Politikacıların esnek olanları galiba daha makbul kabul ediliyor. Ancak her şeyin bir sınırı olmalı. Ne kadar esneklik müsamaha çizgisi içinde kalır? Bu sorunun cevabının ülkeden ülkeye değiştiğini biliyoruz. Konuyu Balkanlara, özellikle Sırbistan'a getirmek istiyorum. Sırbistan'ın seçim üzerine seçim kazanan devlet başkanı Aleksandar Vucic'i, Belgrad yıllarımdan (2003 - 2008) tanıyorum. O zaman siyasi yelpazenin, batı karşıtı aşırı Sırp milliyetçisi cephesindeydi. Yani Yugoslavya'nın yıkılmasına yol açan, "Büyük Sırbistan" idealleri uğruna Boşnakları ve Kosovalı Arnavutları kesen ve etnik temizliğe tabi tutan, Slobodan Miloseviç'in görüşlerini savunan siyasetçiler arasında sivriliyordu. Kararlarından ve beyanatlarından, NATO ve ABD'nden nefret ettiği, AB ülkelerine kuşkuyla baktığı, Hırvatlar, Boşnaklar ve Arnavutlar hakkında derin olumsuz duygular beslediği ve nihayet bizlerden de (Türkler ve Osmanlı geçmişleri) hiç hoşlanmadığı açıkça görülüyordu.
O dönemde Sırbistan'da Vucic'in görüşleri paralelinde iki siyasi parti mevcuttu. Tüm Yugoslavya'yı kana bulayan Slobodan Miloseviç'in önderliğindeki Sırbistan Sosyalist Partisi ile aşırı Sırp milliyetçisi Vojislav Şeşelj'in kurduğu ve yükselttiği Sırbistan Radikal Partisi. Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi yargıçları tarafından hakkında tutuklama kararı çıkarılması üzerine, Şeşelj, 2003 başlarında, hukukçu kimliğinin verdiği aşırı güvenle, batılı ülkelerin suçlamalarına meydan okuyarak, gönüllü biçimde, Lahey'e gitti ve Mahkeme'ye teslim oldu. Şeşelj'in yokluğunda Parti, ılımlı kanadın lideri Tomislav Nikoliç'e teslim edilirken, partinin iki numarasına Aleksandar Vucic getirildi.
Belgrad yıllarımızda, biz dahil, tüm batılı ülkelerin büyükelçileri anılan iki parti mensuplarından hep uzak durduk. Sosyal ve kültürel vesilelerle bazı etkinliklerde bir araya gelinse bile, ana muhalefet partisinin liderleri olmalarına rağmen, Nikoliç ve Vucic ile konuşmaktan kaçındık, sırtımızı dönmeyi tercih ettik. Adıgeçenlerle sohbet etmekte beis görmeyen bazı müslüman ve Afrikalı büyükelçileri ise yadırgadığımızı hâlâ hatırlıyorum.
Anılan iki siyasi partiye karşıtlığımızın bir başka nedeni ise, aşırı sırp milliyetçisi çevreler ile sırp mafyası arasında mevcut ilişkiler ve yakınlık idi. Slobodan Miloseviç'i 2000 yılında iktidardan indiren "Sırbistan Demokratik Muhalefeti" liderlerinden, bilahare Sırbistan başbakanı olan Zoran Dindiç'in, 2003 yılı, 12 Mart günü, Sırp mafyası tarafından, öğle vakti ve Başbakanlık binasına girerken vurulduğunu unutmuyoruz.
Reformcu, batıcı, dürüst ve tam bir demokrat olan Boris Tadiç'in 2004 yılında cumhurbaşkanı seçilmesiyle başlayan yeni dönemde, Belgrad'ın yönünü tamamen Brüksel'e çevirmesiyle birlikte, ülkenin hızla kalkınacağını, demokrasinin güçleneceğini, ve hukuk devleti haline dönüşecek Sırbistan'da, Miloseviç ve Şeşelj ile özdeşleşmiş siyasi partilerin giderek güçlerini yitirerek marjinal hale geleceklerini düşündük ve yazdık değerlendirmelerimizde. Yıllar içerisinde yanıldığımız anlaşıldı: Aleksandar Vucic Sırbistan’ın en güçlü adamı haline dönüştü. 2012’den günümüze kazandığı başarılara ilaveten, geçtiğimiz haziran ayında yapılan seçimlerde, partisinin oyların yüzde 63' ünü toplamasıyla, ülke tarihinin en büyük seçim zaferini hanesine yazdırdı.
Aleksandar Vucic'in önlenemez yükselişi nasıl gelişti? Her şey 2008 yılında Sırbistan Radikal Partisi başkanı Tomislav Nikoliç'in partisinden ayrılarak ve ılımlı üyelerini yanında götürerek yeni bir parti kurmasıyla başladı. Sırp İlerleme Partisi adındaki yeni kuruluş derhal 180 derece yön değiştirerek başından itibaren Avrupa Birliği taraftarı oldu. Kosova konusunda katı, tavizsiz ve uzlaşmaz tutumu bir kenara bıraktı, çok sayıda devletin tanıdığı bu yeni ülkeyi tanımayı reddetmekle birlikte, Avrupa Birliği aracılığıyla Kosova ile masaya oturmayı ve sorunları görüşmeyi kabul etti. Tomislav Nikoliç ve Aleksandar Vucic idaresi altındaki yeni parti, Brüksel istikametine yönelirken, Sırbistan'ın geleneksel müttefiki Rusya'dan uzaklaşmadı, NATO ile mesafesini korumayı tercih etti.
2008 senesinde kurulan parti, dört yıl sonra, 2012 yazında yapılan seçimlerde, kurdukları seçim ittifakının da desteğiyle, batıcı cumhurbaşkanı Tadiç'i ikinci turda, cüzi bir oy farkıyla yenmeyi başardı. Tomislav Nikoliç, bu zafer neticesinde cumhurbaşkanı olurken Aleksandar Vucic de parti başkanlığını ele geçirdi ve bu koltuğu bir daha hiç bırakmadı.
Miloseviç'in kurduğu partinin başındaki Ivica Dacic de oyuna dahil oldu, trende uyarak Sırbistan Sosyalist Partisini gençleştirdi, ılımlı hale getirdi, bir zamanların ürpertici partisinin oy oranını yüzde 15 civarlarına taşıdı, Sırbistan İlerleme Partisi ile ittifak yaparak Tomislav Nikoliç'in cumhurbaşkanı olmasına katkı yaptı. Karşılığında, 2012 - 2016 yılları arasında, Aleksandar Vucic ile münavebeli biçimde, 2 yıl başbakan, 2 yıl da başbakan yardımcısı görevlerini üstlendi. Bütün bu gelişmelerin ardından, Başbakan Vucic, 2017 nisan ayında düzenlenen seçimlerde, hem de ilk turda, yüzde 55 oyla, Sırbistan cumhurbaşkanı seçildi. O tarihten günümüze seçim başarılarını sürdürüyor.
Belgrad'da 5 yılı aşan görevimizin nihayetinde, 2008 mart ayı sonunda, Ankara'ya dönerken, 4 yıl sonra Sırbistan'ın, Nikoliç, Vucic ve Dacic üçlüsü tarafından yönetileceği söylenseydi, güler geçerdim, siz bu ülkedeki iç siyaseti iyi takip etmiyorsunuz diye çıkışırdım. Sırbistan, Sancak ve Kosova'da ne olup ne bittiğine tamamen hakim olduğumdan emindim, ancak siyasetin öngörülemez tabiatı ve parametreleri beni haksız çıkardı. Tevekkeli değil, büyük lokma ye, büyük söz söyleme demişler.
Yukarıda yazdıklarımızdan, Sırbistan'da her şeyin yolunda gittiği, Aleksandar Vucic'in geceleri yatağında rahat ve mışıl mışıl uyuduğu sonucu çıkmasın. Evet, Sırbistan 2012 yılında Avrupa Birliği'ne aday ülke statüsü kazanmış ve 2015 yılında katılım müzakerelerine başlamıştır. Müzakereler normal seyrinde devam etmektedir. Kaydedilen bu başarılar takdir edilmelidir. Bununla birlikte Sırp halkının beşte birinin, 2018 yılı kasım ayından itibaren sokaklara indiğini, protestoların 2020 mart ayına kadar her hafta sonu binlerce kişiyi bir araya getirdiğini (bu tarihte pandemi nedeniyle gösterilere son verilmiştir), Vucic'in otoriter yönetim tarzının kabul edilmediğini, basın üzerindeki baskıların büyük rahatsızlıklara yol açtığını, muhalefetin haziran ayında yapılan başkanlık seçimlerini boykot ettiğini, seçmenlerin yarısına yakın bölümünün oy sandıklarına gitmediğini bu vesileyle okurlarımızın dikkatine getirelim. Avrupa dahil, dünyanın birçok ülkesinde yükselen popülist ve otoriter yönetim tarzı Sırbistan'a da sirayet etmiştir. Vucic hükümeti, maalesef, sokağa inenlerin "daha fazla demokrasi ve özgürlük" taleplerini anlamak yerine, orantısız polis gücü ve sokağa saldığı militanlarıyla, muhalifleri korkutmayı tercih etmektedir.
Eylül ayı başında, Vucic ile Kosova başbakanı Abdullah Hoti'nin, Beyaz Saray'da, Başkan Donald Trump'ın daveti üzerine katıldıkları görüşmeler vesilesiyle Vucic'in maruz kaldığı yoğun eleştirilere değinmezsek yazımız eksik kalacaktır. İki Balkan lideri arasında ekonomik işbirliği muhtırası imzalanması için düzenlenen basın toplantısında, Başkan Trump'ın, Sırbistan'ın Tel Aviv'deki Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyacağını açıklaması üzerine, Vucic'in hayret dolu gözlerle etrafına baktığını ve bu şaşkınlık sahnesinin internette rekorlar kırdığını hatırlıyoruz. Beyaz Saray'da, Oval Ofis'te yapılan görüşme sırasında, makamında oturan Trump'ın karşısında Vucic'in basit bir sandalyeye oturtularak adeta "sorgulanan şahıs durumuna" düşürülmesi ise diğer tuzağı oluşturmuş, Sırbistan içinde ve dışında Vucic'in karizmasının çizilmesine yol açmıştır. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova'nın, söz konusu görüşmenin Basic İnstinct filmindeki Sharon Stone'un unutulmaz sorgulanma sahnesini akıllara getirdiğini iddia etmesi, Vucic'in Vaşington ziyaretini unutulmaz kılmıştır. Vucic ve Abdullah Hoti'ye eşlik eden protokol genel müdürlerinin kalemleri kuvvetli ise ve notlar almayı ihmal etmemişler ise, emekli dönemlerinde bu ziyaret üzerine bir "bestseller" üretebilirler.
Balkan ülkeleri, kendi tempolarıyla, bölgedeki iç ve dış koşulların müsaade ettiği ölçülerde, Avrupa - Atlantik kurumlarına doğru yürüyüşlerini sürdürüyorlar. Bu yürüyüşte, Aleksandar Vucic'in Sırbistan'ı, diğerlerine göre daha ileride veya geride değildir. Belgrad'ın Moskova ile köklü tarihi ilişkilerini korumasında, bu meyanda NATO üyeliğine soğuk bakmasında, eleştirilecek bir husus bulunmamaktadır. Sırbistan'da ilerleme kaydedilemeyen alanlar, daha ziyade, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti konularıdadır. Vucic'in olaylı Vaşington ziyareti, Trump Amerika'sının söz konusu alanlarda, Sırbistan'a fazla katkı yapamayacağını ortaya koymuştur.