Kağıt kesiği en fenasıdır kesiklerin. İnceciktir. Bilmeyen görmez. Kanamaz ama sızlar. Hele ki kağıt-kalemleyse işiniz daha da fena, o zaman bir de ihanete uğramış gibi hissedersiniz. Bıçak olsa bilirsin, kesebilir, dikkat edersin. Kesince şaşırmazsın, afallamazsın. Ama kağıt kesmez, aksine yaşatır, öyle değil mi?
İnsanın en sevdiğinin, en ama en çok güvendiğinin ihaneti de kağıt kesiği gibidir (ihanet sadece ikili ilişkideki aldatma değil; sözünde durmama, karşındakini kandırma, yarı yolda bırakma, yüz üstü koyma, arkasından iş çevirme gibi anlamlar da taşır). Başkasına anlatmaya utanırsın. Onun adına ayrı, kendi adına utanırsın. Aklın almaz, fikrin bir yere oturtamaz, Tahtakale'de annesini kaybetmiş küçük bir çocuk gibi kalakalırsın kalabalığın ortasında. Herkes yabancıdır sana artık. O bile seni bile bile, göre göre üzdüyse artık herkes yabancıdır, ne olsun ki? Bir daha kimseye güvenemeyeceğini ve kalbinde artık atom bombası atılmış gibi, hiç bir zaman doğru dürüst yeşermeyecek bir köşe oluştuğunu bilirsin. Artık kağıtları tutarken daha dikkatli olursun. Kelimelerinin yuvası, hayatının parçası olan kağıdın bile sana zarar verebileceği bilgisi, artık seni başka biri yapmıştır. Daha iyi ya da kötü değil. Sadece başka biri.
En güvendiğinin, en ummadığının yaptıkları insanda onulmaz bir yara ve şaşırtıcı bir arabesklik bırakır evet. Ama toplum olarak birbirimize ve devlete karşı bu denli güvensiz olmamız için nasıl bir deneyim yaşamış olabiliriz ki acaba?
Devletin hiçbir kurumuna karşı net bir güvenin olmadığını inkar edecek değiliz herhalde. Bu halkın tüm kesimi için geçerli; oy verdiği parti ne olursa olsun. Devlet dediğin baba değil midir? "Devlet baba" demez miyiz? Biz babamıza bile güvenmemeyi öğrenerek büyümüş bir toplum olarak nasıl birbirimize güvenebiliriz ki zaten? (Kendi babamı izninizle tenzih ediyorum)
Belki isyanlarla, savaşlarla, darbelerle dolu bir tarihimiz olduğundan, belki "fazla uyanık ve kolay yola sapmaya yatkın" bir millet olmamızın bilincinden belki de sadece "kişi kendinden bilir işi" deyiminin gerçekliğinden dolayı ne ben sana güveniyorum, ne sen bana.
Bunu sadece ben söylemiyorum, araştırma şirketleri de yakın zamanda yaptıkları araştırmalarda günlük hayatta kolaylıkla hissedilebilen bu "güvensizlik" sonucunu ortaya çıkartıyor:
Optimar Araştırma Kuruluşu'nun 30 Ağustos-1 Eylül 2019 tarihlerinde 26 ilde, 1787 kişi ile yüz yüze görüşme yapılarak gerçekleştirdiği ankete göre kurumlara güven sıralamasında Cumhurbaşkanlığı yüzde 25,1, TSK yüzde 12, onu da yüzde 9,5'le Emniyet takip ediyor. "Hiçbirine güvenmiyorum" diyenlerin oranı ise yüzde 30,5.
Şaşırdık mı? Tabii ki hayır. AKP yanlısı köşe yazarlarının bile köşelerine taşıdığı bu sonuçlar için uzağa gitmeye gerek yok aslında. Biraz okuyan ve sorgulayan herkes için "devlete güven" pek mümkün değil.
En basitinden, geçenlerde İstanbul'da çıkan yangın sonrasında yağmur yağdığında, yağmurun yangın sebebiyle havaya karışan zararlı maddeleri taşıdığı söylentisi çıkmıştı. Bunun üstüne meteoroloji "korkmayın" açıklaması yapmıştı ya… Taksiciler dahi "Abla onların lafı kriz yönetimi, biz bu yağmurda kimseyi sokakta bırakmayalım" diyebilecek kadar güvensiz devlet kurumlarına…
Toplum olarak sorunluyuz
Sürekli olarak can güvenliği ve gelecek endişesi ile yaşamak, ekonominin ve düzenin hiçbir (geçici kısa, mutlu dönemler hariç) dönemde gerçek bir stabiliteye sahip olmaması toplumun genelinde irili ufaklı psikolojik sorunlara ve büyük bir öfkeye yol açıyor. Bilinçli ya da bilinçsizce, sebebini bilerek ya da bilmeyerek "kendini güvende hissetmemek" daimi olarak stres altında, savunma modunda yaşamak karşındaki herkesi tehdit olarak algılamaya da yol açıyor. Taksici lüks araç sahibini, lüks araç sahibi dolmuşçuyu, dolmuşçu yayayı, yaya karşıdan yürüyen kadını, kadın pazarcıyı, pazarcı devleti… Bu sistem(sizlik) bizi birbirimize düşürüyor, hepimizi birbirimize düşman ediyor.
Bir de üstüne kutuplaşmayı körükleyen, ha bire harlayan bir "baş" var başımızda… Ağzını her açtığında başka biri devlet düşmanı, yalancı, riyakar, vatan haini, eyy bilmem ne, terörist, darbeci olup çıkıyor.
Ülkesine aldığı ihtiyaç sahibi mülteciler hakkında bile kafesteki farelerden bahseder gibi "Avrupa'ya salarım" diyebilen birine ve onun düzenine neden güvenelim ki zaten?
Ama inanın bana, bu son senelerde ayyuka çıkmış olsa da şimdiki devletten çok daha öncesine giden bir sorun. Hatta Prof. Dr. Selami Sargut, 'Kültürler Arası Farklılaşma ve Yönetim' adlı kitabında Türkiye'de yaşayanları çok doğru bir terimle 'düşük güven toplumu' olarak betimlemiş. Dr. Ali Can da "Türkiye'de Toplumsal ve Kamusal Güvenin İnşası" başlıklı çalışmasında da "Vatandaşlar arası güvensizliğin yaygın olduğu toplumlarda, devletin gücü altında hakları ezilen bireylerin devlete karşı güveni de düşük olur" demiş.
3,5 senemi dünyanın en istisnai şekilde "güven dolu" ülkesinde, İsviçre'de geçirdikten sonra şimdi her şey daha çok batıyor tabii… Yolda yürürken bedenimi mi korusam çantamı mı bilemiyorum. Daha acısı, kendimi korumak için kendimden başka kimseye güvenemem! Maazallah başıma bir şey gelse sonra ben suçlu çıkabilirim…
Durum tüm dünyada aynı
Ama İsviçre bir istisna olsa da, tüm dünyada genel bir "devlete güvensizlik" hakim artık. Trump ve benzeri sağcı politikacılara oy verenlerin yaşadığı derin bir paradoks içinde büyüyen bir güvensizlik: Oy verdiğin diktatörden başkasına güvenemezsin çünkü oy verdiğin kişi kendisinden başka herkesi kötülüyor, başka herkes tehdit. Bir tek oy verdiğin kişi dürüst, yozlaşmamış, dinine, ülkesine, milletine sadık. Ve fakat tam da o kişi ve çevresindekiler, gözünün içine baka baka seni aptal yerine koyanlar. Tam da o kişiler bir önceki lafını çevirip sana başka kelimelerle önüne sunanlar. Şimdi sen mi akıl hastasısın yoksa onlar mı? Şimdi o mu güvenilir yoksa muhalifleri mi?
Edelman Araştırma Şirketi'nin 2017 yılında, Türkiye dahil 28 gelişmekte olan ülkede gerçekleştirdiği araştırmaya göre; 4 ana enstitüye karşı güven azalmış durumda: Devlet, medya, sanayii ve hükümetten bağımsız kuruluşlar (NGO'lar).
En büyük güven kaybı da devlet kurumlarına ve medyaya karşı oluşmuş. 2017'den bu yana bu oranların arttığı düşünülüyor.
"Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın"
(Ümit Yaşar Oğuzcan)
Global durumları hatta ülkesel durumları bir yana bırakırsak ben en çok bu güvensizlik halinin günlük hayatımızdaki karşılığı ile ilgileniyorum… Sokakta yürürken bile hep tedirgin, yakınımızdan olmayan herkesi Kapalı Çarşı halıcısı gibi düşünerek, babasından gerçek sevgi görmemiş, annesi tarafından bile hep maşa olarak kullanılmış bu yüzden de kimsenin onu gerçekten sevdiğine inancı olmadan büyümüş, hep bir bit yeniği arayan yetişkin çocuklar sürüsüyüz milletçe. Bu yüzden birbirimize düşmanlığımız, öfkemiz.
Birazdan yine kafamızı kuma gömüp kişisel kıyametlerimize döneceksek, hepimiz için, içinde "Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktım"dan Duman'ın "Haberin Yok Ölüyorum"una kadar uzanan, damarından bir şarkı listesi hazırladım. Şuradan dinleyebilir, hatta herkese açık olduğu için siz de ekleme yapabilirsiniz. Bu dönem de geçer yahu, yeter ki arabeskliğimiz sağ olsun!