"Hâlâ her sahneye çıktığımda bunu yapabildiğime inanmakta zorlanıyorum" dese de sahnede bunu hiç çaktırmıyor Deniz Göktaş. Kendisi ile (ya da daha doğrusu sesi ile) "Deniz Göktaş'a Ayıracak Vaktim Yok" başlıklı podcast'i ile tanıdım. Karantina günlerinin son zamanlarıydı sanırım. Evde yapılacak iş bulmaya çalışırken gülmekten her şeyi bırakmıştım.
O nedenle Franz Ferdinand, Nouvelle Vague, Belle and Sebastian, Islandman gibi isimlerin sahne alacağı, Life Park'ta bugün ve yarın gerçekleşecek Cheerz Festival, hem göz kamaştırıcı bir line-up sunarken hem de Tuz Biber ekibine açtığı komedi sahnesi ile özlediğimiz gerçek festival ortamını sunuyor. Buna sevinmemizin en önemli nedenini yine Deniz özetledi: "Komedyenler bütün tercihleriyle ister yüzeyde politik olsun ister 'apolitik' olsun dönüştürücü etkileri yüksek."
Umarız festivalin yabancı festivalleri hatırlatan görüntüsünün yanında yine yabancı festivallerde sık karşılaştığımız tek kullanımlık plastik kullanmama gibi güzellikleri de olur, hatta belki sonraki senelerde sıfır atıkla, kendi enerjisini üreterek bir alan kurulur, daha günümüze uygun ve sadece ticari değil; öngörülü ve öğretici de olur.
"Herkesin sevdiği ve anladığı mizah mümkün mü bilmiyorum ama mümkünse bile gerekli değil" diyen Deniz Göktaş'ı yakında sinemada, kamera arkasında da göreceğiz gibi görünüyor ve yaratacağı işleri şimdiden dört gözle bekliyoruz.
- Her şeyden önce Deniz Göktaş'a ayıracak vakti olup bu röportajı okuyacak kişilere biraz kendini ve açık mikrofona çıkmanla başlayan hikâyeni anlatabilir misin?
4 yıl önce sinema üzerine yüksek lisans yapmak için Ankara'dan İstanbul'a geldim. Herhangi bir iş planım yoktu. İstanbul'da da çok az kişi tanıyordum. Yeni insanlarla tanışmak çin TuzBiber Stand Up'ın düzenlediği açık mikrofon gecesine katıldım. O gün, şu an Youtube'da "hastalıklar ve vegan" başlığıyla yayında olan iki şakanın ilk versiyonlarını anlattım ve çok iyi geçti. Sonrasında oradaki komedyenlerle tanıştım ve Tuzbiber'le düzenli gösterilere çıkmaya başladım. İşler yoğunlaştı, büyüdü, bir noktada sinema arka planda kaldı, kendimi şimdiki yoğun şehirlerarası takvimin içinde buldum.
- Aklında bir "stand up yıldızı" olmak var mıydı daha önceden?
Yoktu. Hâlâ yok. İçinde bulunduğum duruma da pek uyum sağlayabilmiş değilim. İçe dönük, oyunculuk-performans yeteneği pek olmayan, en ufak sosyal etkileşimlerde bile gerilen biriydim. Tabii ki yüz tane sahne yaptıktan sonra azaldı, stresle nasıl mücadele edebileceğimi öğrendim ama hâlâ her sahneye çıkışımda bunu yapabildiğime inanmakta zorlanıyorum. İnsanların bu tarz hikâyelerle ilgilenmesi şaşırtıcı ve aynı zamanda mutluluk verici. Ama geçici olduğunu düşünüyorum. Her an her şey eskisinden kötü olacakmış duygusuyla yaşıyor, önlemlerimi alıyorum ☺
- Şans eseri bir taksi buldun, şoför abi konuşkan, mesleğini soruyor. Ne diyorsun? Tepkileri ne oluyor?
Genelde, yazar diyorum. Öyle deyince zaten bi tatlar kaçıyor. Ekstra pek soru soran olmadı. Soran olursa da "Uykusuz Dergisi var ya…" dememle çok hızlı bir şekilde Tayyip Erdoğanlı kapaklar ve Türkiye siyasetine geçiyor şoför bey. Bildiği yerden devam ediyor. O koltuk da onun sahnesi.
- Hem çekingen ve hatta asosyal olup hem de sahnede onca insanın karşısında olmak nasıl bir duygu? Biraz oksimoron değil mi bu?
Tabii ki oksimoron. Bir de bana sorun. Yani günlük hayatı doğaçlama yaşıyoruz. Biraz o bilinmezlik, "Ne demem gerekiyor, yanlış bir şey yapacağım, bir kabalık edeceğim" korkusu beni zorluyor. Sahne öyle değil. Komediyle ilgilenen ve bana sevgiyle yaklaşan insanlar bir gösteriyi izlemeye geliyor. O sebeple sahnedeyken rahat hissediyorum. Sadece stand up ile ilgilenen insanlardan oluşan ütopik bir köyde yaşasam da, bu kadar asosyal ve çekingen olmazdım muhtemelen.
- Nasıl hazırlanıyorsun sahneye? Bu espri tutar/bu tutmaz kararlarını nasıl alıyorsun?
Önce yazdığım taslakları, fikrine güvendiğim insanlara soruyorum. Daha sonra açık mikrofonlarda, küçük sahnelerde deniyorum. Seyircinin tepkisine göre düzenliyorum. Bazen de başta bulduğum fikir ya kötü ya da eskiden başka biri tarafından işlenmiş bir fikir oluyor, onu fark edince mecbur vazgeçiyorum.
- Seinfeld bir bölümde ertesi günkü çok önemli sahnesi için not aldığı kağıtları kaybeder ve sahnesi berbat geçer. Senin de başına hiç böyle şeyler geldi mi?
Evet bu klasik bir yazar-komedyen sorunu. Çok dağınık not tuttuğum için bazen kaybolduğum ya da ilk fikrime dair notu sonrasında okurken anlamadığım oluyor. Bazen de sizi en başta heyecanlandıran fikir, uyuyup uyanınca o kadar parlak gelmiyor. Bir kere üzerine uyumadan hiçbir fikre yükselmiyorum o yüzden.
Ezberi unuttuğum olmadı ama kötü geçen çok sahnem oldu. Bazen benim motivasyonsuzluğumdan bazen de seyirci-komedyen eşleşmesindeki uyumsuzluktan, saygı duruşu sessizliğinde geçen sahneler oldu. Aslında felaket senaryosu birçok insan için ama birkaç kere yaşadıktan sonra o kadar üzücü gelmiyor. "Hmm sorun neydi acaba?" sakinliğinde düşünerek eve gidiyorsunuz.
- DasDas'taki gösterini izleyen Şener Şen'den doğru zamanlamaların yani "timing" hakkında övgü almışsın. Bu tecrübeyle mi kazanılan bir şey yoksa insanları iyi gözlemleme yeteneğinin sonucu mu?
"Timing" övgüsü bir kibarlık, "emeğinize sağlık" demenin tatlı bir yolu da olabilir. Hâlâ Şener Şen'in gösteriye kendi isteğiyle gelmesini ve çıkışta tanışmamıza inanmakta zorlanıyorum. İnsan hayal bile edemez bunu.
Ama timing'den bahsedecek olursam, aslında prova, tekrar tekrar performe etmek ve seyirciyi dinlemekle ilgili. Bazen verdiğiniz bir es, reaksiyonu iki katına çıkarırken, yanlış verilen es her şeyi batırabilir. Deneme-yanılma ve sahneye çıkmanın getirdiği deneyimle gelişen bir sezgi. İlk sahnelere göre gelişsemde de hâlâ bu konuda amatör olduğumu düşünüyorum.
- Senin yaptığın gibi biraz daha sarkastik, kendini taşlayan, biraz politik, "karamsar mizah" Türkiye coğrafyasında çok da anlaşılmayan bir tür… Ya da artık anlaşılıyor mu? Yeni neslin espri anlayışı eskilere göre daha mı iyi?
Yani benim anlaşılmadığımdan şikayet etme lüksüm yok. Beklentimden çok daha fazla insandan geri dönüş aldım, öyle bir problem var mı bilmiyorum. Nesiller üzerinden düşünecek kadar da dıştan bakamıyorum. Gösterilere de her yaştan insan geliyor. Yaşıtım olup yaptığım komediyi hiç sevmeyen birçok insanla karşılaştım. Tam tersi şekilde 20'lerin başında ya da 60'ların sonunda birçok insan da beğeni cümleleri duydum.
Herkesin sevdiği ve anladığı mizah mümkün mü bilmiyorum ama mümkünse bile gerekli değil. Ben yıllarca bana hitap eden ama yakın arkadaşlarımla bile paylaşamadığım şeylere güldüm. Şu an bir şeyler yazarken de sadece kendi anlatmak istediklerime ve bana komik gelenlere odaklanıyorum. Hangi yaş grubu sever, ben ne anlatmalıyım, şu an neler tutuyor gibi hesaplara girince stand up'ın o dürüst ve yalın halinden uzaklaşıyor insan.
- Hani Gezi döneminde herkesin içinden pek hazır cevap espriler çıkmıştı, aslında nasıl da mizah sever bir ülkeyiz demiştik… Sahi ne oldu sence tüm o mizah duygumuza? Nasıl böyle karamsar, umutsuz insanlara dönüştü o duvar yazılarını yazanlar?
O duvar yazılarını yazanlar bir yerlerde yine birilerini gülmekten yerlere yatırıyordur bence. Mizah duygusu bir olayla ortaya çıkan sonra da yok olabilen bir şey değil. Bu sebeple şaka yapmak ile umutlu olmak birbiriyle paralel gelmiyor bana. Ama tabii ki Gezi'deki enerji, bir şeylerin değişebileceğine dair inanç, bir aradalık insana üretme şevki veriyordu. Belki de bir şakanın en işe yaradığı, yüzbinlerce insana moral verdiği tek andı, benim şahit olduğum.
Sonraki yıllarda politik hayat, sokak eylemleri hiç beklenmediği kadar neşesiz ve karamsar bir şekilde ilerledi. Artan devlet şiddeti, sokağa çıkan bütün grupların vatan haini ilan edilmesi, o gün gezide olanların önemli bir kısmının şu an tutsak olması… İster istemez birçok insanla birlikte ben de, o günden bugüne daha karamsar, bunalımlı ve umutsuz birine dönüştüm. Bu kadar acının, sistematik şiddetin ve bastırılmanın ortasında o zamanki üretim ve paylaşım şevkini bulmak çok zor. Ama başka bir olasılık var mı bilmiyorum ama hala sadece üretmek ve üretilen işleri takip etmek güç veriyor.
- Politika her zaman mizahın malzemesi olmuştur, her devirde, her coğrafyada ama bazen mizah politikada çok sakil duruyor -en azından bizimki gibi siyasi konjonktürlerde. Sen bu konuda ne düşünüyorsun, mizahtan anlayan, mizah yapabilen bir politikacı var mı? (Belki biraz Demirtaş, bol acılı mizah ama…)
Aslında şu an bir politikacının komik, mizahi bir söylemde bulunması genelde danışmanlarının "efendim geçen haftalarda 'artis ne arar la bazarda' diye bi video ünlü oldu, onunla ilgili şöyle bir cümle düşündük" demesiyle gerçekleşiyor. Zaten haftalar geçmiş, tüketilmiş bir konuda kendisine ait olmadığı belli olan bir üslupla ve sempati kazanma gayesiyle yapıyorlar. Bunların hepsi de komedinin düşmanı. O yüzden mizah politikada sakil durmuyor da sanki bu tarz yapıldığı için genelde başarısız örneklerle karşılaşıyoruz.
Mizahtan anlayan ve meclis koridorlarında milletvekili arkadaşlarını gülmekten geçiren birçok politikacı vardır eminim. Ama biraz önce de dediğim gibi, kitle kaygısı vb. hesaplar girince işin içine komedi ölüyor. Tabii ki röportajlarda sorulan sorulara verilen nükteli yanıtlara ya da meclisteki kavgalarda birbirlerine ettikleri laflara aşırı gülmüşlüğüm var.
- Biraz sesli düşünme gibi, fazla uzun bir soru olacak ama bizde mizah ve politikanın bir araya gelememesinin en büyük sebebi kendi kendimizle alay edemememiz ve her şeyi -en başta kendimizi ve düşüncelerimizi- fazla ciddiye almamız, gereksiz kibrimiz diye düşünüyorum… Bu sadece politikada değil, oyunculardan sade vatandaşa herkes için geçerli. Belki de bu yüzden Recep İvedik gibi herkesin kendinden "daha düşük" gördüğü tiplemeler yahut bu tiplemelerin gerçek hayattaki versiyonları ile ilgili espriler yapan komedyenler bu kadar alkış topluyor… Sence Tuzbiber ekibi gibi daha yeni nesil komedyenler, eski tip ya da daha herkese, ana akıma hitap eden, suya sabuna dokunmayan, hep "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla"cı şovmenlere rakip olabilir mi bir gün? Yoksa zaten olmamaları daha mı iyi, bu sayede müzik festivallerinde sahneleri olabiliyor, aslında daha gerçek bir izleyiciye mi ulaşıyorsunuz?
Aslında yeni-eski nesil olarak bu karşılaştırma doğru mu bilmiyorum. Ferhan Şensoy, Levent Kırca, Leman-Penguen-Uykusuz gibi benim yetişebildiğim mizah dergileri bu konularda şu anki genç komedyenlerden daha keskin-sert-politik bir çizgide mizah yapıyorlardı. Ama şu konuda katılıyorum; toplum olarak kendi kendimizle alay edemiyoruz, bir balonun içinde yaşamayı tercih ediyoruz. Etrafımıza mitlerden, abartılardan, kutsallardan örülü bir çit çekip içinde mutlu ve güçlü hissediyoruz. Bu da çok büyük bir kırılganlığa sebep oluyor. "Kızıldereliler Türkmüş" cümlesini bile eleştirseniz vatan haini oluyorsunuz. Ama Kızılderililer Türk değil yani, n'apalım. Böyle olunca sanki "vatan haini" sakince düşünebilen insanlara verilen bir sıfatmış gibi oluyor.
Öte yandan sahnedeki kişinin, yazarın da kendisiyle dalga geçmesi çok hoş karşılanmıyor. O yüzden en muhalif komedyenler bile başbakanı eleştirirken yerine "en doğru, hatasız aşırı iyi laf sokan" kişi olarak kendi sahne personalarını koyuyorlar. Çelişkisiz, tutarlı, güçlü lider olarak o da sahnede otoritesini koyuyor.
Yeni nesil belki farklı olabilir. Dışarıyla alay ettiği kadar kendi kişisel çelişkileri, yeteneksizliği, yediği boklar vs. hakkında dürüst bir anlatı kuruyor. O zaman çok daha etkileyici oluyor o hiciv.
"İktidardakiler iyi değil, yalancılar, lideriniz olamazlar ama ben de pirüpak değilim. En iyisi alkışlayacak insan aramayı bırakın" gibi bir anlamı oluyor.
Ama "suya sabuna dokunmayan" diye bahsedilen anlatıcı da bambaşka bir derinliğe ulaşabiliyor. Bazen kültürel kabulleri sarsabiliyor. Komedyenler bütün tercihleriyle ister yüzeyde politik olsun ister "apolitik" olsun dönüştürücü etkileri yüksek. Bunlar tabii aşırı yorumlamaya giriyor. Günün sonunda altı üstü bir komedi gösterisi.
Ben komedyenler arası rekabete inanmıyorum. Tabii ki kim hangi salonu dolduruyor, kim daha fazla güldürüyor, bu ara kimin komedisi daha çok ilgi çekiyor gibi dinamikler var. Ama ülkenin durumuna benzer pencereden bakan azınlık bir meslek grubu gibi hissediyorum, ara ara kaybetsem de bu samimi hissi korumaya çalışıyorum. Soruya dönecek olursam yeni nesil komedyen sayısı da ulaştıkları kitle de katlanarak artacak bence. Sadece ana akım biraz tuzak gibi geliyor. O kadar büyük kitlelere ulaşmak, her an göz önünde olmak insanın anlatabileceklerini ve ticari olmayan sanatsal işler üretmesini engelleyebiliyor.
- Bu kadar alıngan olmamızın, en ufak esprilerde bile hemen meslek birliklerinin, şehir derneklerinin dava açmasının nedeni sence ne?
Çok özgüvensiziz. Ben de öyleyim. Hayatta durduğumuz yer, işe yarıyor muyuz yaramıyor muyuz, yeterince seviliyor muyuz, takdir ediliyor muyuz. Bu sebeple de bin tane masalla çevriliyiz. Her ilin, mesleğin yüceltici bin tane fıkrası, özlü sözü, anlatısı var. Mizah bu anlatıların altındaki boşluğunu deşifre ediyor. O da bütün o kurulan sahte özgüveni ve mutluluğu bozuyor.
- Asla esprisi yapılamayacak bir konu var mıdır peki?
Bunu herhangi bir insanın belirlemesi mümkün değil. Vardır elbette duyunca yapandan da mizahtan da nefret ettirecek espriler. Ama bunun konuyla ilgili olduğunu düşünmüyorum, herhangi birinin de bu kadar genel bir ahkam kesme yetkinliği yok.
- Çok farklı kulvardalar ama Seinfeld mi Mrs Maisel mi?
Seinfeld. Çok daha özgün, yenilikçi ve hesapsız.
- Bu arada -çok içten soruyorum bunu, reklam değil- bir müzik festivalinde komedi gösterilerine yer verilmesi mükemmel değil mi?
Mükemmel gerçekten. Seyirci olarak çok merak ediyorum. Sahne alacak komedyen olarak da tabii ki çekincelerim var. İlk kez yapılan bu tür sahneler biraz sürprize açık oluyor. Merakla bekliyorum 25 Eylül'ü.
- Avrupa'da sahne aldığında oradaki Türkler'in tepkileri buradakilerden farklı oluyor mu?
Farklı olmuyor, bu da beni üzüyor. Çünkü oradaki gösteriye gelen insanların büyük bir çoğunluğu son 5 yılda gitmiş. Bütün politik, güncel referanslara hakimler, benzer bir mizah anlayışını paylaşıyor, Türkçe bir canlı gösteri izlemeyi özlemişler. İnsan ister istemez üzülüyor, Türkiye'de olsa iyi anlaşabileceğim yüzlerce kişi ülkeden ayrılmış.
- Yeni podcast ya da Youtube projeleri var mı yakında?
Şu an yaptığım stand up gösterisinin çekimini yaptık, kurgudayız. Onu yayınladıktan sonra belli olacak birçok şey. Ama podcast ve Youtube'dan ziyade sinemayı tekrar denemeye hazırlanıyorum.
- Sinema filmlerinde "Ama" ile gördük adını ama kendi filminde de izler miyiz seni ya da yönetmen/senarist olarak çıkacak mısın karşımıza?
İstiyorum. Şu an içinde bulduğum duruma, sahne temposuna alışmaya; iyi yapabildiğim ve yapamadığım şeyleri ayırt etmeye çalışıyorum. Bu kafa karışıklığı içinde acele işlere girmek istemiyorum. Ama gelecek yıl tüm mesaimi ayırmak üzere uğraştığım senaryo taslakları var.
- Sana ayıracak vakti olanları Cheerz Fest'te ya da sonrasında, neler bekliyor, çıkışta akıllarında ne kalsın istiyorsun?
Emin oldukları herhangi bi konuda kafalarını karıştırsam yeter herhalde. Ya da daha önce sadece üzülerek, öfkelenerek andıkları bir mevzuyu biraz daha rahat konuşabileceğimizi fark etmeleri olabilir.