"Yine hazan mevsimi geldi/ Yine yapraklar rüzgârların peşi sıra gidecek/ Yine deli gönlüm, yine bu mevsimde/ Hicranını yalnız başına çekecek/ Hüsranını yalnız başına çekecek." Şekip Ayhan Özışık şarkısının sözlerindeki 'hazan mevsimi' için tarih belirlemeye yönelik her çaba, dönüp dolaşıp mitolojiye çıkıyor. Şarkısı söylenen mevsimin adı 'hazan' olsa da 'eylül' bu mevsimin özüdür, özetidir. İnsan yaşamında çoklukla 'hüzün' ile karşılık bulan aylardan 'eylül'; şiirlerde, şarkılarda ve tablolardayken eklendiği mevsim 'sonbahar' ise bolluğu, bereketi ve eğlenceyi temsil eder kişioğlunun yaşamında.
Adını zaman olan 'kharos'tan almış Kronos, bunaltıcı 'yaz' ve karanlık 'kış' mevsimlerinden pek hazzetmemiş olacak ki 'romantik ilkbahar' ile 'trajik sonbahar' mevsimleriyle ölçü belirlemiştir kronolojiye. Tohumu çok özel ağacın bademini yiyen su perisi Nina'nın babasız doğurduğu Attis'i beğenen Afrodit, bu sevimli çocuğu büyütsün diye yer altı tanrısı Hades'in karısı Persefone'nin yanına göndermekle büyük bir yanlışlık yapmış ise de mevsimleri başlatmış denilebilir. Mitolojide anlatılan o ki büyüttüğü çocuğa âşık olan Persefone, onu bir daha yer üstüne göndermeyerek Afrodit ile çarpışmayı göze almıştır. İki kadının çatışmasında arabuluculuk yapan Zeus, yılın dört ayında Attis'in yeryüzünde yani Afrodit'in yanında, dört ay boyunca da yer altında Persefone'nin yanında kalmasına karar verirken geri kalan dört ayı Attis'in tercihine bırakır. Attis, kendi seçimine bırakılan dört ayı da Afrodit ile geçirmeye karar verince Afrodit'in kaçamak aşkı Ares'in hışmına uğrar ki hikâye uzar gider. Yer üstündeki dört ay 'ilkbahar', yer atındaki dört ay ise 'kış' mevsimidir.
Aylardan 'eylül' ile başlayan 'sonbahar' mevsimi, sevimsiz 'kış' öncesindeki hüznün başlangıcı olabilir. Bu, bizde böyleyken güney yarım kürede hazan mevsimi 'sonbahar' bizim 'mart' ile başlayan üç ayın karşılığı zamandır. Her nerede olursa olsun, yaratıcı renkleriyle şairlere şiir, ressamlara tablo iken mutfaklara kilerdir sonbahar. İlkbahar tanrısı babasız doğmuş Attis'e karşılık, adı sonbahar ile anılan Dionisos, babası Zeus'un baldırından, annesiz doğmuştur. Bu doğum biçimi Dionisos'un, 'ayak takımı' halkın tanrısı bilinmesine neden olunca şarap ve eğlence öncelikli günlük yaşam böyle bir toplumsal gereksinim olabilir mi bilinmez. Dionisos şenliklerinde kurban edilen 'keçi' anlamıyla 'tragedya' türünün de doğduğu bu dönem, tarımsal ürünlerin bağbozumu şenlikleriyle hasat zamanıdır.
Tarihin 'eylül' ayına dair kronolojik bilgi işini bir yana bırakarak belleklere yerleşmiş birkaç 'eylül' olayını anmam gerekir. Almanya, 1 Eylül 1939'da Polonya'yı işgal ederek ikinci kez 'dünya savaşı' başlattı; dünya, insanlık suçunun enkazını henüz temizleyemedi. Bir süre 1 Eylül'de kutlanılan "dünya barış günü" sonraki yıllarda 21 Eylül'e aktarıldı. 12 Eylül 1980: Türkiye'nin on yıllık arayla tekrarlanan 'darbe' serisinin sonuncusu. Olanı/olanları unutmadık elbette ancak 'darbe' sözünü gündemimizden düşürdük diyelim. 11 Eylül 2001: Çok özel teröristlerin kaçırdığı iki yolcu uçağının ABD'nin başkentindeki Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kulelerine saldırısı. ABD, olanları yazmıştır bir kenara kuşkusuz ne var ki dünyanın gündemi hızla değişiyor, yeni maddeler var dünyanın gündeminde.
Bugünün Türkiye'sinde 'eylül' ayı geldiğinde toplumca tanık olduğumuz üç durumdan söz etmeliyiz: balık avı yasağının sona ermesi, adlî yılın başlaması ve yaygın söylenişiyle okulların açılması. Herhangi birimiz, balık yemediği/ sevmediği gerekçesiyle ilgisiz kalamaz av yasağına çünkü konu yalnız 'deniz ürünleri' değil aynı zamanda 'deniz' sorunudur da. Adlî çalışan değilsek ve adlî bir sorumunuz yoksa da 'adalet' her birimizin gündemindedir bu ülkede, bigâne kalamayız. Öğrenci olmamak ve herhangi bir okulda öğrencisi olmamak da örgün eğitimin başlangıcıyla ilgilenmeye engel değildir.
Öğrenci sayısı nüfusun yüzde yirmisine ulaşan bir ülkede 'eylül' sadece öğrenciler açısından konuşulsa yeridir. Okulla ilk kez tanışacaklar ile yeni okullarına başlayacakların heyecanına diyecek olmaz. Öncekilerin durumu başkadır heyecan konusunda, elbette onlar da özlemiştir okullarını ya tatilin bitmesini istemeyenleri de vardır eskilerin. Okul telaşı, çocuklarıyla anne babaları da sarmıştır. 12 Eylül 2022 sabahı, milyonlarca öğrenciyle onların ailelerinin heyecan günü değildir yalnızca, başlangıç gününe endeksli ekonomik hareketliliği de göz ardı etmemek gerekir. Ekonomi akılla eğitim heyecan ile yürüdüğünden midir ne, ekonomi birkaç adım önde gidiyor. Özetle 12 Eylül sabahının zili, Türkiye için çalacak.
Müziğin de esin kaynağıdır 'hazan' mevsimi. Alpay'ın, "Eylülde Gel" şarkısı kulaklarımdadır ya bu yazıyı yazarken Göksel, Erkin Koray, Linet, Aylin Şengün Taşçı, Hüsnü Arkan, Ece Mumay, Rojin, Suavi, Emre Aydın, Cem Kısmet, Mehmet Günsür dinledim yeniden, şarkılardaki 'eylül' için.
Edebiyatta 'eylül' konuşulacaksa Mehmet Rauf'un Eylül romandır akla ilk gelen. Yirminci yüzyılın ilk yılında "Servet-i Fünun" dergisinde tefrika edildikten sonra kitap olarak basılan roman, televizyon dizisi de olmuştu. Romanın bazı baskılarında, mevsimi sembolize eden sarı yapraklar kullanılmıştır kapakta. Yazarının ilk evlilik yılında yayımlanan roman, Halit Ziya'nın Aşk-ı Memnu romanına bir naziredir. Halit Ziya, yasak aşkı 'yaş' farkıyla, Mehmet Rauf ise 'zevk' ayrılığıyla anlatır. Neşideler Neşidesi kitabına uzanan ince aşkların romanıdır Eylül, inceliklere yer yok yaşamımızda ya neyse... Her ne kadar aşkın ve romanın konağı eylül ayında yanmış ise de güzeldir 'eylül' ayı: "Eylül! Öyle bir ay ki, geçen her güzel günü için ona minnettar olmak gerekliydi. Eylül esef ve özlem ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp esef eder ve özlem çeker." Cemal Süreya'nın "Eylüldü" şiirinin birkaç dizesini, yasak aşkın zamanı ve romanına ekleyeyim: "Eylüldü/ Dalından kopan yaprakların/ Sararan yanlarına yazdım adını/ Sahte bir gülüşten ibarettin oysa/ Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu…"
Bu yazımı, şarkılarda ve şiirlerdeki 'eylül' için yazayım istedim, özellikle de şiirlerdeki 'eylül' için. Şiirlerde geçen 'eylül' çok kez ömrün son demleriyle yer değiştiriyor gibi. Osmanlı şairi Bakî'den aldığım bir 'gazel' ile sözümü örneklemiş olayım:
Nâm u nişane kalmadı fasl-ı bahârdanDüşdü çemende berg-i dıraht itibârdan
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdilerBâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Her yaneden ayağına altun akup gelirEşcâr-ı bâğ himmet umar cûy-bârdan
Sahn-ı çemende durma salınsın sebâ ileÂzâdedir nihâl bugün berg ü bârdan
Bâkî çemende haylî perîşân imiş varakBenzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan
Buradaki açıklama(m) yeterli olmaz ya bir 'sonbahar' tablosu canlandırabilirim herhalde. İlkbahardan iz, belirti kalmamış ve ağacın yaprağı da itibardan düşmüştür. Bağın ağaçları, tasavvufu andırır biçimde, soyunmuş da tecrid hırkalarını giyinmiştir. Sabah rüzgârı, çınardan el almıştır, yani bir yaprak daha koparmıştır daldan. Her tarafta altın gibi sararmış güz yaprakları vardır ve akarsular bu yaprakları ayağına takarak çıplak/yoksul kalmış ağaçlara getirir. Fidan/ ağaç, bahçede salınıp dursun artık dalında yaprağı da meyvesi de kalmamıştır çünkü. Darmadağınık yaprakların zamandan/ rüzgârdan bir şikâyeti olduğu açıktır: Sonbahar.
Ahmet Haşim'in şiirinde, eteklerimizdeki "güneş rengi bir yığın yaprak" ile "ağır ağır" çıkacağımız "merdiven" bildiğimiz o zor yere götürecektir bizi. Yahya Kemal, "Eylül Sonu" şiirinde "geçen sonbaharları" anımsatarak asıl kaygısını/ kaygımızı açık eder: "Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;/ Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor."
Şiirde, daha yakın zamanlara gelerek Hilmi Yavuz'un "Eylül" şiirini, zamanın bir adlandırması sayıyorum:
eylül! daha çocukluğumdanberi size bakardım benbir yazın azalmakta olansözcüklerinden nasıl daansızın sökülürdünüzbahçelerle ve küldolardı içim… Eylül!
Eylül, kırılgan mevsim!Cam hançeri güzünDağılırdı kalbimdeBirden gecenin ve gündüzünPerdesiyle örtülürdünüzTenhâyla ve tüldolardı içim… Eylül!
Eylül, unuttum sizi!Dağ kızarır, yol sararırdıVe ben dönüşlere bakardımO aman vermez belleğinParamparça güldüğüydünüzaynalarla ve güldolardı içim… Eylül!
Ataol Behramoğlu'nun "Eylül Sabahının Serinliği" yazımın kaygısı 'eylül' şiiridir:
Eylül sabahının serinliğini,Yaprakların serinliğiniCiğerlerime dolduruyorum.
Sessizlik ve serinlikBirleşiyorYıkanmış güvercinlerVe çok uzakta bir tren sesi…
Her zaman yeniden başlamak duygusuDoğuyor içimdeHer uyanışımda.
Düşmanlarımı bağışlıyorum,Daha çok seviyorum dostlarımıHer uyanışımda…
Eylül sabahının serinliğini,Yaprakların serinliğiniYüreğime dolduruyorum.
Bu mevsim, "eşkâl-i hayatı" eylül günleriyle seyredelim biz de. İlhan Berk ile bitireyim: "Zaman ki sonsuzdur/ Bitmemiş şiirler gibidir.// Bazı hüzünleri/ Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir. // Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık/ (İsteğin bulanık kıyısında)"
Hasan Öztürk kimdir? Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978). Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı. Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı. Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır. Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır. |