Dünyanın en önemli festivallerinde sahne alan Musica Sequenza orkestrasının kurucusu Burak Özdemir bir müzik dehası olarak kabul ediliyor. Farklı müzik tarzlarını klasik müzik potasında eriterek oluşturduğu yeni dil ile anlattığı hikâyeleri edebiyattan teolojiye uzanan bir altyapıya sahip. Burak Özdemir, dünyanın en saygın performans sanatları okulu olarak anılan The Julliard School'a 'artist diploma' (üstün yetenekli öğrencilere verilen özel diploma) bölümüne kabul edilen ilk Türk öğrenci, aynı zamanda bu yüksek bölüme alınan okul tarihindeki ilk fagot öğrencisi. Yaptığı müziği görsel öğelerle tamamlayan Özdemir için sadece "müzisyen" demek yeterli kalmıyor, çok yönlü bir sanatçı aslında ve ilerleyen senelerde adını çok daha sık duyacağımız kesin.
Terzi bir annenin, besteci bir babanın oğlu ve İstanbul Opera Balesi'nin dekorlarını yapan marangoz bir dedenin torunu olan Burak Özdemir, çocukluk ve ilk gençliğini İstiklal Caddesi'nde, Beyoğlu'nun en ihtişamlı zamanlarında geçirmiş. Halen Berlin'de yaşayan Özdemir'in müziğinde İstiklal Caddesi'nin izlerini de bulmak mümkün zaten. Hem de en uç noktalarda.
Bu özel yeteneği ve orkestrası Musica Sequenza'yı bu akşam Borusan Müzik Evi'nde dinleyebilirsiniz. 5 Kasım'da sezonu açan Borusan Müzik Evi, 16 Mayıs'a kadar yine muhteşem konserlere ev sahipliği yapacak. Ajandanıza önümüzdeki haftayı not edin şimdiden çünkü 1-12 Kasım Noise İstanbul Müzik Festivali sezonun en ilgi çekici etkinliklerinden biri. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), Borusan Quartet ve alternatif müziğin adresi Borusan Müzik Evi konserlerinin yanı sıra konser öncesi sohbetlerin de ücretsiz olarak müzikseverlere ulaşacağı çevrimiçi video platformu borusansanat.tv, 2022/23 sezonunda gerçekleşecek konserlerin kayıtlarını paylaşmaya ulaştırmaya devam edecek. Ayrıca Müzik Evi'nde eğitim programlarının başlayacağının müjdesini de verelim.
- Elektronik müzik geliştikçe klasik müziğe daha yakın işler çıktığını görüyoruz. Aradaki çizgi bile incelmeye başladı. Bir gün Barok gerçekten yeni pop olabilir mi ya da olmalı mı? Daha ötesi artık janralara yer var mı müzikte?
Müzikte farklı türlerin olması kadar güzel bir şey yok. Elbette janralar gerekli. Sanatsal dışa vurumda sadece tek bir çizgi izleyemeyiz. Dünyada her kültürün kendine özgü bir mutfağı, mimarisi, kıyafetleri ve enstrümanları, dolayısı ile kendine özgü bir müziği var. Müzik bir lisan ve bu dil ile anlatılan duygular dünyanın her yerinde insanlığa ait; aşklar, inançlar, korkular, umutlar, kayıplar.. bütün bu duyguların dışa vurumunda farklı kültürlerin yüzyıllardır kendi enstrümanlarını ve lisanlarını geliştirmeleri inanılmaz ilginç. Elbette kültürler eski asırlara kıyasla bugün çok daha fazla iletişimdeler. Tüm büyük şehirler birbirine benzemeye başladı. Sahip olmak istediğimiz değerlere gelince 'mainstream' global bir olgu söz konusu. Ancak içinde bulunduğumuzdan farklı kültürler ile iletişime geçince insan hakkında öğrenebileceğimiz büyük bir ders var. Çizdiğimiz ülke sınırlarını bir an için yok saydığımızda herkesin bir dünya vatandaşı olduğunu görüyoruz. İşte tam o anda orada olmanın verdiği heyecanı projelerime taşımaya çalışıyorum. Barok benim için yeri değiştirilemez bir renk dünyası. Anlatımın sınırlarında, hayal gücünü zorlayan bir dünya. Günümüzün seyircisi ile popüler bir müzik türü gibi buluşabilmesi büyük bir keyif.
- Sampling Baroque/Bach ismiyle bile vurucu. Geleneksel klasik müzik dinleyicileri, eleştirmenleri klasik müziğin sample'lanmasını, başka türlerle bir araya getirilmesini nasıl yorumluyor? Sizin performanslarınıza tepkileri ne oluyor?
Geleneksel dinleyici, yeni projeler izlemek konusunda sandığımızdan çok daha istekli ve meraklı. Sanatın ve sanatçının durağan bir hale dönüşmesi ya da kendini tekrar etmesi kadar korkutucu bir durum olamaz. 10 yılı aşkın bir süredir orkestram Musica Sequenza ile dünyanın her yerinde projelerimizi gösteriyoruz. Bazen saf barok, bazen barok ile elektronik müzik bir arada, bazen de farklı disiplinler ile buluşarak; modern dans, video sanatı, kostüm, sahne ve ışık tasarımları. Hem Dünya basınından, hem de seyircisinden aldığımız pozitif tepkiler, büyük bir seyirci kitlesinin konserlerimize gösterdiği ilgi ve albüm satışlarımızın rakamları, bize ilerlediğimiz yolda devam etmemiz konusunda motivasyon olarak geri dönüyor.
- Bütün işlerinde isimler ve görseller çok dikkat çekiyor. Bunların fikirleri de yine senden mi çıkıyor yoksa ekip işi mi?
Musica Sequenza'nın sanat yönetmeni olarak sadece müzikal konular ile değil, aynı zamanda sahneleme, kostüm ve görseller konusunda da ekip toplantılarına katılıyorum. Sonuçta her proje kolektif bir çalışmanın sonucu olarak doğuyor. Ortak çalışmaktan keyif aldığımız sanatçılar ile uzun yıllar birlikte çalışmaya devam ediyoruz. Bu da orkestra müzisyenlerinin yanı sıra, görsel sanatçılar ile de yıllar içerisinde bir aile gibi olmamızı sağladı.
- Sözsüz bir müzik yapıp kelimelerle bu kadar iyi oynamanın sırrı ne?
Anlatım gücü en başta geliyor. İnandığım eserleri programa almaya özen gösteriyorum. Bir projenin müziğini kendim yazıyor isem, kulağa nasıl geldiğinin ötesinde, performans esnasında da nasıl sunulacağını dikkatle inceliyorum. Konstantinapol doğumlu Bizans bestecisi Kassiani'nin hayatını anlatan son operam KASSIA'yı örnek alırsak, eski yunanca sözler ile söylenmesine rağmen, hem vokal hem de enstrümantal partilerde anlatıma, eserin her saniyesinde önem verdim. Bazen birkaç saniyelik bir pasaj için günlerce çalıştığım olabiliyor. Silip tekrar yazarak, duymak istediğim noktaya varmayı hedefliyorum.
- Müziği, kültürleri, janraları ve hatta farklı sanat dallarını bir araya getiriyorsun. Bu sence yaşadığımız dönemin getirisi, gerekliliği, zeitgeist mı yoksa sadece deneysel çalışmalar mı?
Deneysel çalışmalar yapmak konusunda hiç korkum olmadığı kesin. Ancak özellikle tarihteki karakterler ve eski hikâyeler her zaman ilgimi çekiyor. Dante Alighieri'den esinlenerek yarattığım INFERNO eseri, Kassiani'yi anlatan operam KASSIA, monoteist dinler arası kardeşliği işleyen oratoryom ATLAS PASSION, hepsi üzerinde çalışmak istediğim, dikkatimi çekmiş tarihi temalardır.
- Adını ilk kez KitKat Club'ın partisinde duymuştum ve bu efsanevi klübün seçiminden çok etkilenmiştim. Orada bulunamamış olsam da bulduğum bütün videoları izlemiştim. Musica Sequenza'yı kurarken aklındaki tam olarak bu muydu?
Juilliard School'da 'artist diploma' bölümüne kabul edilen ilk Türk öğrenci, aynı zamanda bu yüksek bölüme alınan okul tarihindeki ilk fagot öğrencisiydim. Jüride önemli barok yıldızlar oturuyordu; Jordi Savall, William Christie, Monica Hugget… Bill (William Christie) bana program içerisinde neler yapmayı arzu ettiğimi sordu. Solo kariyer yapmanın bana ne kadar uymadığını, aile insanı olduğumu ve tek başıma dünyayı gezmek istemediğimi söyledim. Bir kahkaha koptu odada. Bill ekledi; 'O yüzden mi İstanbul'daki aileni arkanda bırakıp, New York'a geldin?'. 'Bir barok oda müziği grubu kurmak istiyorum' diye cevap verdim. 'Ancak geleneksel şekilde barok eserler çalmak yerine, barok müziği genç nesillere ulaştırmak istiyorum. Barok müzik, müzelerde çürüyen notalardan ibaret olmamalı, aksine bu eserleri DJler remixlemeli. Modern dinleyici bu eserler ile kulüplerde dans edebilmeli, bu müziği bir pop müzik türü gibi günlük hayatlarına katabilmeli.' diye ekledim. Bill bana okulda bir odanın anahtarını verdi. 'Çok beğeneceğini düşündüğüm bir klavsen var bu odada. Kadronu kurup çalışmalarına hemen başlayabilirsin. Bu oda sizin çalışmalarınız için sen mezun olana kadar size aittir' diye ekledi. Juilliard'ın erken müzik departmanı o sene açılmıştı. Dünya'nın her yerinden yetenekli genç öğrenciler programa alınmıştı. Kadroyu kurup ilk projeyi geliştirmeye başladım: VIVALDI : THE NEW FOUR SEASONS. İklim değişimlerini, küresel ısınmayı ve çevre sorunlarını, Vivaldi'nin müziği ile ele alan ilk proje, mezuniyet senemde Deutsche Harmonie Mundi plak şirketinden yayınlandı ve best seller olarak bir ay içinde tükendi.
- Bize biraz Inferno albümünden ve Berlin Filarmoni ile verdiğiniz konserden bahsedebilir misin?
INFERNO, Dante Alighieri'den ilham alan, İtalyan Rönesansı ve erken Barok müzik eserlerinden oluşturdugum bir konser programı. Projede Monteverdi, Cavalli, Frescobaldi ve Gesualdo'nun yanı sıra, daha az tanınan Marco da Gagliano, Stefano Landi, Sigismondo d'India, Andrea Falconieri ve Benedetto Ferrari'nin muhteşem eserleri yer alıyor. İlk albümümüz VIVALDI: THE NEW FOUR SEASONS'un ardından yine tamamen İtalyan kültürüne dayanan bir eser yaratmak istedim. Dante'nin Floransa'da ölüme mahkum edilmesinin ardından, yaşamı ve siyasi mücadeleleri beni derinden etkiliyor. Yapıtları, 21. yüzyıl dünyamızınkilerle karşılaştırılabilecek 14. yüzyılın siyasi ve dini meseleleri hakkında önemli sorular ortaya koyuyor. Dante, günümüze bıraktığı yapıtları sayesinde kendisi ile dünyanın dört bir yanındaki günümüzün çağdaş sanatçıları arasında bir bağ kuruyor. Dante'nin şehri Floransa'yı her ziyaret ettiğimde müthiş ilham alıyorum. Bu proje ile bu büyülü Dante şehri ve kültürü hakkındaki kişisel duygu ve düşüncelerimi yansıtan bir atmosfer yaratmaya çalıştım. INFERNO, İtalyan Rönesansı ve erken Barok dönemine ait enstrümantal ve vokal eserlerin bir karışımı. Soprano, barok fagot, yaylı çalgılar, klavsen, org, perküsyon ve yaylı çalgılardan oluşan Musica Sequenza, 17. yüzyılın dönem enstrümanları ile çalıyor. Bu müzikte duyduğumuz ruh ve şehvet yaşlanmadan kalplerimize dokunuyor. Doğamızın vahşi, ham ve zamansız bir olgusundan besleniyor.
- Bir de yakın zamanda gerçekleşen Arthouse Jersey'de yaptığınız Vertigo projesi var. Onu da dinlemek isteriz senden.
Vertigo genellikle denge kaybı veya mekansal oryantasyon bozukluğu olarak anlaşılır. Dönmüyorken dönüyormuş gibi hissedebileceğiniz veya çevreniz hareketsizken hareket halindeymiş gibi hissedebileceğiniz hissidir. Bu duyguyu yeni kompozisyonum VERTIGO'ya entegre etmeye çalıştım. Vertigo'nun sanatsal dili, düzensiz döngülerde ortaya çıkan hipnotize edici ve geometrik figürlerle dolu. Onları gündelik hayatın rastgele akımları olarak düşünmeyi seviyorum. Tesadüf, doğada sıklıkla tanık olunan bir güzellik şeklidir. Uzay eklektik bir kolajdır. Hayat beklenmedik, rastgele olaylarla doludur. Vertigo'nun müziğini Monteverdi ile yüzyıllar arası bir işbirliği ile yarattım. Claudio Monteverdi, form ve melodinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Rönesans ve Barok dönemleri arasında köprü kuran, İtalyan müziğini duyulmamış bir şeye, gelecek yüzyıllarda çalışılacak ve hayran olunacak bir şahesere dönüştüren sanatçı olarak görülmelidir. Bestelerinde var olan üsluplar adeta yepyenilerine dönüşüyor, müzikal diller eriyip yeniden oluşuyor. Bu yeni görsel-işitsel sanat eserinin çekirdeğini oluşturmak için Monteverdi'nin hayal edilemeyecek kadar güzel üç vokal parçasını ilham kaynağı olarak aldım. Daha sonra Monteverdi'nin 17. yüzyıl müziğini çağdaş müziğimle ilişkilendirmek için üç yeni eser besteledim. Toplam altı bölümlü müzikal eserin altı da videosu mevcut. Bu müziği yaratmak ve kaydetmek için kullandığımız teknoloji, mekanın sürekli değişim içinde olduğu ve seyircinin zeminin sistematik olmayan bir şekilde döndürülüp kaldırıldığını deneyimlediği VERTIGO için farklı bir ton oluşturmamızı sağladı. VERTIGO'da, müziğin hem ileri hem de geriye doğru hareket ettiği esnek, akışkan bir zamanla karşı karşıyayız. VERTIGO'nun dünyasına girerken zaman hissini ve matematik kurallarını kesinlikle geride bırakmaya hazır olunmalıdır. Duyusal yönelimlerimize müdahale eden böylesine esrarengiz ve kafa karıştırıcı bir eser yaratmanın tüm amacı, bizi dinlerken dinleyiciyi rahatından çıkarmaktır. Zamanı geldiğinde, ruhsal niteliklerimize rağmen, ne kadar makine gibi hareket edebildiğimizin farkına bile varmadan, aşırı oto kontrollü davranışlarla günlük hayatımızı sürdürüyoruz. Biz 21. yüzyıl insanı için zaman kavramını yitirebilmek sadece canlandırıcı değil, aynı zamanda çok önemlidir. Hayatın özüne ilişkin bir tasavvuftur.
- Türkiye'de de benzeri bir sergi çalışması yapmak ister misin?
Elbette çok isterim. Geçtiğimiz mayıs, Mardin Bienali'nde gösterdiğimiz INTERMINATA eserim de audio-visual bir yerleştirme idi. Pandemi öncesi, Ulya Soley'in küratörlüğünde Pera Müzesinde bir konser enstalasyonu gerçekleştirdik. KORERO isimli eser, tarihi Osmanlı tablolarından ve 16. Yüzyıl İstanbul'undan esinlenmekte idi. Umarım yakın gelecekte de Türkiye genelinde benzer projelere imza atmaya devam edeceğiz.
- Türkiyeli olmak oryantalist ezgiler ekleme baskısı yarattı mı hiç üstünde? Ya da Türkiyeli olduğun için hiç ayrımcılığa uğradın mı?
Üzerimde herhangi bir baskı hissetmiyorum. Uzmanlık alanımın dışında kalan eserler yaratmak gibi bir niyetim zaten yok. Geleneksel Türk müziği eğitimi almadım, ancak RAMEAU A LA TURQUE isimli projem Tanburi Mustafa Çavuş'un muhteşem şarkılarını, Jean Philippe Rameau'nun bir opera balesi ile buluşturuyor. Sevgili Efruz Çakırkaya'nın daveti üzerine bu sene Istanbul Müzik festivalinde kapanış konseri olarak sunduğumuz proje, dünya basınından büyük övgü almış, Avrupa'da pek çok konser salonu ve festivali ziyaret etmiştir. Ayrımcılığa uğramadım ancak, Türkiye doğumlu bir müzisyen olarak Hristiyanlara dönemsel kilise müziği çalmak, elbette dinleyiciye başta biraz tuhaf gelebilirdi. Sanıyorum sunduğumuz eserlerin içeriği ve çalış şeklimiz ile kısa sürede Avrupa dinleyicisinin beğenisini kazanmayı başardık.
- Tüm bu sorulardan sonra şimdi seni daha çok tanıyabilir miyiz? The Julliard gibi bir okula kabul edilmeden önce neler yaptın, nerelisin, nerede büyüdün ve tabii biraz da ensemble nasıl kuruldu, kimler var anlatabilirsen sevinirim.
İstanbul doğumluyum. Ananemin İstiklal caddesinde bir pasajda terzi dükkânı vardı. Dedem marangozdu, İstanbul opera balesinin sahne dekorlarını yapardı. Aile büyükleri bana her zaman esin kaynağı olmuşlardır. Babam da besteci ve piyanist, konservatuarda da öğretim görevlisi idi. Onun konserlerine gider, yorulunca da sahne arkasında uyurdum. Çocukluğum hep sanatçıların evimizdeki konuşmalarına tanık olarak ve provalarını izleyerek geçti. Bir gün ben de müzik okumak istediğimi dile getirdim. Kadıköy'deki İstanbul üniversitesi konservatuarında, ana enstrüman fagot, yan enstrüman olarak da piyano eğitimine başladım. 12 – 20 yaşları arasında oradaydım. Orta okul, lise, lisans… hepsi aynı binada. İlk seneler başarısızdım. Aklım hep dışarıdaydı. İstanbul'un 2000'lerin başındaki gece hayatı, elektronik müzik, deli dolu arkadaşlarım. Asi bir gençtim. Üniversite yıllarında müzikte yol almaya başladım. Devlet opera balesinde fagot sanatçısı olarak kadroya alindim. Temsillerden cikip, kulüplere giderdim. Godet, 14, 7th House, Crystal, Magma gibi kulüplerin güvenlikleri sırtımda fagotumu görünce gülerlerdi. 'Geldi bizim fagotçu' derlerdi. Bütün haftasonu partileri gezip, pazartesi sabahı yine okula giderdim. 2005'te İş Bankası genç yetenekler yarışmasında birinci oldum. İkinci annem olarak gördüğüm Zeynep Hamedi ile tanıştırıldım. Asım Kocabıyık Vakfı'nın desteği ile o yıl Berlin konservatuvarında yüksek lisans eğitimine başladım. Barok fagot ile tanıştım. Sonra New York, Ensemble Musica Sequenza'nın oluşması.. Müzisyenlerin hepsi ayrı bir ülkeden ve kültürden geliyor; Japonya, Kore, Çin, Avustralya, Amerika, Almanya, Fransa, Bulgaristan, Türkiye. Birlikte iş dışında da buluşuyoruz. Yemek yaptığımız zaman uluslararası bir mutfak ortaya çıkıyor.
- Borusan Müzik Evi'ndeki konserinize nasıl hazırlanalım, bizi neler bekliyor?
Birlikte dans edeceğiz! Enerjik, dinamik, dolu dolu bir proje. Johann Sebastian Bach'ı kutlayacağız. Müziği, sevgiyi, bir arada olabilmenin sevincini kutlayacağız.
BURAK ÖZDEMİR & MUSICA SEQUENZA - SAMPLING BAROQUE / BACH konseri bu akşam 21.00'de Borusan Müzik Evi'nde. Biletleri Passo'dan alabilirsiniz.