Dünya üstünde yakın zamanda olan doğal felaketlere bakınca, canı sıkılmış bir büyücünün dünyayı sallayarak büyülerini havaya saçtığını düşünebiliriz. Kuraklık ve aşırı sıcaklar nedeniyle kontrol altına alınamayacak kadar büyüyen Avustralya yangınları hala söndürülemedi. Neyse ki yangın sürerken yağmurlar imdada yetişti. Ama onlar da normal sıradan yağmurlar değildi, kocaman ve adeta cennet gibi olan ada yerle bir oldu. Daha fenası da ölümler…
Biz sadece “sevimli” görünen hayvanları hatırlasak da ormanlarda yaşayan ve doğanın dengesini sağlayan binlerce böcek türü, kuş ve küçük hayvan var. Avustralya'da yırtıcı hayvanlar olmadığı için hayvanların zekaları çok da gelişmiş değil maalesef. Bu nedenle kendilerini koruyamıyorlar. Caddelerde kanguru ya da wallaby (küçük bir tür kanguru) çıkabilir uyarılarına rağmen araç altında kalmış çok fazlasına rastlamak mümkün. Bir yandan da özellikle şehir dışı bölgelerde yürürken arkanızdan gelen “pat pat” seslerini duymak ve o wallabyler ile göz göze gelmek harika! Yangınların ulaşmadığı Melbourne bölgesindeki Great Ocean Road'da giderken bir yanınızda yemyeşil ağaçlardan havalanan beyaz papağan sürüleri, diğer tarafınızda uçsuz bucaksız okyanus ve sörfçüler… Sürekli gülümseyen ve rahat görünen Avustralyalıların dünyanın tüm diğer ülkelerinden uzakta olmasının getirdiği güzellikler belki de bunlar… 2018 başında ziyaret etme şansı yakaladığım bu Avustralya, hayatım boyunca kalbimde başka bir yere sahip olacak. Ailemden o kadar uzakta yaşamayı göze alabilsem, hiç düşünmeden taşınacağım tek yer… Bu yüzden de yangınları takip ederken normalden daha da hassaslaşmış olabilirim.
Avustralya böylesine olağan dışı olaylarla uğraşırken dünyanın kalanı da refah içinde değil tabii… Venedik'te su baskınları o kadar çok arttı ve normalin üstüne çıktı ki; tarihi ta 828 yılına (evet 3 rakamlı bir tarih) uzanan St. Mark Bazilikası'nın önüne cam barikat inşa edilmesine karar verilmiş. Sen tut 9. yüzyıldan beri ayakta kalan ve detaylarıyla akıl donduran bir yapı ol ve 21. yüzyılda seller yüzünden tehlikeye düş… Öte tarafta Çin'den dünyaya yayılan Koronavirüsü var… Kim bilir daha kaç kişiyi öldürecek. Türkiye desen; hastaneler domuz gribi, gergedan gribi ve türevlerinden dolayı ateşlenen hastalarla dolu. Yıl 2020, insanlar dünyanın en akıllı canlısı olmakla övünüyor ama mikroskopik boyuttaki virüslerle baş edemiyor. Millet olarak biz, virüslere gelene kadar daha deprem vergilerimizi iç eden türlerle baş edemiyoruz… Küçücük çocukları göçük altında kalmaktan kurtaramıyoruz.
Hal böyleyken içinizi daha çok karartmak istemem ama sosyal medyada görüntüleri paylaşılan, haberlerde anlatılan, sokakta herkesin konuştuğu yangınlar, ölen kangurular, koalalar, nesli tükenmeye yüz tutan platypuslar (çizgi film karakteri gibi yaratıklar), sular altındaki şehirler aslında o kadar da uzağımızda değil. Çünkü dünya hiç beklemediğimiz bir hızla küresel ısınmaya tepki veriyor. Her an biz de beklemediğimiz doğal afetlerle yüz yüze gelebiliriz.
Gerçi afetlere ihtiyacımız mı var? Biz kendi kendimizin felaketiyiz. Elimizdeki hiçbir güzelliğin kıymetini bilmemek, sürekli başkasını eleştirip kendimizi düzeltmek için hiçbir şey yapmamak, birbirimizi incitmekten hiç imtina etmemek, doğruluğu, dostluğu, arkadaşlığı, yardımı, sevgiyi, saygıyı hep başkasından beklemek ama ne kendimize ne karşımızdakine bunları vermemek… Elimizdeki güzellikleri korumakta değil ama bu saydığım özellikleri korumak hatta büyütmekte adeta bir dünya markasıyız.
Başka bir yerde olsa şimdi Instagram popüleri olacak ama bizde sular altında bırakılan 12 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf (sular Helenistik dönemden kalan mağaralara ulaştı), turizminin gelişimi desteklense muazzam bir tarih turizmi kapısı olacak olan Doğu ve Güneydoğu (Ki Kars'ın ani popülerliği tanıtım yapılırsa neler olabileceğinin ispatı), insanlığın merkezi olan Mezopotamya'nın harcanan bereketi, saçma sapan neon ışıklarla dolu Akdeniz kasabaları, zeytin ağaçlarını korumaya çalışan ama inşaatların bastığı Ege, taşı toprağı, ağacı zümrüt Karadeniz, müziği, eğlencesi yeten Trakya, Göbeklitepe gibi bir muazzamlığı barındıran İç Anadolu ve bizim çirkinliğimize ve tüm çabamıza rağmen güzel kalan İstanbul…
Daha iyi bir hale getirilebilecek havalimanlarımız varken yapılmaması gereken bir yerde, kan dökerek yapılan havaalanları, fasatları korunup içi yenilenebilecekken çökmeye terk edilmiş yüzyıllara meydan okuyan muhteşem yapılar (Örnek: Boğazkesen Caddesi'nde bir seçim döneminde AK Parti'nin kullandığı, şimdi uğraşılsa yapılamayacak kadar güzel bina) dururken mantar gibi biten çirkinlik abidesi siteler, gerekli istihdam açılabilse (ki ülkede yapılacak çok iş yani açılabilecek çok istihdam alanı mevcut) Avrupa'nın en genç nüfusuna yani işgücüne sahip ülkelerin başında geldiğimiz gerçeği… Bu liste uzar da uzar… Ama sözün özü: Biz kendi kendimizi tüketiyoruz. Ne düşmanlara ihtiyacımız var, ne doğal felaketlere. Tüm gelişmişlikle gelişmemişlik arasında kalmış ülkeler gibi. Ellerimiz daha fazla dert görmesin diyeceğim de; tükenmek de dertsiz olmuyor, içimizdeki efkarı koruyabilmek de…
Cayır cayır yanan Avustralya'nın aslında sadece bize değil tüm dünya ülkelerine yakılmış bir kırmızı ışık olduğunu görmeyenler için bir ufak bilgi vereyim: Bu yangınlar, atmosferdeki karbondioksit oranını geri dönülemez bir biçimde yükseltmiş durumda. Bilim adamları bu karbondioksitin dünyada 1.5 derecelik bir ısınmaya sebebiyet vereceğini belirtiyor.
Yazmaya devam etmeme gerek var mı?
NOT: İlgimiz, dikkatimiz şu anda Elazığ'a çevrilmiş olsa da sevimli bir koalanın yangından kurtulma halini gösteren bir videonun sosyal medyada popüler olmasıyla gündem yine Avustralya'ya geçebilir… Ne de olsa dikkat dağınıklığı olan, kısa hafızalı bir yapımız var. İşte bu noktada, sosyal medyada paylaşılan Avustralya'ya yardım kampanyaları ve “ne yapabilirsiniz” rehberleri maalesef büyük bir bilgi kirliliğine yol açıyor. Bu nedenle İstanbul'daki Avustralya Büyükelçiliği ile görüşüp doğru bilgi almaya çalıştım.
Büyükelçilik tarafından yönlendirildiğim National Bushfire Recovery Agency'den aldığım bilgiye göre; şu anda özellikle sosyal medyanın etkisiyle ihtiyaç olunan yardımların tamamı gelmiş ancak yardım etmek isteyenlere cevap vermek o kadar zaman alıyormuş ki asıl yapılması gereken işler engelleniyormuş. Bu nedenle resmi kurumlara maddi destek yapmak Avustralya için yapılabilecek en iyi yardımmış. Yardım alan derneklerin ve gönüllülere destek olan kurumların listesi şurada.
KAYNAK: The Guardian, Vox, Australian Defence Force, UN Environment, National Bushfire Recovery Agency , ABC