Küba’da seçim süreci 11 Mart’ta başlıyor: Artık Küba’yı soyadı Castro olmayan bir lider yönetecek.
Önümüzdeki Nisan ayından itibaren sosyalist Küba’nın 58 yıllık tarihinde ilk kez Castro kardeşlerin yer almayacağı bir parlamento görev yapacak. 2016 yılı kasımında “Küba devriminin tarihi lideri” Fidel Castro’nun hayata gözlerini yumduğu hatırlıyoruz. 2006 yılında sağlık sebepleriyle dümeni ağabeyinden devralan, 86 yaşındaki Raúl Castro’nun görevi önümüzdeki Nisan ayında sona erecek. 1960 devrimiyle sosyalist sistemi benimseyen Küba’da ilk kez Castro soyadını taşımayan ve devrimden sonra doğmuş bir lider görevi devralacak. Küba Komünist Partisi üst düzey devlet görevlerini iki dönemle kısıtladı. Raúl Castro bu çerçevede 2018 yılı başında görevi devredeceğini birkaç yıl önce açıkladı.
2014 yılından itibaren Devlet Konseyi ve Bakanlar Konseyi 1. Başkan Yardımcısı görevini sürdüren Díaz-Canel’in ülkenin yeni lideri olarak seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Castro kardeşlerle birlikte devrimi gerçekleştiren yaşlı ekibin de görevlerini bırakmaları bekleniyor.
Peki, Raúl her şeyi bırakıp, tropikal ağaçlar arasındaki evine mi çekilecek? Hayır, 2021 yılında düzenlenecek Küba Komünist Partisi 8. Kongresine kadar Partinin 1. Sekreteri koltuğunu muhafaza edecek. Küba Komünist Partisi, Küba anayasasına göre devletin temel istikametini ve politikalarını belirleyen en üst organ konumunda bulunduğundan, Raúl Castro, üç yıl daha, biraz arkada, ama en kuvvetli koltuğun sahibi olmayı sürdürecek.
Díaz-Canel nasıl bir Küba teslim alacak? İdeolojik gözlükleri bir kenara bırakarak devrimin ülkeye neler kazandırdığına, nerelerde muvaffak olamadığına tarafsız gözle bakalım. Küba devriminin: Sağlık, eğitim, güvenlik, asayiş, kamu düzeni , dış ilişkiler, diplomasi, kültür, müzik, spor alanlarında başarılı olduğu ve Küba’ya uluslararası toplum nezdinde saygın bir yer kazandırdığı tarafsız gözlemcilerin ortak tespitidir. Söz konusu muvaffakiyetleri uluslararası kuruluşların raporları da teyit etmektedir.
Buna mukabil Küba ekonomisinin (tarım dahil) başarılı olduğunu iddia etmek hata olur. 2012-2016 yılları arasında bu ülkede dört buçuk yıl görev yaptım. Ekonomide başarı kazanıldığını söyleyen, yerli-yabancı, resmi-gayri resmi, bir şahıs ve kuruma rastladığımı hatırlamıyorum.
Velhasıl, Díaz-Canel ve yeni ekibin en çetin görevi, ideolojik ve doktrinsel muhalefeti kale almadan, ekonominin önündeki engelleri kaldırmak ve ekonomi çarklarının verimli biçimde dönmesini sağlamaktır.
Dört yıl önce yürürlüğe giren , Yönetimin ekonomi kurmayları tarafından 2 yıla yakın çalışma neticesinde hazırlanan yabancı sermaye kanunuyla ülkeye her yıl 2,5 milyar dolar yatırım gelmesi öngörülmesine rağmen , bu hedeflere yaklaşılamamıştır. Yeni yönetimin mevzuatı ve uygulamayı yabancı firmalara cazip gelecek hale getirmesi kritik önem arz etmektedir.
Küba ekonomisinin reforma tabi tutulmasının özünde tartışma yoktur. Tartışma reformların kapsamı ve süratiyle ilgilidir. Raúl Castro yönetimi tarafından 2008 yılından itibaren (reform denilmeksizin) ekonomik reformlar(actualización adıyla) çok temkinli ve yavaş biçimde uygulanmaya başlanmıştır. Devlet gastronomi, taksicilik, berberlik vs. gibi “gereksiz” alanlardan çekilmiş, kamu iktisadi teşebbüslerinin kazanç elde edebilecek tarzda yönetilmeleri kararlaştırılmış (mesela şeker bakanlığı daha özerk kamu şeker şirketine dönüştürülmüştür), özel sektörün izin verilen mesleklerde sınırlı faaliyet göstermesine müsaade edilmiş, kooperatiflerin kurulması ve genişlemesi teşvik edilmiştir.
2015 yılında bu reform uygulamaları gözden geçirilmiş, “ekonomik ve sosyal politikaların ana çizgileri” adı altında, 200 civarında madde halinde yeni baştan derlenmiştir.
Küba ekonomisi en büyük darbeyi, S.S.C.B’nin çökmesi ardından yaşamış, 1991 – 1994 yılları arasında ekonomisi % 35 küçülmüş, yaşanan fakirlik ve açlık (Período especial) hafızalarda yer etmiştir.
Küba ekonomisinin bugün yaşadığı kriz, bu defa ülkenin bir numaralı siyasi ve ekonomik ortağı Venezüella’nın iflasıyla yakın bağlantılıdır. Küba yönetimi, ekonomisinin soğuk savaş döneminde Doğu Blokuna yaslanmasının bedelini ödemesine rağmen benzer bir hata tekrarlanmıştır.
Halen Küba’da çalışan nüfusun % 20 civarı kendi hesabına çalışmaktadır. Bu rakam her geçen yıl artmaya devam etmektedir. Bu kesimin, makul kurallar içinde kalarak, ülke ekonomisine daha fazla katkı yapabileceği açıktır.
Havana’daki ilk yıllarımda, Küba ekonomisi için çözüm yolları üzerinde dururken, Çin ve Vietnam’ın benimsedikleri, başarısı kanıtlanmış ekonomik modelin, yanlışları tekrarlanmaksızın, Küba değerleri içinde kalınarak, ülke gerçeklerine ve şartlarına adapte edilerek benimsenmesini en makul seçenekler arasında değerlendirirdim. Zaman içinde, Küba’daki karar odaklarının özel sektöre ve yabancı sermayeye hala yeterince güven duymadıklarını, bu iki sektörün güçlenmesinin devrimin değer ve getirilerini zayıflatacağı endişesini taşıdıklarını gözlemledim.
Görevli olduğum dönemde, Bodrum merkezli balıkçılık firmamız Kılıç Holding Küba’ya gelerek ciddi ölçekte bir yatırım yapmak üzere görüşmeler yaptı. Küba makamları Türk firmasının kapasitesini ve başarısını kavrayarak ve Küba’ya yapacağı katkıyı görerek ellerinden geldiği kadar yardımcı oldular. Ancak Kılıç Holding aynı bölgede bulunan, birçok açıdan benzerlik taşıyan, amma, yabancı yatırım mevzuatı çok daha cazip Dominik Cumhuriyeti’ni tercih etti.
Díaz-Canel Yönetimi, Küba’nın yabancı sermaye mevzuatını daha cazip hale getirir mi? Yaparsa, engellerle karşılaşır mı? “Ekonomik ve sosyal politikaların ana çizgilerini” kendi hesabına çalışanlar (özel sektör) lehine genişletir ve uygular mı? Bu durumda, hantal bürokrasi, ekonomik milliyetçi zihniyetler nasıl tepki verir? Büyük ekonomik işletmelerin sahibi ordu ne der? Bekleyelim, görelim.
Kırgın gittiğim ama mutlu döndüğüm Küba’nın ekonomik zorluklarını barış ve istikrar içinde aşması samimi temennimdir. Küba’yla ilgili başka konuları müteakip yazılarımda ele alacağım.