Türkiye'nin demografik ve sosyoekonomik verileri çok hızlı değişiyor. Mesleğimden dolayı bu verileri yakından takip etmekteyim. Türkiye'nin ilk araştırma şirketlerinden biri olan Bileşim Piyasa Araştırma Merkezi'ni 1984 yılında kurduğumda Türkiye'nin nüfusu yaklaşık 48 milyon idi. Bugün nüfusumuz 84 milyon civarında.
O yıllarda nüfusun yaklaşık yüzde 51'i şehirde, yüzde 49'u ise kırsalda yaşardı. Bugün şehirde yaşayanların oranı yüzde 93, kırsalda yaşayanlar ise yüzde 7. Kırdan kente göçün pek çok nedeni var ancak yazımızın konusu bu değil.
Tekrar mesleğe başladığım yıllara dönelim; o yıllarda ortalama hanehalkı büyüklüğü ortalama 5,5 kişiydi. Yani kalabalık aileler halinde yaşıyorduk. Anne, baba ve evli çocukların çoğunlukla birlikte yaşadığı ve çekirdek ailelerin de ikiden fazla çocuk yaptığı yıllardı. Bugün ise ortalama hanehalkı büyüklüğü 3,35 kişiye düşmüş durumda. Bu oran aşağıya doğru bir inişi gösteriyor.
Buna karşın, tek kişilik aile sayısı ise hızla artmakta. 2014 yılında toplam tek kişilik hanehalklarının oranı yüzde 13,9 iken, bu oran 2019 yılında yüzde 16,9'a çıkmış durumda. Bu oran da hızla yukarı doğru bir çıkışı gösteriyor.
2000 yılında 15-34 yaş arası gençlerin toplam nüfusa oranı yüzde 36,5 iken, bu oran 2020 yılında yüzde 30,5'e düşüyor.
İşte bugünkü yazımın konusu da budur.
Hepimizin bildiği üzere, iktidar partisi yöneticileri bu durumdan rahatsızlar. Her fırsatta gençlerin evlenmeleri ve en az dört çocuk yapmaları tavsiye ediliyor.
Eski dünya düzeni açısından baktığımızda bu kaygılarında haklılar. Çünkü genç nüfus az gelişmiş ülkeler için çok önemli bir değerdi. Bu kalabalık genç nüfus sayesinde oluşan ucuz işgücünü, uluslararası sermayeyi ülkelerine çekmek için kullanıyorlardı. Gelişmiş ülkelerde emek pahalı olduğundan, bu ülkeler üretim tesislerinin büyük kısmını az gelişmiş ülkelere kaydırmıştı.
Ancak, "Dördüncü Sanayi Devrimi" ile birlikte bu durum tersine dönmeye başladı. Dört sanayi devrimi incelendiğinde, her bir devrimin bir öncekine göre insan gücüne olan gereksiniminin azalmakta olduğunu, buna karşılık nitelikli çalışan insan gücüne olan gereksinimin arttığını görmekteyiz.
Süreç içinde el emeği yerini makinelere bırakmış, üretim kontrolü ve kaynak planlaması işlerini ise yazılımlar devralmıştır. Sanayi devrimlerinde artık çalışanların sayısı değil, yetenekleri ön plana çıkmaya başlamıştır.
Dördüncü sanayi devrimi ve akıllı robotların pek çok mesleği ortadan kaldıracağı hiç şüphe götürmez. Çünkü bu devrimin temel amacı; insan faktöründen mümkün olduğu kadar arındırılmış, bütünüyle otonom ve mükemmelleştirilmiş endüstriyel süreçlere dayalı bir üretim sisteminin inşa edilmesidir. Pek çok araştırmacı ve düşünür, bu tanımdan yola çıkarak, yapay zekâ ve robotların, tüm işleri insanların elinden alarak büyük bir işsiz kitlesi yaratacağını ileri sürmektedir. Oysa tanımın içindeki "insan faktöründen mümkün olduğu kadar arındırılmış" ifadesi, endüstriyel ürünlerin üretimi için geçerlidir. Tüm sektörler için geçerli değildir. Bu yeni yapı, insandan tamamen arındırılmış bir üretim sürecini değil, üretim sistemindeki fiziksel insan-makine ilişkisinin yerine siber insan-makine ilişkisinin arttırıldığı bir sistemi sunmaktadır.
Öncelikli hedef, kas gücüne dayalı emeğin kullanıldığı işlerin makinelere yaptırılmasıdır. Zaten, pek çok gelişmiş sanayi ülkesi bugün bu aşamayı çoktan geçti. Ağır sanayi, otomotiv, beyaz eşya gibi sektörlerde insanların yerini robotlar aldılar bile.
Böyle bir yeni dünya düzenine geçerken, eğitim düzeyi düşük emek gücünün, az gelişmiş ülkeler için artık bir fırsat olmayacağı açık ve net şekilde ortada. Tüm genç nüfusa dijital dünyanın gereklerine uygun eğitimi vermek de çok kolay gözükmüyor. Maalesef ülkemizin bu konuda ciddi girişimleri de yok. Halen klasik eğitim sistemi ile yolumuza devam ediyoruz.
Bu durumda, gençleri çok çocuk konusunda teşvik etmeye çalışmak yeni dünya düzeninde çok anlamlı olmuyor. Zira dijital dünyanın talep ettiği eğitimi almamış gençlerin büyük çoğunluğu işsiz nüfusu temsil edecektir. Bu ise, kaynakları sınırlı olan ve Dördüncü Sanayi Devrimine uyum sağlayamamış ülkemiz için taşınamayacak bir yük haline gelebilir.
Bırakalım kaç çocuk yapacaklarına Z Kuşağı kendi karar versin. Zaten bizleri dinleyecek de değiller…