Fransa'nın Afrika'da çok önemli bir ağırlığı ve nüfuzu olduğunu herkes bilir ve kabul eder. Son iki-üç yıldır Paris'in bu gücünde ciddi bir erozyona şahit oluyoruz. İşin ilginç tarafı Fransa'nın söz konusu gerilemesi tek yanlı bir durum değil. Rusya ilerledikçe Fransa'nın geri çekilmek zorunda kalması bayağı dikkatleri çekiyor. Aklımıza, "Rusya Afrika kıtasına geri dönmeseydi (2017) Fransa bu şekilde geri adımlar atmak durumunda kalır mıydı?" soruları geliyor. Öte yandan, büyük resme bakınca, Çin'in Afrika'da fasılasız büyüdüğü ve güçlendiği gerçeğiyle karşılaşırız. Bu büyüme, tüm batılı ülkelerin aleyhine meydana gelmiş ve tamamını rahatsız etmiştir. Lakin Rusya'nın kıtaya geri dönüşünün ve 3-5 sene içinde güçlü bir oyuncu haline gelmesinin, batı dünyası açısından daha ciddi bir endişe kaynağı teşkil ettiğini gözlüyoruz. Ezcümle, eski Fransız sömürgesi üç ülkenin, Rusya'yı tercihle, Fransa'ya kapıyı göstermeleri, Paris'e hayli itibar kaybettirmiş ve geleneksel Afrika politikasının gözden geçirilmesine yol açmıştır.
Fransa'nın Afrika'daki gücü eski sömürgeci ülke konumundan kaynaklanıyor. Kıtadaki 54 ülkenin 21'inde Fransızca resmi dil statüsündedir. Bu lisanın yaygın biçimde konuşulduğu Magrep bölgesi de hesaba katılırsa rakam 26'ya yükselir; başka deyişle Afrika'nın yarısında fransızca geçerlidir biçiminde özetleyebiliriz. Birkaç sene öncesine kadar batı Afrika'nın 8 ülkesinde kesin bir Fransız hakimiyeti söz konusu idi. Burada, siyasi, askeri, ekonomik-finansal, sosyal ve kültürel alanları kapsayan mutlak bir hakimiyetten söz ediyoruz. 2012 ve 2018 yıllarında, geçici görevler vesilesiyle bulunduğum Bamako'da (Mali), Fransız büyükelçisinin, diğer büyükelçilerin ötesinde, çok etkili ve ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğuna bizzat tanık olmuştum. Senegal, Mali, Burkina Faso, Fildişi Sahili, Nijer, Gine (Konakri), Togo ve Benin "Batı Afrika CFA frangı" adlı ortak para birimi kullanır. Sermaye, güven ve uzmanlık gerektiren bu mali işbirliğinin gerisinde Fransız Merkez Bankası bulunur. Orta Afrika bölgesinde, benzer şekilde, Kamerun, Kongo (Brazavil), Gabon, Merkezi Afrika Cumhuriyeti, Ekvator Ginesi ve Çad, yine Fransız Merkez Bankası önderliğinde, ortak para birimi (Orta Afrika CFA frangı) kullanırlar.
Yukarıdaki ülkelerin yeraltı ve yer üstü zenginlikleri hep Fransız şirketleri tarafından değerlendirilmiştir. Kazanç kapısı büyük her işletmenin arkasında Fransız sermayesi yer almıştır. Katma değerin dengesiz biçimde Fransızların cebine girmesinden rahatsız olan milliyetçi ve dürüst liderler, itirazları yükseldiğinde, Fransız askerleri tarafından iktidardan indirilmiş, yerlerine Paris'e zorluk çıkarmayacakları varsayılanlar oturtulmuştur. Askeri yöntemlere iki de bir başvurulmasından ötürü Fransa'nın adının "bölgenin jandarması"na çıktığı, Fransız basınında sıklıkla itiraf edilmiştir. Paris'in usta diplomatları, söz konusu askeri müdahaleler sırasında, "barış ve istikrarın geri dönüşünü teminen" Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin de onayını almak suretiyle, zemini meşru hale getirmeyi de ihmal etmemiştir. Merkezi Afrika Cumhuriyeti'ne, bağımsızlığı sonrasında, Fransa'nın toplamda 7 kez askeri müdahalede bulunduğu dikkate alındığında, jandarma görevinin vahameti daha net biçimde anlaşılacaktır.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım sömürgeci politika, Fransa ve Afrika kelimelerinin birleşmesinden oluşan "Françafrique" terimiyle anlatılır ve bilinir. Fransa'daki sol ve aydın çevrelerin sıklıkla eleştirdikleri "Françafrique" politikasının sona erdiği, kıta ile ilişkilerde yeni bir sayfa açıldığı, geçtiğimiz yıllarda, defalarca duyurulmasına rağmen, huylu huyundan bir türlü vazgeçmemiştir. "Françafrique" döneminin geride kaldığı, son defa, Emmanuel Macron tarafından mart ayı başında resmen açıklanmıştır. Bu defa, kötü şöhreti yayılan bu geleneksel politikaya cidden son verilip verilmediğini zaman gösterecek. 2020 yılından günümüze Fransa, Batı ve Orta Afrika'da, halklar ve yönetimler nezdinde, ciddi itibar kaybetmiş, üç bölge ülkesinden adeta kapı dışarı edilmiştir. Mali, Gine (Konakri) ve Burkina Faso'da meydana gelen askeri darbelerin, bölgedeki Fransız hegemonyasının sonunun başlangıcını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Yarın, benzer bir akıbetin, Nijer ve Çad' da tekerrür edeceğini ileri sürenlere dahi rastlanıyor.
Yukarıdaki koşullarda, yani Fransa'nın özellikle Batı Afrika'da ciddi itibar kaybına uğraması ertesinde, mart ayı başında, Emmanuel Macron, dört Afrika ülkesine yapacağı ziyaret vesilesiyle, Fransa'nın Afrika politikasında "Françafrique" döneminin kapandığını, kıtadaki Fransız askerinin artık jandarma görevine soyunmayacağını, içişlerine (seçimlere) karışılmayacağını, Afrikalı ortaklarıyla yeni ilişkilerin birlikte inşa edileceğini, Paris'in Afrika'da bundan böyle tevazu içinde hareket edeceğini ve öne çıkmayacağını ilan etmiş, Fransa'ya ait askeri üslerde yönetimin ev sahibi ülke ile işbirliği halinde yürütüleceğini (co-gerance) duyurmuştur (Senegal, Fildişi Sahili, Gabon ve Cibuti'de askeri üsler mevcuttur).
Yukarıda özetlendiği çerçevede, günah keçisi ilan edilen "Françafrique" politikasının masadan ve gündemden kaldırılması, Fransa'nın Afrika işlerinden elini eteğini çekeceği anlamına tabiatıyla gelmemektedir. Afrika, hiç şüphesiz, Fransa bakımından son derece önemli bir coğrafya kalmaya devam edecektir. Vahim gelişmeler ertesinde, Paris, 2023 başlarında, Afrika'daki menfaatlerini, askeri metotlarla, buyurgan yöntemlerle gerçekleştiremeyeceğini kavramış ve yeni bir Afrika stratejisi geliştirmiştir. Yeni stratejinin güç politikasına dayanmayacağı, "yumuşak güç" politikasının öne çıkarılacağı, Afrika halklarına ve yönetimlerine bundan böyle yukarıdan bakılmayacağı sözü verilmektedir. Sivil toplum kuruluşlarına ve genç kitlelere önem atfetmek suretiyle Fransa'nın popülaritesinin yukarıya çekilmesi hedeflenmiştir. Özetle, Paris'in, Türkiye'nin Afrika'da yıllardır izlediği "kazan-kazan" politikasını benimsediği anlaşılmaktadır.
Emmanuel Macron'un yukarıda değinilen ziyareti vesilesiyle Fransız basınında yayımlanan makalelerde, Çin, Hindistan, Türkiye ve Rusya gibi Afrika'da güçlenen ülkeler ile rekabet etmesi bakımından, Fransa'nın jandarma rolünü terk edip, ticaret ve yatırım çabalarına yoğunlaşması gerektiği vurgulanmaktadır. Türk iş adamlarının Afrika'daki başarılı çabalarının batı basınında takdir edilmesi sevindiricidir. Nitekim, son 3-5 yıl içinde, Türk Savunma Sanayiinin, İHA, SİHA ve helikopter satışlarıyla kıtada öne çıkmaya başladığı da batı basınına yansımıştır. Özetle, kıtada, Fransa'nın gerilemesine, Türkiye'nin ise ilerlemesine şahit oluyoruz. Bu durum karşısında Fransa'nın bizi kıskanması gayet doğaldır. Ne dersiniz?
Hasan Servet Öktem kimdir? Hasan Servet Öktem 1953 yılında Düzce’de doğdu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (Mülkiye) bitirdi. 1977 yılında “meslek memuru” olarak Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Stuttgart, Tahran, Cenevre (BM) ve Ottawa'da görev yaptı. Belgrad (2003-2008) ve Havana’da (2012-2016) büyükelçi olarak Türkiye’yi temsil etti. Merkezde, Dışişleri Bakanlığı Personel Dairesi Başkanlığı, Uzakdoğu-Afrika Genel Müdürlüğü, İkili Siyasi İlişkiler Genel Müdürlüğü, görevlerinde bulundu. Yaklaşık 41 yıl çalıştığı Dışişleri Bakanlığı’ndan 2018 yılında emekliye ayrıldı. T24’te 2018 yılından itibaren, ağırlıklı olarak Afrika ve Latin Amerika'daki gelişmeleri yorumlayan yazılar yazıyor. |