olurdu ve Âdem bir kukla gibi hareket ederdi."
"Günahı yok etmek erdemi yok etmektir. Yüce tanrının bize ılımlı, adil ve ölçülü olmayı emrederken önümüze bunca baştan çıkarıcı şeyi yığmasının sebebi de budur zaten."
"Eğer terbiye vermek adına basını düzenlemeye kalkışacaksak o zaman insanların keyifli zaman geçirdikleri boş vakitleri ve dinlenmeye çekildikleri anları da düzenlememiz gerekiyor. Hiçbir yerden müzik sesi yükselmemeli, hiçbir şarkı bestelenmemeli ve her şey ciddi ve Dorik [askeri müzik] olmalı"
"Kıymetli olan ve saatlerinin değerini bilen bir insan böyle bir işi [denetleme, sansür, HÖ] zaten yapmaz. Bu işi ancak basımevlerini hizaya sokmakla para kazanmayı isteyenler üstlenebilir ve o noktadan sonra ne tür denetleyicilerle muhatap olacağımızı öngörmemiz pek de zor olmasa gerek."
"Kimse hiçbir şey öğrenmesin, dünyevi [günlük, HÖ] işler dışında kimsenin aklı bir şeye yetmesin, böylece önemli mevzularda cahil ve umursamaz olmak, ortalama bir ahmak olarak kalmak talep edilecek ve yaşanabilecek en tatlı hayat olacaktır."
"Öğrenme hevesi yüksek olduğu zaman tartışma ve yazı yazma arzusu doğar. Çok yazmak pek çok fikrin ortaya dökülmesini sağlar ve iyi bir insanın zihnindeki fikir olgunlaşmaya yüz tutmuş bilginin ta kendisidir."
"Tomurcuklanan bilgi tohumlarını ve ülkemizde gün be gün yükselerek parlayan yeni ışığı baskı altına mı alacaksınız? Yirmi tane insanla işi tekelleştirerek oligarşi kuracak ve yalnızca bu adamların terazisiyle ölçülene vakıf olmamızı sağlayıp zihinlerimizi mi kurutacaksınız?"
"Tüm özgürlükler içinde en üstün olanlarını yani bilme, ifade etme ve vicdana uygun olarak serbestçe tartışma özgürlüğümüzü bize geri verin."
"Her mahlûkun tek tip olmasını kim talep edebilir ki zaten? Reddetmektense farklılığa müsamaha göstermek daha bütünleştiricidir, daha mantıklıdır ve Hristiyanlığa çok daha uygundur."
"Kutsal kitabı savunmaya çalıştığımızı zannederken ne yazık ki zalimleşiyoruz."
Areopagitica kitabında yazılana göre "Milton'ın dile getirdiği itiraz etkili olmadı" ise de onun ölümünden sonra 1695'te 'sansür yasası' yürürlükten kaldırılmıştır. Evet, hatırlayınız ki biz de 24 Temmuz 1908 günü, gazeteleri baskı öncesinde sansür heyetine götürmeyerek görünüşte sansür dayatmasını kaldırılmıştık. Milton'ın haklı kaygısıyla "baldıran otundan kurtulmuşken bu kez de otun sapı tehdit" olmuştur 'düşünce' için ne yazık ki.
Hasan Öztürk kimdir? Hasan Öztürk 1961’de Trabzon’un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı’da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978). Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980’li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, ‘kitap’ eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile ‘Edebiyat Ufku’ , ‘K24’ ve ‘Gazete Duvar’ adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı. Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı ‘kitap kültürü’ dergisini yönetti ve dergide yazdı. Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile ‘T24 Haftalık’ ve ‘Aksi Sanat’ sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır. Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk’ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır. |