Aslında Özgürsün, Türkiye'de kadın hareketinin en önemli isimlerinden Duygu Asena'nın 2001 tarihli romanından uyarlanan bir dizi. Dizinin yönetmeni, son zamanlarda adını daha sık duyduğumuz, bolca alkışladığımız Ali Kemal Güven. Ali Kemal Güven'i yakın zamanda ilk uzun metraj filmi Çilingir Sofrası ile alkışlamış olsak da daha önceden tiyatrolarda hem yönetmen hem yazar olarak oyunlarını izlemiştik. Aslında Özgürsün romanı da tiyatro oyunu olarak sahne alıyordu. Roman ve oyun güzel bir hamle ile dizileştirilip Gain'de yer alınca hemen izlemeye başladım. Berk Cankat'ı yeniden ekranda görme heyecanı da vardı tabii. Gain, Witchcraft Films yapımı bu diziyi bünyesine katarak alkışı hak etti ama her hafta bir bölüm şeklinde, klasik televizyon anlayışı ile karşımıza çıkarınca üzdü. Çünkü dizi ikinci bölümden sonra açılıyor ve daha acısı, Berk Cankat hikayeye 6. bölümde dahil oluyor. Hem de daha önce hiç oynamadığı tarzda bir karakterle, çapkın, gizemli bir genç adam olarak. Bu rolü de çok iyi oynuyor tabii!
Deniz Çakır, Bade İşcil, Burak Yamantürk, Alican Yücesoy, Saygın Soysal, Barış Gönenen gibi oldukça başarılı oyuncuların yer aldığı diziye Perihan Savaş, Nükhet Duru, Zuhal Olcay gibi yetenekler de konuk oluyor. Dizi ile ilgili söylenebilecek çok şey var. "Keşke daha farklı olsaydı" dedirten yerleri var, hikâye ne kadar güzel olsa da. Ama Duygu Asena'nın öncü ve konuşulması gerekenlere yer açan tarzı diziye de yansımış tabii. İnsana dair duygular günümüzde olması gerektiği gibi, yok sayılmadan işleniyor. sadece bu açıdan bile takdire değer, izlenmesi şart bir dizi Aslında Özgürsün.
Bu nedenle dizinin yönetmeni Ali Kemal Güven ve nihayet bu hafta dizinin 6. bölümü ile karşımıza çıkan yakışıklı olduğu kadar yetenekli oyuncu Berk Cankat ile buluştuk ve kadınların ekrandaki yansıtılma şekilleri ile sohbet ettik.
- Aslında Özgürsün kitabı dizileştirme fikri nasıl ortaya çıktı?
Ali Kemal Güven: Diziden önce tiyatro oyunuydu. 2-2.5 sene sahnelendi. Dizi, Seda'nın (Yapımcı Seda Özkaraca) fikriydi, "Bunu dijital bir ortamda dizi haline getirmeyi düşünür müsün" dedi, "Düşünürüm" dedim, ondan yola çıkarak görüşmelere başladık. Daha biz tiyatro oyunuyken böyle bir hayalimiz vardı yani. Daha sonra ekiple bir araya geldik. Karşılıklı çok tatlı bir buluşma oldu ve onlarla birlikte projeyi geliştirmeye başladık. Heralde 6-8 ay arası senaryo süreci oldu, sonra da sete çıktık.
- Bugüne uyarlamakta sıkıntı yaşadınız mı yoksa tam tersine kitabın o zamanki güncelliğini koruyor olması acıklı bir durum mu?
A.K.M.: Çok acıklı bir durum. Duygu Asena'nın tabii ki muhteşem, çok zamansız bir kalemi var. Dolayısıyla 2000'lerin başında yazdığı hem erkek hem kadınlık halleri hâlâ daha çok geçerli. Bu onun hem zamansız kaleminden kaynaklanıyor hem de maalesef Türkiye'de olma hallerinden. Çünkü o zamanki sorunlar hâlâ geçerli. Hatta kitabı okuduğum zaman o günden beri geride olduğumuz hissine kapılıyorum. Bu çok üzücü. Aslında kitabı bugün çıksa daha bile olay olabilirmiş! Ama tabi bunun sonuna "maalesef" ekliyorum çünkü keşke şu an, "Duygu Asena ne kadar geride kalmış" diyebilseydik. Ama maalesef diyemiyoruz ve Duygu Asena'nın kendisi bugün yaşasa bu duruma çok üzülürdü diye düşünüyorum.
- Tabii ki üzülürdü ama bence o yaşasaydı bir şeyler daha farklı olabilirdi.
Berk Cankat: Evet zamansız bir kalem, evet hâlâ geçerliliğini koruyor. Onun adına çok güzel ama insanlık adına utanç verici. Aynı yerde seyrediyoruz, sanki o günden başlayarak değil, öncesinde de. Kadın hep 1-2 adım geride. Hala eşitliği bile konuşuyorsak, bir sıkıntı var demek.
- Bu kitap çıktığında bir arkadaşımın babası eşine "Bu kitabı okuyup beni aldatacak mısın" demişti… Kaldı ki Duygu Asena zamanında kitapları yasaklanmış bir yazar… Bu kitabın şu an sahnelenmesi ya da dizi haline getirilmesi bir gelişme değil mi, kaplumbağa hızıyla ilerliyoruz gibi görünse de senenin 2022 olduğunu düşündüğümüzde…
A.K.M.: E tabi aynen öyle. Bence bunu yayınlayacak cesarette insan az. Ali Kemallerin böyle bir platforma denk gelmesi şans. Buna bulaşmak isteyen kişi sayısı az. Mesela kitapta şöyle bir cümlesi var "Hiçbir yuva kutsal değildir, mutsuzsan yık geç". Bugünün Türkiyesi'nde özellikle kadınlar için bekleyen ahlak bekçileri için korkunç bir cümle; ama aslında ne kadar özgürcü, ne kadar kadından yana, "Sen hiçbir yere bağlı değilsin, toplum seni bir yere konumlandırıyorsa ve sen bundan mutsuzsan çık oradan" diyor. Duygu Asena bunu söylediği için siyah poşetlere de konulmuş, taşlanmış, yargılanmış da ama bunu hep söylemiş. Bugünün Türkiyesi'nde bunu söylese yine linçlenirdi ve ne kadar üzücü bir şey bu. Aslında Duygu Asena kitapları arasında daha yumuşak bir kitap, daha pembe, daha eğlenceli, daha butik, kadınlar aralarında konuşuyormuş da sen kulak kabartmışçasına bir kitap, doğasında var, hafif gibi görünen şeker paketine sarılmış ama çok ciddi meseleleri anlatan bir kitap. Mesela bugün oğlum gay mi diye tasalanan bir annenin konusunu anlatıyor. Gel gelelim bugün hâlâ bu konuda ne dizi var ne film var, ama 2000'lerin başında kadın bunu yazmış.
- Sen nasıl dahil oldun bu işe?
B.C.: Ali Kemal sağolsun beni buldu. Benim için çok büyük bir şans oldu.
A.K.M.: Biz Berk'le çalışmayı çok istiyorduk. İki başrol ana karakterimiz var; Belgin ve Berna, Berna'nın hayatına girip çıkan önemli erkeklerden bir tanesi Koray. Ve bunu kim oynayabilir diye düşünürken benim direkt aklıma Berk gelmişti, sonra Berk'e ulaştık, sağolsun o da okuyup kabul etti. Ve böyle yollarımız kesişmiş oldu.
- Senaryoyu okuyunca ne düşündün?
B.C.: Böyle bir senaryo okuyunca "Keşke böyle şeyler de gelse arada" deyip, işin bir kenarından destek olabilme fikri beni çok mutlu etti. Yeter ki böyle insanlar, böyle işler olsun biz de destek olalım. Biraz da manevi bir tatmin olduğu için koşa koşa geldim ve çok mutlu oldum beni düşünmelerine.
- Daha önceden senaryolarla ilgili bir serzeniş tweetin vardı, o çok ilginç bir zamana denk geldi. Sürekli kadına şiddeti gösteren senaryolardan sıkıldığını söylemiştin…
B.C.: Bizim işte vurucu sahnelerden biri olan Ecrin'e şiddet sahnesini izleyince "şiddet böyle de gösteriliyor" diyorsun. Ben tartıyorum kafamda ekranda gördüğümüzle burada gördüğümüz arasında bir fark var. Şiddetin ne kadar kötü olduğunu böyle de gösterebilirsin, seyirciye şiddeti izletmeden acısını aktarabilirsin bizim işimizde Elçin'in acısını orada aldık zaten. Nasıl yazacağın, nasıl göstereceğin seçim meselesi. Yani herkesin kendi seçimi.
- Ama izleyicinin seçme şansı yok.
B.C.: Var. İş içinden seçme şansı yok ama izlememe şansı var. Özellikle anneler ve çevreleri. Benim annem dizi izlerdi, kanallar arası izlerlerdi. Şimdi kalmadı televizyon açmıyor kimse. Zaten bunalmışız, bir de ekranda izlemek neden?
- Senarist ve yönetmen olarak sana sorayım Ali Kemal, seçim şansı var mı şiddeti anlatırken?
A.K.M.: Ben şiddeti değil duyguyu gösteriyorum. Anı göstermiyorum. Bizde de bir vurulma anı var, başını ve sonunu görüyorsun ama aradaki şeyleri görmüyorsun. Trans deneyimi olan bir kadının erkek arkadaşı tarafından şiddete uğrama anı var, o vahşeti göstermemek, kaş yaparken göz çıkarmamak önemli. Benim fikrim bu. Artık o anı göstermek onu eleştirmek değil; onun duygusunu göstermek yeterli bence. "Bakın şiddet bunu hissettiriyor" demek gibi. Bence kadına şiddet meselesini anlatırken olabildiğince vahşet anlarını göstermemek lazım.
B.C.: Dönem öyle bir dönem ki, nasıl bir hayat sürüyorsak öyle göstermek lazım. Ama toplum şu anda o kadar ince bir çizgi üstünde yürüyor ki zor bir durum…
- Erkekler için de zor.
B.C.: Evet her şeyi o kadar iyi seçmeye çalışıyorsun ki bu bir gerginlik. Hayata yayılmış bir gerginlik. Hayatımız gergin.
- Her açıdan gergin. "Hiçbir yuva kutsal değildir" dedik ya, bu kadın için yazıldı ama artık günümüzde erkekler için de geçerli… Ya da sadece kadın-erkek demeyelim… Çilingir Sofrası filminde bunun çok güzel bir örneğini izledik mesela.
A.K.M.: Zaten Duygu Asena'ya olan hayranlığımın sebebi bu, sadece kadından yana değil erkeklerden de yana. Ötekinden de yana bir kalemi var. O dönem kim ötekileştirildiyse ondan yana. Mesela "Paramparça" diye bir romanı vardır, muhteşem bir kitap, özgürlükçü ve cesur. Acaba biz onu bugün diziye filme çekebilir miyiz?
- Gerçekten sadece kadından bahsetmemiz doğru mu? Evet, bu kadar çok kadına şiddetten bahsederken kadını çok savunmasız göstermiyor muyuz?
A.K.M.: Kadın Filmleri denilen filmlere bakıyorum festivallerde, hepsinde şiddete uğramış kadınlar var. Bunu anlayamıyorum. Bu düşüncelerim arkadaşlarım tarafından eleştiriliyor. Çok kurbanlaştırmak bana doğru gelmiyor. Mesela Angelina Jolie'nin Malefiz filmi, ötekileştirilen bir cadıyı anlatılıyor. Aslında ne kadar güçlü bir kadın olduğunu, yanlış anlaşılan bir kadını anlatıyor. Benim için o muhteşem bir kadın filmi. Bizde güçlü kadınlar, şehir kadınları, hep aynı karakterler.
- Ben kendi adıma güçlü kadın tiplemesinden de çok sıkıldım. Kadın güçlü olmak zorunda değil. Erkek de değil. Hepimiz insanız ve zaman zaman kurban da oluyoruz fail de, zayıf da güçlü de…
B.C.: Eşitlik eşitlik dedikçe aradaki mesafe açılıyor gibi. Doğru ifade edemiyoruz eşitliği belki. Onu konuşmayı bıraktığımızda her şey yerli yerine oturacak. Eşitlik bir dert ki bu kadar söyleniyor. Kadın değil insan olarak bahsedelim. İnsanlarla ilgili dertlerimizi konuşalım.
A.K.M.: Ne çok güçlü, ne de çok kurbanlaştırılmış… İnsan olarak bakılmalı. Ama ister istemez herkes bir tarafa çekiliyor. Elinde olmadan. Asıl duygular konuşulduğu zaman asıl dertler konuşulup asıl duygular ortaya çıkacak.
- Aslında yeni nesle baktığımız zaman onların çok öyle bir derdi yok gibi. Çünkü her şey çok daha görünür ve sıradan olmaya başladı. Belki bir jenerasyon sonra daha özgür filmler yapabiliriz…
B.C.: İnşallah, umarım git gide daha özgür, daha cesur işler ortaya çıkar. Şunu da söylemek gerekli; seçenek çok artık. Beğenmediysen izleme, herkese dert olmasın. Beğendiysen izle. Sevmediysen bakma, sevdiysen bak. Rahat bırakın. Benim yaptığımdan sana ne? Sen niye beni kendi yaşam tarzına dahil etmeye çalışıyorsun? Beni neden o kalıba sokuyorsun, neden yargılıyorsun? Benim hayatım benim çevremdeki insanlarla ilişkim bu ve sadece onları ve beni ilgilendirir.
- Diziyi yaparken hiç endişe ettin mi? Çünkü olumsuz saçma sapan, senin hiç istemeyeceğin kırılabileceğin yerlere de çekilebilir…
A.K.M.: Hiç ne bunu yaparken ne de Çilingir Sofrası'nı yaparken çekindim. Tamamen o yüklerimden, kafamdaki o seslerden kurtuldum. İster istemez herkesin kafasında dönen sesler o. Olabildiğince onlardan tamamen kurtulup gerçekten ben ne izlemek isterdim diye düşündüm. Kendimi de olabildiğince özgürleştim. Kanalımız Gain'in de hakkını vermek isterim, beni özgür bırakarak onlarla ortak bir dil yaptım. Hiç çekincelerim olmadı. İçimden geldiği gibi yaptım. Ama zaten özellikle Çilingir Sofrası'nda gördüm ki, ne yaparsan yap zaten yaranamazsın. Eğer yaranmaya çalışırsan bunun imkan ve ihtimali yok. Birileri zaten beğenmeyecek. İşin doğasında da bu var, yaptığımız işin doğası bu. Ne çıkarsa çıksın, Oscar da alsan biri beğenmeyecek. O yüzden ben yolumu, "Ben izlediğim zaman beğenecek miyim, gurur duyacak mıyım, arkasında durabilecek miyim" diyerek çizdim. Herkese beğendirebilmem imkansız. Elimden gelenin en iyisini yaptığımdan da eminim ve yaptığım işle de gurur duyuyorum.
B.C.: Çekincelerle hiçbir adım atamaz insan. Gülümseyerek selam verirken bile çekinebiliriz çünkü her şey yanlış anlaşılmaya açık. Düzgün bir dille anlatılmak istenenin anlatıldığını düşünüyorum.
- Berk, oynadığın Koray karakteri nasıl bir biri?
B.C.: Açıkcası ben yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum ama daha çok Berna'nın üzerinden tanıyabileceğiniz biri. Onun hayatına giren renklerden biri dersem daha doğru olur çünkü ilk sezonda şöyle bir karakter diyebileceğim biri değil, merak unsurunu Ali Kemal yüksek tutmak istediği için benim de elimde dolu dolu bir done yok. Ama birlikte konuşarak, buna hizmet edecek dendiği noktada Ali Kemal'in istediği yoldan gittim.
A.K.M.: Kitapta da öyle, Duygu Asena hep soru işareti bırakmış. Berna'nın hayatına şöyle bir adam giriyor, birçok şey olabilir bu adam, kadın sürekli sorguluyor, ne doğru düzgün mesleği, ne kim olduğu belli. Berna'yı sevip sevmediği belli değil. Ama hayatına girdiği an Berna'yı çok mutlu eden, çok yükselten, onu rengarenk yapan bir adam, çok romantik, gizemli. Dolayısıyla kitaptaki bazı şeyleri hiç cevaplamayarak daha da gizemli bir portre çizmek istedik. O anlamda da çok güzel. Kitapta Duygu Asena Berna'ya bir masal yaşatıyor. Bir adamla tanışıyor, çok romantik bir masal yaşıyor bu adamla. Adını bilmiyor adamın. Çok mümkün değil birisinin adını bilmemek ama ona öyle bir gerçekçilik yaratmış ve adamın adını bilmiyor. Üstelik kitapta uçağa binip Japonya'ya gidiyorlar. Birisinin adını bilmeden mümkün değil bu! Biz adamın adını bilmiyoruz ve o masalı körüklemek istedik çünkü kitapta da dizide de şöyle bir şey var "Mutlu son yoktur mutlu an vardır." Ve Berna'ya çok güzel mutlu anlar yaşatmak istedik çünkü gerçekten sorunlu ve zorlu ilişkilerden çıkarak Koray'la tanıştığı noktaya geliyor. O yüzden Koray'la masal yaşasın istedik, bir umut yaşasın. Sadece Berna için değil izleyiciler için de umutlu bir masalsı tarafı olsun istedik. Ama Koray'ın kim olduğunu ikinci sezon göreceğiz. Sürpriz unsuru bu.
- Kaç bölüm var ilk sezonda?
A.K.M.: Sekiz bölüm var. Koray iki bölümde.
- İkinci sezon ne zaman?
A.K.M.: Eylül'de. Deniz Çakır Berna'yı oynuyor. Çok güzel bir partnerlik yaşıyorlar. İkisinin kimyası tuttu, enerjisi tuttu. Berna ve Koray olarak onları daha fazla izlemek istiyorum. Kimyanın tutması açıkçası işime geldi. Sette, monitörde bütün set oturmuş Koray'la Berna'yı seyrediyordu, ilk kez böyle bir şey gördüm, bu çok önemli.
B.C.: Ben de çok merak ettim.
- Karakterleri yazarken özellikle anneyle oğlunun iletişiminde endişesinde hiç birine danıştın mı? Çünkü senin yaşamadığın duyguları yaşayan insanları yazıyorsun.
A.K.M.: Aslında tam tersine çok tanıdığım, etrafımda olan kadınlar. Ben İzmirliyim, bana çok denk geldi böyle kadınlar. Annemin çevresinden, kendi çevremden… Alt komşum gibiler. Çok iyi biliyorum, dertlerini tanıyorum, bana çok tanıdık dünyaları var. Hiç yabancılık çekmedim. Dizideki kadınların endişeleri annemin endişeleri gibi.
- Hikâye kitaba ne kadar bağlı kalacak?
A.K.M.: Hem çok bağlıyız hem de uzaklaştık. Kitapta cinayet yok mesela. Berna'nın asistanının hikayesinin başı aynı, gidişat farklı. Kitaptan çok dışarı çıkmıyorum. Hikâyeler evrilecekse de yazarın yazdığı tattan uzaklaşıp ona ihanet etmek istemem. Başka yerlere gidiyoruz ama köklerimiz kitapta.
Aslında Özgürsün pazartesi günleri Gain'de.