Ne yazsan eksik bir kelime kalacak konular var… Kim konuşsa boş olacak… Akan kanları, acıyan canları ve buna inat dönen dünyayı, devam eden hayatı durduramayacak haberler, uğraşlar…
9 yaşındayken eve en yakın karakola gidip "adam kadını öldürecek" dediğimi hatırlıyorum. Ve polislerin yüzüme biraz şefkat, biraz acıma hafif de küçümseme ile gülümsediklerini, "Aile arasında o konu, biz giremeyiz" dediklerini. Komşuların "Aile arasına girilmez kızım" sözlerini…
Ne kutsal bir şey bu aile! Anne, baba ve çocuklar öyle kutsal, öyle dokunulmaz ki kan kusup kızılcık şurubu içtim dersin ama olan olay "aile arasında" kalır.
9 yaşımdan beri sokakta, binada, barda, işte nerede ne zaman olursa olsun polisi aramaya devam ettim. Neyse ki "aile arasında" cevabının gelmediği günleri de yaşadım. Polisin anında olay mahaline geldiğini de gördüm, yan sokaktan geçen devriye arabasının yanımıza gelmesinin saatler sürdüğüne, esnafın bakışları arasında sokakta sürüklenen kadının ancak ben ve benim gibi kadınlar tarafından sadece o an için kurtulmasına da şahit oldum. Tabii ki şiddeti uygulayan adamların saldırısına da maruz kaldım. Çünkü burnumu "aile arasında" işlere sokmuştum.
Kaç satır yazsam, neresinden tutsam yine de midemdeki yumrular çözülmeyecek…
Şiddete bir kere maruz kaldıysanız travmanın vücudunuzda ve beyninizde yarattığı tahribatın sizi bir kaplumbağaya çevirdiğini bilirsiniz. Yürüyerek tavşanı geçen kaplumbağa değil; sessizce kabuğuna çekilen bir kaplumbağa. Ta ki bir gün gücünüzü toplayana kadar. 40, 50, 60, 70 yaşında olmanız fark etmez. Bir gün o gücü bulabilirsiniz ve yeniden kendinizi bulabilirsiniz. Bunun örnekleri mevcut.
Emine Bulut cinayeti sonrasında Şiddetsiz İletişim Eğitmeni Deniz Spatar'ın sosyal medya hesabından yaptığı kendi hikayesine dair açıklamayı okuyunca "Yürü be Deniz!" dedim ve ardından karşıma Deniz gibi kadınlar çıkmaya başladı. Kocası tarafından iş yerinde bıçaklanan kadınlar… Babası tarafından ölesiye dövülmüş kadınlar… Sevgilisi tarafından sözlü ve fiziksel şiddete uğramış olanlar…
Önce şunu kabul edelim: Şiddet illa iz bırakan fiziksel şiddet olmak zorunda değil. Ufak bir itme de, kendinize güveninizi sarsan sözler de şiddettir! Sonra da bu olayların sadece bizden uzak mahallelerde, eğitimsiz, az gelirli "ailelerde" yaşanmadığı gerçeğini hatırlayalım. Aksine, eğitimli eşler arasında tahmininizden çok daha fazla yaygın bu durumlar.
Şiddete uğrayan kadının çocukları varsa durum daha zor oluyor. Çocuğa birebir şiddet uygulanmasa bile fazlasıyla tahribat yaratıyor bu anılar. Annesine, canından ötesine yapılan davranışlar çocuk üzerinde öyle etkiler yapıyor ki çocuk hayatı boyunca suçluluk ve öfke duyguları ile boğuşuyor, kendini sabote ediyor, büyüyemiyor ya da aksine çok hırçın, çok hırslı, kendine ve çevresine farklı şekillerde şiddet uygulayan birine dönüşüyor.
Kaldı ki Türkiye'de haberleri takip eden herkesin lokmasını boğazında bırakan Emine Bulut cinayetinde, annesi gözünün önünde öldürülen bir çocuk var. Bir kız çocuğu. Hayatı boyunca korkacak, annesine yardım edemediği için belki kendini suçlayacak, öfkelenecek, ne kadar psikolojik destek alırsa alsın bir yanında hep kabuslar olacak bir çocuk.
Ne yazık ki bu rezalet cinayet haberinden sonra yerel haber kanallarından hiçbiri "Çocuk ne oldu, ne olacak" konulu bir haber yapmadı. Her şeyi pek iyi bilenler yazdı da yazdı, konuştu da konuştu… Ama "Hakikaten ne oldu, şimdi bu çocuk kiminle? Güvende mi?" diye sormadı hiçbir haberci. Her gün bunu öğrenmek için açtım haberleri ama "Türkiye'yi sarsan cinayet", "Acı feryat" gibi dramayı çözmek yerine daha berbat hale getiren sesler duydum, okudum. Sonra nihayet BBC Türkçe servisi yazdı. "Çocuk" anneannesindeymiş.
TIKLAYIN - Emine Bulut'un ailesi: "Hepimiz acısıyla kavrulmuş bir haldeyiz"
Günler sonra, araya ünlüler girince (Şahanesin Zeynep Bastık! Ve şahanesiniz Zeynep Bastık ile sahne alan, konser gelirinin tamamını bu küçüğe bağışlayan tüm sanatçılar. Bu konuda harekete geçen herkes, spor kulüpleri, oyuncular, hepiniz harikasınız!) Aile Bakanlığı da çocuğa "kayyım atanacağını" açıkladı da bizim gazeteler bunu haber yaptı. Kayyım, malumunuz bu ülkenin kurtarıcısı! Çocukların da… Bizim çocuğa yapılan bağışların idaresini de kayyum yapacakmış… Bir de psikolojik destek sağlanacakmış…
Umudum o ki; bu çocuk büyüyünce ünlü gazetecilerin ajitasyon dolu röportajlarının malzemesi olmaz; her şeye rağmen dimdik, güçlü bir kadın olur. Adı gibi "Bilge" olur. Umudum o ki; Zeynep Bastık, Ceylan Ertem, Kalben gibi ablaları onun elini hiç bırakmaz. "Bizim çocuğumuz" olur. Mahallenin kızı olur. Gurur duyarız onun başı dik büyümesi ile. Güzel haberlerini okuruz.
Bunun olabilmesi içinse her şeyden önce kadın olmanın gücünü doğru kullanmayı öğrenmemiz gerekli artık.
Çünkü şiddeti uygulayan erkekler uzaydan gelmiyor. Onlar da birer annenin evladı. Eşini döven, kadına saygı duymayan oğulları büyütenler de kadın. "Paşam" diye sevilen ya da sever gibi yapıp kişiliği yok sayılan, üzümü yenecek bağ muamelesi gören, sevgisiz büyütülen o erkekler sonra "beni nasıl terk edersin k...pe" diyerek bıçak sallayan, reddedilmeyi kabul edemeyen, sevmeyi bilmeyen insan müsveddelerine dönüşüyor. "Ben nasıl sevilmem" ya da "Beni neden kimse sevmiyor" öfkesi ile irili ufaklı, sözlü ya da fiziksel şiddet uygulayan erkeklerin kimliklerinde annelerinden aldıkları (ya da alamadıkları) eğitim var çoğunda.
Farklı hikayeleri okuyup dinlerseniz bu çirkin durumlarda bile erkek annelerinin "katkısını" açıkça görebilirsiniz. Amacım kadınlara yersiz bir saldırıda bulunmak değil. Gerek avukatlık yaptığım kısa dönemde, gerek günlük hayatımda bu tezimi sonuna kadar savunmamı kolaylaştıracak kadar farklı olaya şahit oldum maalesef…
ANNE-BABA KURBANLARI
Sorumluluk verilen, saygı duyulan erkek evlatlar, sevgiyi silah gibi kullanmayan annelerin çocukları; sadece kadının değil, kendinin ve tüm canlıların değerini bilen bireyler olacaktır, tabii başka psikolojik sorunları yoksa. Aslında aklı fikri yeterli erkekler, annelerinden ne görmüş olurlarsa olsunlar hayatlarının bir noktasında "annelerinin oğlu" olmayı bırakıp birey olabilirler. (Aman diyeyim, bu umutla bir erkeği değiştirmeye çalışmayın. Güzin Abla ya da kadın dergisi tavsiyesi değil bu ama kimseye de yanlış bir umut vaat etmiş olmayayım!)
Esasında bizim ülkemizde politikacısından tarlada çalışan insanına hepimizde sırf bu dengeli ve bilinçli olmayan çocuk büyütme yüzünden, anne-baba kurbanı o kadar çok insan var ki; kalbimizin en derinindeki sesleri duyabilsek ülkenin üstünde bir "Beni neden sevmiyorsun" korosu oluşabilir.
Topluca hiç bitmeyen bir ergenlik döneminde gibiyiz aslında… Yıllar sonra bu çağlar için "Türkiye'nin Ergenlik Çağı" denirse hiç şaşırmam.
Peki ne yapmak lazım? Az önce taşladığım her şeyi bilenler gibi atıp tutmayacağım tabii. Ancak bildiğim bir şey var ki; her şeyden önce birbirimizi taşlamayı (kendime de taş) ve bizim yaşamadığımızı yaşayanları, yaşamayı tercih edenleri ötekileştirmemek lazım. Kadınsak kadını anlamaya çalışmamız, şortuna da haşemasına da saygı duymayı öğrenmemiz lazım. Çocuklarımıza sorumluluk sahibi olmayı öğretmemiz, bizim seçtiğimiz hayatlarımız için onları cezalandırmayı bırakmamız lazım.
Bunun da ötesinde, toplumu etkileyen bireylersek ya da toplumu etkileyen işler yapıyorsak hakikaten ne yaptığımıza dikkat etmemiz lazım.
2015 yılında televizyonda oldukça başarılı bir dizi vardı; Serçe Sarayı. Yalnız bu dizide de erkek şiddeti kadının gücü ile birlikte başroldeydi. Dizinin başrol oyuncuları Songül Öden ve Mert Fırat ile yaptığım röportajda bu tarz sahnelerin olması şart mı; zaten bilinçsiz olan seyirciyi olumsuz etkilemiyor mu; olayları meşrulaştırmıyor mu minvalinde sorular sormuştum. Çok sevgili Mert Fırat "Ama bu ve benzeri yapımlarda şiddet uygulayan karakterin kötü olduğu ve sonunda cezasız kalmayacağı görülüyor. Bu nedenle olumsuz örnek değil." demişti. Üstünden çok zaman geçtiği için birebir kelimelerini aktaramadım ama sözlerinin özeti böyleydi. Kabul etmiştim, evet, aslında bunları yapanın "kötü" olduğu yansıtılıyordu bir bakıma… Yine de… Yine de bu olayları olağanlaştırmıyor mu dizilerde izlemek?
Yıllardır aklımda bu soru; ne zaman çok saygı duyduğum bir oyuncunun dizilerde (sinema başka) şiddet mağduru kadını, yahut gelinine duygusal şiddet uygulayan kaynanayı oynadığını görsem "Neden?" diye sormak geliyor içimden.
Neden gelin-kaynanayı rakip hatta düşman haline getiren programlara el atmıyor Aile Bakanlığı? Neden aile içi şiddet dolu dizilere izin veriyor?
Hadi her şeyi devletten beklemeyelim; başka fikriniz başka konunuz mu yok sevgili dizi senaristleri, yapımcılar, TV kanalları?
Hatta devletten hiç beklemeyelim çünkü devletin "aile yararına, çocuk gelişimini etkilememesi için" gibi bahanelerle koyduğu sansürlerin dönüp yine bizi vurduğunu biliyoruz. Kısıtlamalara bir kere izin verildi mi bunun sonu gelmiyor.
Oto sansür uygulayalım da demiyorum. Sadece daha yaratıcı olalım. Sağlıksız bir toplum olduğumuzu kabul edip bu sağlıksız toplumu beslemek ve sansürle tetiklemek yerine, daha iyisinin var olabileceğini gösterelim.
En güzel örnek olarak; Leyla ile Mecnun'da aşk vardı, delilik vardı, absürt komedi vardı ve dizi yerli dizilerin en şahanelerindendi! Süper Baba, İkinci Bahar, Bizimkiler gibi daha eski güzel örnekler de sayabiliriz. Toplumun hangi duygularını beslemeyi seçtiğimizi sorgulayalım.
Kadın oyuncular artık "şiddete çanak tutan kaynana" rolünde oynamayacaklarını, hakikaten hikayede sonradan kadının güçlenmesinde faydası olacak bir parça değilse şiddete uğrayan kadını oynamayacaklarını açıklasalar nasıl olur?
Hadi tüm bunları geçtim; tüm dizi oyuncuları Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'na bağışlasalar bir bölümlük kazançlarını? Çok mu zor bunları yapmak?
Neyse ki Limon Film bu konuda öncü oldu ve #insangibiyaşamakistiyoruz hashtag'i ile şöyle bir açıklama yaptı:
"Türkiye'de 2018 yılında 440 kadın erkekler tarafından öldürüldü.Yapılan araştırmalar TV dizilerinin izleyici üzerinde güçlü etkileri olduğunu gösteriyor. Limon film olarak biz her zaman bu sorumluluğumuzun farkındaydık ve projelerimize bu hassasiyetle yaklaştık… Bundan sonraki aşamada da kadına şiddeti özendirecek hiçbir içerik ve kahramana projelerimizde yer vermeyeceğimizi taahüt ediyor ve tüm sektörü bu konuda birlikte hareket etmeye davet ediyoruz."
Bravo Limon Film! Yapımlarınız bol reytingli, kazancınız bol, izinizden gideniniz çok olsun!
Bu konuda söyleyecek söz bitmez. Ve hepsi havada asılı kalır… Sahi Emine Bulut'un kızı bugün nasıl uyandı acaba? Ya diğer çocuklar? Svitlana Krychun çocuklarına kavuşacak mı? Tüm o suçlu erkekler hak ettikleri cezaları hakikaten alacak mı? Bir gün bu ülkenin tüm canlıları kendilerini gerçekten güvende hissedebilecek mi?
NOT 1: kadincinayetleri.org sitesinde 2017 yılına kadar gerçekleşen kadın cinayetlerinin dökümü var. İçiniz kaldırmasa da bir bakın! Ayrıca Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'na destek vermek için aktif olarak çalışmanız ya da maddi destekte bulunmanız gerekmez. Sadece sosyal medyada platformu takip etseniz bile yeterli.
NOT 2: Şiddete maruz kalan birini gördüğünüz anda 155 Polis İmdat'ı arayabilir ve o an polisin gelmesi ile hiçbir sonuç alınmasa bile vaka her tekrarlandığında aramaya devam edebilirsiniz. Genelde şiddete uğrayan şikayetçi olmayı tercih etmiyor ama en azından polisin gelmesi bir noktada erkeği durduruyor. İhbarda bulunan kişinin kimliği gizli tutuluyor, hiç merak etmeyin. Aynı komşum için 155'i en az 15 defa aramanın deneyimi ile polisin artık "aile arasında" demediğini söyleyebilirim.
NOT 3: "İdam gelmeli" gibi yorumlar yapanları eğitmek, İstanbul Sözleşmesi'ni anlatmak, bu sözleşmenin peşini bırakmamak, sözleşmeden caymak için türlü bahaneler bulan devlete bu sözleşmenin arkasında olduğumuzu göstermek de Emine Bulut'a kızına, öldürülen yüzlerce kadına karşı boyun borcumuz! (İstanbul Sözleşmesi hakkında bilginiz yoksa şuradan okuyabilirsiniz)