Türkiye'nin kuzeyinden, Doğu - Batı istikametinde, ürkütücü fay hatları geçiyor, Ermenistan sınırından, Güney Doğu'ya yönelen fay hatlarımız ise Akdeniz'e doğru uzandıktan sonra, Kızıldeniz kıyısından denizin derinliklerine dalıyor. Düzce nüfusuna kayıtlı TC vatandaşı olarak, çocukluğumdan bu yana deprem gerçeğiyle yaşadım. Son Kahramanmaraş depreminde, 50 bin civarında kayıpla, sınıfta kaldığımız tescillendi.
Ulusların kaderleri kendilerine bağlı. Deprem gibi, sel gibi, doğal afetler her ülkeyi vurabilir, tabiatın sillesinden kurtuluş yok. Mesele afetlerden gerekli dersleri çıkarabilmek. Yaşanan felaketlerden dersleri çıkarıp gerekli tedbirleri alan uluslar, müteakip afetten en az kayıpla çıkarlar. Konu kader veya yazgı konusu değil; yaşananlardan ders alma veya almama meselesi. Depremin ardından, Latin Amerika yazılarıyla tanıdığımız Esra Akgemci, Şili'nin depremle mücadelesini T24'te (12 Şubat) kaleme aldı. Bu yazının özeti, Pasifik Deprem Kuşağında yer alan Şili'nin eski depremlerden gerekli dersi çıkardığı yönündeydi. Nitekim Küba'da görev yaptığım dönemde, Şili'de, 8,2 şiddetinde deprem meydana geldi (2014 Nisan). Sadece 20-30 civarında kayıp yaşandığını öğrenince hayretlere düştüğümü hatırlıyorum. Kahramanmaraş depreminin yol açtığı çok büyük kayıplarımızı kader teorisiyle açıklayan değerli siyasilerimize, Şili örneğini hatırlatmakta yetiniyorum. Şili yaşadığı depremlerden gerekli dersleri çıkarmış ülkemiz ise çıkaramamıştır. İşin özü budur.
Depremlerin ardından yaraların sarılmasında sergilenen tutumlar ulusların medeniyet seviyesini ortaya koyar. Dayanışma ve yardımlaşma duyguları diğer dürtülere galebe çalarsa, yaralar çabucak sarılır. Yardımlaşma itibariyle halkımızın son derece cömert davrandığını, küçük grupların derhal organize olarak yardımlarını ilk birkaç gün içinde depremzedelere ulaştırdıklarını memnuniyetle izledik. Dayanışma ile kast ettiğim, siyasi teşkilatların, aralarındaki görüş ayrılıklarını bir kenara koyarak depremzedeler için işbirliği yapmaları, siyasi puan toplama yarışından kaçınmaları, aralarında geçici ateşkes ilan etmek suretiyle enerjilerini tamamen depremin yaralarını sarmaya yönelmeleri vasfıdır. Maalesef, siyasilerimiz, ateşkes ilanı ve dayanışma sergileme sınavından geçemediler. Bu süreçte, mücadele, dayanışma duyguları ve partizan dürtüler arasındadır. Afete uğramış ülkede, doğru tarafta, dayanışma, birlik, beraberlik duyguları, yanlış tarafta, siyasi puan toplama ve rakip tarafı suçlama dürtüleri öne çıkar. Siyasi dayanışmanın ve toplumsal disiplinin galip geldiği ülkelerin ulusları, felaketin yıkımlarını, daha güçlüsünü ve dayanıklısını inşa etmek suretiyle geride bırakırlar. Bir bakıma ülke sınıf atlar. Müteakip depremlerde oluşan cüzi can ve mal kayıpları ülkenin özgüvenini arttırır: Şili örneğinde gördüğümüz üzere.
Ülkemizin doğusu ve güneyindeki coğrafyalara göz attığımızda, siyasi dayanışma, milli birlik beraberlik, toplumsal disiplin geleneğinin yeterince gelişmediğini fark ediyoruz. Bakın, Irak 20-30 yıldır toparlanamıyor. Diktatör Saddam gitti, Irak bitti. Savaşın sarstığı güney komşumuzda, Şiiler ile ülkeyi yıllarca idare eden Sünniler bir araya gelemiyorlar. Uzlaşsalar, petrol gelirleriyle 5-10 yılda toparlanırlar, refaha kavuşurlar. Uzlaşma ve barışma vasıfları Orta Doğu bölgesinde maalesef yeterince gelişmemiş. İç savaşın darmadağın ettiği Suriye'nin durumu Irak'dan daha kötü. Çoğunluğu Sünni olan ülke, on yıllarca, Şii azınlık tarafından demir yumrukla idare edilmiş. Yılların kırgınlıkları, iç savaşın doğurduğu nefret ile ikiye katlanmış. Suriye'nin geleceği için iyimser olmaya imkan var mı? Libya'da benzer durumda, diktatör Kaddafi'nin devrilmesinin ardından ülkenin doğusu ve batısı ortak bir zeminde buluşamıyor. Petrol zengini ülkede iki yıldır seçimler yapılamıyor. Bingazi liderliğindeki Libyalılar, başkent Trablus'da bulunan ve Birleşmiş Milletler'in tanıdığı hükümeti tanımıyor. 3 milyon nüfuslu ülkenin doğusu ve batısı bir masada oturup birlikte seçim mutabakatına dahi varamıyor. Güney Sudan'da, bir tarafta Dinkalar, karşı tarafta Nuerler, 10 yıldır anlaşamazlar, iktidarı paylaşamazlar, zavallı Güney Sudan halkı bir gün rahat nefes alamamıştır. Örnekleri arttırmak mümkün. Yolsuzluklar, siyasi istikrarsızlık ve karşılıklı güven eksikliği nedeniyle başları dertten kurtulmayan bu ülkelerde, siyasi uzlaşma kültürü, anlayış ve empati gelişmemiştir. Yabancı silahlı güçlerin işgali, iç savaş, büyük afetler gibi olağan dışı gelişmeler dahi, bu ülkelerdeki siyasi elitleri bir araya getiremez, elele verip ülkeyi çamurdan çıkarmaya muvaffak olamazlar.
1999 yılında Avrupa Birliğine aday olan, 2005 yılında AB ile katılım müzakerelerine başlayan Türkiye, son 10-15 yıldır, batılı kuruluşlardan ve çağdaş değerlerden uzaklaşıyor, yukarıda saydığım ülkelere yaklaşıyor, giderek bunlara benziyor. 6 Şubat günü, çok büyük bir afet yaşadık, halkımız olağanüstü bir yardımlaşma ve dayanışma sergilerken, siyasilerimiz arasında, kavga, gürültü, hakaret eksik olmadı. Ta Burundi'den arama-kurtarma ekibinin gelmesi takdir görüyor, büyük bir şehrimizin belediyesinin yardım faaliyeti benimsenmiyor. İtalyanlar, Fransızlar, yaralılar için sahra hastanesi kurarken, siyasi kimliği olan bir doktorun hastane kurması engelleniyor. Kızılay'ın hizmetlerini yeterli bulmayanlara hakaretler ediliyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. İktidar ile muhalefetin, artık birbirlerine hiç tahammülü kalmamış, gece gündüz kavgalı çiftlere dönüşmüş. Yardım toplayan kamu kurumlarına güveni kalmayan bir grup iyiliksever, güven duydukları bir sivil toplum kuruluşunu tercih ediyorlar, kamudan bu kuruluşa öfke ve tehdit işaretleri yöneliyor. Deprem öncesi topallayan demokrasimiz, deprem ertesi yürüyemez duruma evriliyor. 1946 yılında çok partili seçimler gerçekleştiren Türk demokrasisi, 80 yıl sonra duvara toslamak üzere. Ben ülkemin geleceği hakkında hayli kötümserim, inşallah yanılıyorumdur.
Yolsuzlukların nadir olduğu, gelir dağılımı adaletsizliğinin en aza indirgendiği, fırsat eşitsizliğinin yaygın olmadığı toplumlarda dayanışma güçlüdür. Ülkemizde, deprem ertesinde, siyasiler arasında ne bir dayanışma ne de bir mütareke girişimi görüyoruz. İktidar ve muhalefet arasında mevcut güven sorunu ve aşırı gerginlik mütarekeyi engelliyor. Bazı siyasi partilerimiz, diğerlerini, siyasi rakip değil, düşman telakki ediyor. Düzenlenen her ihalenin, yapılan her inşaatın arkasında bir yolsuzluk bulunduğuna, bir rant hesabı olduğuna inanıyor. Deprem sadece can ve mal kaybına yol açmadı, seferberlik, dayanışma, anlayış, birlik-beraberlik duygularımızı da sarstı.
Yakinen takip ettiğim Venezuela'da, iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiler, yıllarca süren sağ-sol çekişmesi sonucunda, güçlü ve derin bir düşmanlığa dönüşmüştür; halk aşırı kutuplaşmış, ayrışmıştır, yarısı Amerikan düşmanıdır, kalanı Amerikan hayranı. Deprem sonrası kötümserliği içinde, "acaba Venezuela gibi olur muyuz?" saplantısı aklımdan çıkmıyor. Endişelerim ciddi. Kendimi, Batılı limandan demir almış, Batılı çıpadan vazgeçmiş, Orta Doğu'ya yönelen bir geminin güvertesinde hissediyorum. Sakallı Celal'in ruhu şad olsun.
Hasan Servet Öktem kimdir? Hasan Servet Öktem 1953 yılında Düzce’de doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (Mülkiye) bitirdi. 1977 yılında “meslek memuru” olarak Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Stuttgart, Tahran, Cenevre (BM) ve Ottawa'da görev yaptı. Belgrad (2003-2008) ve Havana’da (2012-2016) büyükelçi olarak Türkiye’yi temsil etti. Merkezde, Dışişleri Bakanlığı Personel Dairesi Başkanlığı, Uzakdoğu-Afrika Genel Müdürlüğü, İkili Siyasi İlişkiler Genel Müdürlüğü, görevlerinde bulundu. Yaklaşık 41 yıl çalıştığı Dışişleri Bakanlığı’ndan 2018 yılında emekliye ayrıldı. T24’te 2018 yılından itibaren, ağırlıklı olarak Afrika ve Latin Amerika'daki gelişmeleri yorumlayan yazılar yazıyor. |