Instagram'a göre şu dünyada yoga-meditasyon yapmayan ve bir türlü kendiyle barışamamış tek insan olarak babaannem kaldı galiba. Her mecra sağlık, mutluluk, duyarlılık, şifalandırma iletileriyle taşıp duruyor. Yanlış anlaşılmasın, bilumum makyaj videoları izlemektense herkesin her sabah koştuğu, yoga-pilates-meditasyon yaptığı bir dünyada yaşamayı tercih ederim. Ama her kadının aynı tip kaşlara, her erkeğin aynı tip gömleklere sahip olması gibi herkesin mutlu ve en iyi görünme "zorunluluğu" artık çok sıkıcı olmaya başladı!
Amerika'nın Bağımsızlık Bildirgesi içinde vazgeçilmez haklardan biri olarak "mutluluk arayışı" (pursuit of happiness) geçer. Bu bildirgeye göre, yaşam ve özgürlük gibi temel haklardan biridir mutluluk arayışı. 17. yüzyılda John Locke'un yazdığı bu kavramı kitaplarda yazmak kolay. Fakat dünyada mutluluğa gerçekten değer veren ve hatta "gayrı safi milli hasıla" yerine "gayri safi milli mutluluk endeksi"ne göre ülkenin gidişatını ölçen tek ülke Bhutan Krallığı. Onlar da son senelerde dünyanın kalanına uyumlandıklarından bu endeks düşmeye başlamış. Bizim ülkeden zaten bahsetmeyelim. Çünkü bizim için "mutluluk" tam bir ütopya! Kültürümüzde yok! "Çok gülme ağlarsın"dan "kan kusup kızılcık şurubu içme"ye, "Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin"e giden yollarda, mutlu görünmek bir prestij meselesi olduğundan dünyanın en gösterişçi, en "mutsuzluğu saklama eğilimli" milletiyiz.
Ama mutluluk nasıl bir haksa mutsuzluk da aynı derecede muteber bir hak.
10 Ekim, Dünya Ruh Sağlığı Günü'ydü. "Dünya Saçında Kızıl Tonlar Bulunanlar Günü" olsa onu bile coşkuyla kutlayacak ülkemizin sosyal medya ünlülerinden kaçı bu günü yoğun ajandalarına dahil ettiler? Yaşadıkları uzun ya da kısa dönemli depresyonlarından bahseden ve bu süreçlerden geçen kişilere yalnız olmadıklarını hissettiren oldu mu?
#mentalhealthawareness hashtagi altında Instagram'da 6 milyon global paylaşım var. Onun Türkçe versiyonu olan #ruhsağlığıfarkındalığı hashtag'i ise 100'den az paylaşımla kendimizle nasıl yüzleştiğimizi gösteriyor. Hatta arşivlere göre bu özel günle ilgili neredeyse hiç haber yapılmamış olması da konuya ne kadarlı duyarlı olduğumuzun ispatı!
Yabancı influencer'lar depresyon ve depresyonda olanlara nasıl yaklaşılması gerektiğini, akıl/ruh ve yürek sağlığının önemini tartışıyorken bizim açılabildiğimiz en derin yer, "benim de kalçamda çatlaklar var" şeffaflığı.
Mutsuzluk ve ruh sağlığı aynı şeyler değil elbette ama birbirini tetikleyen konular.
Bizim sorunumuz mutluluğu da mutsuzluğu da dışarıda aramamız. O işe girersek mutlu olabiliriz. Sevdiğimiz kişi hayatımıza mutluluk getirmeli, biz bunun için özel olarak uğraşmasak da. Hayatımızdaki örnek "onlar" gibi olmazsak mutluyuzdur. Ya da onlar gibi olursak en mutlu. Instagram'da gördüğümüz ülkelere gidersek mutlu oluruz. Biz mutlu olmak için, kendimizi ve sevdiklerimizi mutlu etmek için uğraşmayalım, mutluluk ayağımıza gelsin. Mutsuzluğumuzdan da biz sorumlu değiliz, hep başkası kabahatli.
Çünkü mutlu olmayı ve mutluluğun anlamını bilmiyoruz. Mutsuzluğun iyileştirici ve öğretici kıymetini bilmediğimiz gibi.
Mutsuzluğun öğretici gücünden başka yazılarda tekrar bahsedeceğim muhakkak ama her şeyi Instagram'dan öğrenmeye devam edeceksek takip edilecek isimleri hemen sayayım: @jengotch depresyon ve mutsuzluk, ağlamak, ruh sağlığı konularında yaptığı paylaşımlarla, podcast'leriyle epey popüler ve onun sayesinde artık kendini "farklı" ve yalnız hissetmeyen çok insan var. Üstelik öyle her şeyi bilen ve sürekli özlü sözler-tavsiyeler paylaşan biri değil. Birebir kendi yaşadıklarını anlatıyor.
Yerli birini isterseniz mutsuzluğuyla dalga geçmede boyut atlamış olan @cemgüventürk "depresyonunu en iyi paylaşma ödülü"nü hak ediyor!
Bir micro-influencer olan @mirayucar da cesaretiyle örnek biri.
Başka başka alanlarda tanıdığımız @cizenbayan da botoks yaptırma anlarını paylaştığı gibi kendini kötü hissettiği zamanları paylaşmaktan da kaçınmıyor, kendi gibi çok takipçili kişilerin aksine.
Ben de mutsuzluklarımı paylaşmaktan korkmuyorum artık. Çünkü gördüm ki çok fazla insanın aslında bunları konuşmaya, mutsuzluğun normalliğini görmeye ihtiyacı var. Tek bir yazıyla bile öyle çok şey çorap söküğü gibi akıyor ki inanılmaz!
Geçtiğimiz 1,5 sene içinde hayatım boyunca görmediğim kadar çok doktor odası gördüm. Peş peşe gelen ölüm haberleri de zaten şefkate muhtaç bünyemi iyice zorlamıştı. Şubat başında hem ruhen hem bedenen iflas ettim. Arka arkaya zona geçirdim. Zona dediğin su çiçeğinin bir türü. Eh, zaten çiçeklerle aram iyidir, buna şaşmamak lazımdı.
Pek kolay olmamış geçmişimin günleri neden hep kara komedi gibiydi? 2 gün üst üste araba çarpan başkasını tanıdınız mı? Kaç kişinin bankada beklerken aldığı sıra numarası atlar, ışığı yanmaz? Şahitlerim var… Anlatsam inanmazlar ama şu an bunları okurken güldüğüne emin olduğum şahitlerim var! Ne yeminler etsem de inandırıcı olmayacak kadar abes aksilikler günlük hayatımın bir parçası, arkadaşlarımın eğlencesiydi.
Tüm bunlara rağmen mutlu sonlara inanıyordum ama artık gerçek hayatta bir Hulusi Kentmen ya da Superman olmadığını biliyordum. Şimdi bile zaman zaman algılarımı kapatabilen üzüntülerden bir şeyler öğrenmeye başlamıştım nihayet.
Bir sürü ilaç, kitaplar, araştırmalar, serumlar derken 3 hafta önce Doç. Dr. İbrahim Alanbay espriler yaparak ameliyata aldı beni. Detayları anlatmayacağım, pek de pazar keyfine uygun değil o ameliyathanede olanlar!
Anesteziden çıkarken rüyayla gerçek arafında, bir daha uyanmamayı isterken kendimi yeni bilgilerime göre düşünmek için zorladım. Uyanmamak elimde olsaydı ne değişirdi? İlk cevabım "Bir daha denize giremem ve asla balinaları göremem" oldu! Güneşin deniz üstünde yarattığı minik periler gibi pırıltıları, kollarımda, bacaklarımda oluşan minyatür gökkuşaklarını bir daha göremeyecek miydim?
Hayatımı, sonu sıkıcı bir dram/aksiyon filmi olarak mı sonlandıracaktım yani? Tabii ki hayır.
Ne münasebet, yeniden doğmuş falan gibi hissetmiyorum, öyle klişe bir film mi sandınız benimkini? Ferrari'mi satacak kadar da bilgeleşmedim henüz!
Bir romantik komedi-macera olarak sona ermeli hayatım -vakti geldiğinde. Öyle yaşayacak cesaretin varsa; filmlerde, romanlardaki hikayelerin can alıcı kırılma noktaları, yükselme sahneleri, gerçek hayatın sahneleri yanında bomboş kalır aslında...
Devasız bir sorunum olmadığını biliyoruz artık. Ya da daha fazla, daha zor fiziksel tedavilere gerek kalmadı. Artık sürekli uyumak istemiyorum. Aksine, her güne doğduğu için teşekkür ediyorum ve her gün kendime "iyi ki doğmuşum" diyorum!
İyi ki doğmuşum, iyi ki tüm sevdiklerim doğmuş! İyi ki bana bu kadar çok sevebileceğimi gösteren insanlar, hayvanlar, ağaçlar, depresyonlar, kırıklıklar ve hatıralar olmuş.
Mutsuzluğun bana öğrettiği en iyi şey şu:
O hayran olduğum balinalar, şapşal pandalar, komik penguenler gibi akrepler, hamam böcekleri, sırtlanlar da dünyanın bir parçası. Tıpkı hepimizin içinde olumsuzluklar, çirkinlikler, kıskançlıklar, kompleksler, faşistler, huysuzluklar, kirler, hatalar, pişmanlıklar, aptallıklar, mutsuzluklar olması gibi. Hepimiz küçük bir dünyayız. Evren parçacıklarıyız.
Dikişlerle dolu karnıma bakıp kendimi Tim Burton'ın Corpse Bride'ı gibi düşünüp gülüyorum. Hatta doktora biraz içerliyorum bu kadar temiz dikişler yaptığı ve yakında hiçbirinden neredeyse hiç iz kalmayacağı için.
Balinalarla yüzeceğim güne kadar bildiğim tek bir şey var: Balinaların kalbi bir otomobil kadardır ve ben bir otomobilin dörtte biri kadar bile hacme sahip değilim. Ama mutsuzlukları da mutluluklara da kucak açan, hepsinden bir ders öğrenmeye hazır olan, okyanuslar kadar çok sevebilen bir kalbim var.
Ve kalbim dünyayı çok seviyor! Her şeyiyle!
NOT: Başlıktaki "Bir balinanın kalbi bir otomobil kadardır" sözü aslında çok sevdiğim bir Pearl Jam şarkısı. Whale Song adlı bu şarkı ve pek sevdiğim diğer Pearl Jam şarkılarını şurada topladım: T24 Pearl Jam Playlisti
Bugün doğum günü olan herkese "iyi ki doğdun" hediyesi olsun. Tanıdıklarıma bir de "iyi ki hayatıma girdin, varlığın için teşekkür ederim" ekiyle, tanımadıklarıma "bir gün tanışmak umuduyla" notuyla… Yaşam dolu yaşlarınız olsun!