Geçen hafta televizyonda, Avrupa Birliği'nin (AB) reklamını gördüm. İlk kez rastladığım için dikkatimi çekti. Acaba rutin bir girişim mi, diye düşündüm. Yoksa Türk halkı nezdinde AB'ye yönelik desteğin düştüğünü fark ederek rahatsız olmuşlar ve sempatiyi arttırmak üzere çare peşinde mi koşuyorlar, diye sorguladım. Ukrayna krizinin ardından stratejik kıymetimizin artmasının sonucu olsa gerek diye mırıldandım. Neyse, uygun ve akıllı bir karar, zamanlaması da gayet yerinde.
Önünde güçlü bir AB perspektifi olan Türkiye'nin her zaman birçok açıdan daha başarılı olduğuna inanırım. Bu inancım özellikle 2003-2008 yıllarında Belgrad'da görev yaptığım dönem güçlendi. Tabiatıyla o dönemin üzerinden neredeyse 15 yıl geçti, ilişkiler dibe vurdu. Brüksel nezdindeki yerimiz Orta Doğu ülkeleri arasına kaydırıldı. Yaş 70'e yaklaşırken, AB'nin Türkiye'yi üyeleri arasına alacağına inanmayan gruba dahil olduk. Neyse konumuz bu değil, kabahat kimindir tartışmasının da kimseye faydası olmaz. Ben iki tarafın da günahları olduğuna inananlar arasındayım. Şubat sonlarında ortaya çıkan Ukrayna işgali, AB ülkeleri vatandaşlarının, saldırıya ve istilaya uğrayan bu talihsiz ülkenin mağdur bireylerine ne kadar yakın ve candan davrandıklarını gözler önüne serdi. Avrupa'nın Ukraynalıya bakışı ile bize bakışı arasındaki uçurum, benim gözümde, acı gerçeğin kendisidir.
Brüksel'in Türkiye'ye karşı haksızlık ve ayrımcılık yaptığı doğrudur. Bunu bir kenara koyalım. Ancak her şeye rağmen, önündeki AB perspektifini muhafaza eden Ankara, AB ile katılım müzakerelerini ağır tempoyla da olsa sürdüren bir Türkiye, özellikle ekonomi alanında bugünkü derin yapısal sıkıntı ve karmaşa ile karşılaşmazdı, demokrasisi sorgulanmazdı, yargı bağımsızlığı konusunda Avrupa Konseyi'nin soruşturmasına maruz kalmazdı, hatta iddia ediyorum, turizm gelirleri bugünkü seviyenin en az iki katı seviyesinde seyrederdi. Antalya bölgemiz Alman turistlerle dolar taşardı. Hülasa, AB ile katılım müzakereleri, Türkiye için adeta bir medeniyet ve kalkınma çıpası işlevi görmektedir; keşke bu çıpaya hiç ihtiyaç duymasak.
AB'nin Türkiye'ye adil ve eşit davranmamasına öfkelenerek ilişkilerimizi bugünkü dip seviyesine taşımak bize ne kazandırdı? Hiçbir şey; ilişkileri gerdiğimizle kaldık, hakaret ve tehditlerimizin karşılığında, AB gündemindeki cuzi yerimizi de kaybettik. Bu tespiti kabul edersek, AB'nin bize karşı yanlışlarına rağmen, Brüksel'den uzaklaşmamak, katılım müzakereleri masasında ısrarla ve inatla oturarak haklarımızı savunmak icab eder sonucuna varırız. Şu hususu kafamıza koyalım: Türkiye - AB ilişkileri iki eşit muktedir arasında bir müzakere değildir. Türkiye, 60 yıldan bu yana mevcut, iyi işleyen, başarılı bir topluluk teşkilatının kapısını çalmıştır. Ev sahibinin sizi, bahçede veya ön avluda ya da evin iç girişinde karşılaması mümkündür; karar tamamen ev sahibine aittir. Muameleyi beğenmediğiniz takdirde yöneleceğiniz diğer kapılar demokrasinin takdir görmediği coğrafyalara açılır. Peki, AB sadece bize mi yukarıdan bakıyor? Macaristan daimi hedef tahtasında eleştiri oklarına muhatap olmuyor mu? Brüksel, Bulgaristan ve Romanya'ya çok mu eşit davranıyor? "Batı Balkanlar" bölgesine ikinci sınıf muamele yapıldığını 20 yıldır izlemiyor muyuz?
Komşumuz Bulgaristan'ı on yılı aşkın süreyle yöneten, "Bulgaristan'ın Avrupalı Gelişimi için Yurttaşlar" (GERB) partisinin lideri (240 üyeli parlamentoda 59 sandalye), halen ana muhalefet partisi başkanı Boyko Borisov, geçtiğimiz mart ayında gözaltına alındı, bir gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Tutuklanmasına yol açan iddialar, Avrupa Savcılığının Bulgaristan'daki temsilciliği tarafından hazırlanan 120 civarında yolsuzluk dosyasıyla bağlantılı (European Public Prosecutor Office in Bulgaria). Son 10 yıl içinde, AB fonları kullanılmak suretiyle, Bulgaristan'da büyük ulaştırma projeleri gerçekleştirildi. Bunlarla bağlantılı suistimal ve yolsuzluk dosyalarının, Sofya Savcılığına teslim edilmesi ertesinde, eski başbakanın 18 Mart günü gözaltına alındığı, ertesi gün delil yetersizliğinden serbest bırakıldığı basına yansıdı. GERB taraftarları hariç, Bulgar halkı bu istisnai tutuklamadan rahatsız olmadı. Gözaltı olayını milli gurur meselesi değil, adaletin tecellisi biçiminde değerlendirdi. Mevcut Bulgar başbakanı da "kimse yasaların üzerinde değildir" diyerek, Bulgar savcıları, görevlerini yapmaları gerektiği hususunda uyardı. Keşke komşu Bulgaristan, yolsuzlukları ve rüşveti engellemek ve ortadan kaldırmak üzere Avrupa savcısının desteğine hiç ihtiyaç duymasaydı. Lakin, komşuda yolsuzluk düzeninin devam etmesini isteyenler, tabiatıyla, mahalli savcının işlerine karışıyor gerekçesiyle Brüksel'i topa tutmaya devam ediyorlar. Bulgaristan'da kumar sektörü üzerinden para ve şöhrete kavuşan mafyavari isimlerden Vasil Bojkov da, Borisov aleyhine ifade vermiş. Eski başbakana yıllarca rüşvet verdikten sonra Dubai'ye kaçmak zorunda kalan Oligark Bojkov, Sedat Peker misali, Dubai'den sosyal medya açıklamaları yaparak Bulgaristan siyasetini karıştırmayı sürdürüyor.
Bu zatın, Bulgaristan'da, futbol ve siyaset alanlarında son 20 yıl içinde karıştığı faaliyetlere göz atarsanız, iyi ki Bulgaristan AB üyesi olmuş ve bu karanlık mafya/oligark sayfasını kapatmış dersiniz. Bulgaristan Avrupa Birliğine üye olmasaydı bugün ne durumda olurdu çok merak ediyorum. Pek muhtemelen, Belarus benzeri otoriter, tek adam rejimiyle yönetilen, mafya kapitalizminin hüküm sürdüğü, demokrasiden uzak bir ülke olurdu. AB üyeliği, Bulgaristan'ı, demokratik hukuk devleti olma yoluna itmiştir ve itmeye devam etmektedir. Bu yolculuk sırasında, Brüksel makamları, Sofya'daki siyasetçilere, zaman zaman havuç ve sopa göstermekte, doğrular ve yanlışlar konusunda, başöğretmen edalarda, ikazlarda bulunmaktadır. Komşudaki demokrasi geleneği güçlendikçe, AB müdahalesinin de tedricen ortadan kalkması beklenir.
Biliyorsunuz, 2005 yılında başlayan Türkiye-AB katılım müzakereleri masasından biz kalkmadık. Karşı taraf görüşmeleri önce durdurdu, sonra erteledi, daha sonra da tamamen rafa kaldırdı. Bu durumda suçun Ankara'da olmadığını iddia edebiliriz. Lakin, bugün Türkiye'de bu kanaatte olanların azınlıkta kaldıklarını düşünüyorum. Ukrayna krizi, hayırlara vesile oldu ve Batı Balkanların AB üyeliği konusunda mevcut rehaveti ve iştahsızlığı dağıttı. Artık, güçlü AB ülkelerinden, Batı Balkanlara, AB üyeliği konusunda destek mesajları geliyor. Komşu Bulgaristan, Kuzey Makedonya'ya uyguladığı manasız vetoyu kaldırırsa, bu ülke, Arnavutluk ile birlikte, yakın gelecekte, katılım müzakerelerine başlayacak. Tabiatıyla, Kosova ve Bosna-Hersek ile müzakereler daha çetin ve uzun olacaktır. 2005 yılında, Türkiye ve Hırvatistan'ın birlikte, AB ile katılım müzakerelerine başladıkları dönemde, Batı Balkan ülkelerinin Türkiye'ye gıpta ile baktıklarını, buruk bir keyif içinde hatırlamaya devam ediyorum. En doğrusu AB üyesi olabilecek seviyeye masayı devirmeden ve fazla gecikmeden ulaşmak, ardından, tarihi kararı, referandum vasıtasıyla halkımızın sağduyusuna emanet etmek. Nereden nereye değil mi dostlar?