CEYDA KARAN
Uluslar arası toplum Suriye içsavaşını durdurmak için haziran ortasında buluşmak üzere randevulaştı. Muhtemelen 10-15 Haziran arasında ABD ve Rusya’nın girişimleriyle Cenevre’de ikinci konferans toplanması hedefleniyor. Fakat Hizbullah çatışmalara alenen müdahil oldu. Ve barış konferansı derken ortaya bölgesel savaş riski çıktı!
Cenevre 2’nin toplanması da sonuç elde edilmesi de doğrusu pek zor. İlki 2012 Haziran sonundaki Cenevre konferansında Suriye hükümeti ve muhalefetin aynı masada buluşturulması ve geçiş hükümeti kurularak siyasi çözüm bulunmasında uzlaşılmıştı. İş sürecin “Esad’lı mı Esad’sız mı” olacağında düğümlenmişti. Şimdi olur da toplanabilirse, Cenevre 2’de hedef bu düğümün çözülmesi. En azından ABD ve Rusya’nın açık tutumu bu. İroniktir iki ülkenin karşısında ayrı ayrı müttefikleri duruyor… Şimdi öncelikle muhaliflerin çarşamba günü Ürdün’deki ‘Suriye’nin Dostları Grubu toplantısı; Perşembe günü İstanbul’da liderlik seçiminin de yer aldığı toplantı kilit. Sonra Arap Birliği Perşembe günü Kahire’de dönem başkanı Katar’ın talebiyle muhaliflerin tercihi hakkındaki hükmünü vermek için toplanacak. Çarşamba günü de Britanya ve Fransa, AB’yi muhaliflere silah tedarikine ikna etmeye çabalayacak. Ve Londra, 1 Haziran itibariyle dolan ambargoya son verilmezse, petrol ambargosu gibi diğer önlemleri bloke etme tehdidi savuruyor.
Öyle bir resim var ki, bırakın reddederlerse avantajı Esad’a kaptıracak olan muhalifleri, asıl müttefik ülkelerde çatlaklar derin. ABD Dışişleri Bakanı’nın anlaşılan öncelikle Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı ikna etmesi icap edecek. Üç ülke de ABD’den ‘Esad’sız geçiş süreci garantisi’ talep ediyor. Başbakan Erdoğan’ın geçen haftaki Amerika ziyareti turnusol kâğıdı misali. Oysa Beyaz Saray’daki ortak basın toplantısında iki lider de görünürde aynı resmi çizse de kullandıkları renkler ve tonları farklıydı Amerikan Başkanı, Esad’ın gitmesi konusunda “Er ya da geç” diyerek genel tutumunu yinelese de “Sihirli formül yok” vurgusu yaptı, önceliği Cenevre 2’ye verdiğini açıkça ortaya koydu. Kimyasal silah meselesinde yine ‘yeterli kanıt yok’ tutumunu tekrarladı, tek taraflı hareket etmeyeceklerinin altını çizdi. Erdoğan ise, Obama’nın yanında tonunu düşük tuttu, fakat sonraki demeçlerinde Türkiye’nin ısrarlı tutumunu yineledi. Cenevre 2’nin Esad’a zaman kazandırması kaygısından tutun da, kimyasal silah kullanıldığı ve muhaliflerin karada güçlü oldukları iddiasından yola çıkarak ‘uçuşa yasak bölge’ oluşturması ısrarına tanıklık ettik.
ABD açısından İran pürüzünü de unutmayalım. Rusya, Cenevre 2’ye İran’ın da katılımını şart koştu. Fransa ise ‘bölgesel tehdit’ argümanını öne sürüp ‘İran katılırsa konferansı desteklemem’ resti çekti. Amerikan tutumu ise şu aşamada kimseyi ‘dışlamamak’. Fakat Amerikalılar Fransa’yı ikna edebilecek mi?
Görünen o ki bu mevzuda ABD’nin ‘tek müttefiki’ Rusya’nın da işi zor. Zira Moskova’nın Washington ile yaptığı ‘mutabakat’ uyarınca geçiş sürecinin bir aşamasında Esad’ı kenara çekilmeye iknası gerekiyor ki, Moskova’nın Şam’daki hükmü tartışmalı. Haftasonunda Suriye lideri Beşar Esad, Arjantin gazetesi Clarin’e konuştu, “Dünyada siyasi çözüm ve terörizm arasında bir kafa karışıklığı var. Siyasi konferansın terörizmi sona erdireceğini düşünüyorlar. Bu gerçekçi değil” dedi. Konferansa heyet göndermeye yanaşmışken, “Teröristlerle diyalog yok” sözleri de dikkat çekti.
‘Terörist’ algısı ise dünyada giderek yerleşiyor. Obama da geçen hafta bunu sık sık andı. Hatta Başbakan Erdoğan bile Suriye’deki ‘teröristlerden’ söz etti. Herkesin açık kaygısı radikal İslamcılığın etkinliği. Bu durum geçen hafta BM Genel Kurulu’ndaki kınama tasarısına da yansıdı. En son Faruk Tugayları’nın bir komutanının ölü bir Suriye askerini deşip kalbini/ciğerini ısırırken görüntülerinin yayınlanması, art arda Nusra Cephesi’nin infaz görüntüleri derken, Genel Kurul’da muhaliflere mesafeli tavırlar ortaya çıktı. Esad yönetimini kınayan tasarıda ‘şiddet hangi taraftan gelirse gelsin’ vurgusu yapıldı, ağustosta benzeri tasarıyı kabul eden 133 ülke varken, sayı 107’ye düştü. Çekimserlerin sayısı 31’den 59’a çıktı. Sonra BM’deki Suriye sandalyesinin muhaliflere verilmesi yolunda Körfez monarjilerinin baskıları sonuç vermedi. Hatta Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil el Arabi çıkıp, geçen marttaki Doha toplantısında çizilen manzaranın aksine birlikteki Suriye sandalyesini muhaliflere vermediklerini bile söyledi. Suriyeli rejim yanlısı hacker’lar ise ünlü Financial Times gazetesinin sitesini hackleyerek muhaliflerin kanlı infaz görüntülerini tüm dünyaya sergiledi.
Tablo bu kadar karmaşıklaşmışken, sahadaki gelişmeler hem Başbakan Erdoğan’ın ‘muhalifler karada güçlü’ iddiasını doğrulamıyor hem de giderek daha tehlikeli hale geliyor. Suriye ordusu, Ürdün sınırında lojistik önemde yerleri ele geçirmesinin ardından Akdeniz’e çıkış yolu üzerinde Lübnan sınırına yükleniyor. Üstelik Hizbullah’ın yardımıyla… Lübnan sınırındaki Bekaa Vadisi’nde bulunan Kusayr bölgesi Suriye ordusunun uçak ve tankları tarafından şiddetli biçimde vuruluyor. Hizbullah da roketlerle ve havan toplarıyla destek veriyor. Ateş o kadar şiddetli ki, muhalifler durdurmak gayesiyle Dera bölgesinde Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdat’ın babasını kaçırmışlar.
Ve bu gelişmeler elbette kilit bir başka ülke olan İsrail’i alarma geçti. Zaten geçenlerde Hizbullah’a silah yollandığı iddiasıyla Suriye vurulmuştu. Ardından Rusya’nın Suriye’ye ‘karadan denize’ 300 km menzilli Yakhont füzelerini teslim ettiği; 2010’daki anlaşma uyarınca parası ödenmiş S300’lerin teslimatını da yapacağının işaretleri gelince, İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu apar topar Soçi’ye gidip Putin’i iknaya çalıştı. Zira olası bir yabancı müdahalede bu füzeler başa dert olacak cinsten… Şimdi de üzerine Suriye’nin Hizbullah’la el birliği etmesi geldi. Cenevre konferansı toplanır mı bilmem fakat gelişmeler hiç hayra alamet değil.
***
Sizlerden gelen ‘çok uzun, okuyamıyoruz’ şikâyetlerini dikkate alarak artık ‘Hudut İhlali’ni ‘sınırlandırıyorum’. Ortadoğu’da dikkatimi çeken diğer gelişmeler...
İran’da artık nefesler tutuldu desek yeridir, zira 14 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylar açıklanmak üzere. Anayasa’yı Koruyucular Konseyi, listeyi muhtemelen 23 Mayıs’ta duyuracak. 2009’daki gibi tartışmalı bir seçim ve sokak kargaşasından kaçınmak isteyen dini lider Ayetullah Ali Hamaney diken üzerinde… Zira hiç hazzetmediği iki aday adayı var.
Bunlardan biri olan Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın dünürü Esfendiyar Rahim Meşai elendi elenecek desik yeridir. Muhafazakâr kurumsal yapının ‘sapkın akım’ diye andığı ve hiç hazzetmediği ‘milliyetçi’ kanattan olan Meşai, adaylık başvurusunu Ahmedinecad ile birlikte gövde gösterisine dönüştürerek ‘kendi ipini çekti’ desek yeridir. Zira kayıt işlemleri sırasında ikilinin birlikte boy göstermesi, muhafazakâr vekilleri harekete geçirdi. 150’ye yakın vekil, Anayasa’yı Koruyucular Konseyi’ne Meşai’nin adaylığının reddedilmesi ve Ahmedinecad’ın da cezalandırılması için dilekçe verdi. 74 kırbaç cezası bile mevzu bahis olabilir! Gerekçeleri ise ‘devlet kaynaklarının bir aday lehine kullanımı’. Ahmedinecad ise dünürünün henüz adaylığının bile resmileşmediğini söyleyerek kendisini savunuyor. İran lideri, 2009’da tartışmalı biçimde seçildikten hemen sonra Meşai’yi yardımcısı yapmak istemiş, uzun süre direnmiş ve ancak Hamaney’in azil tehdidi üzerine vazgeçmişti.
Hamaney’i diğer kaygılandıran aday adayı reform cephesinde eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani... Vekiller Konsey’e verdikleri dilekçede ‘isyankârlar’ diye andıkları reformcularla bağlantıları nedeniyle onun da elenmesini talep ettiler.
Mısır’da iktidardaki Müslüman Kardeşler bir kez daha ‘devrimin ruhuna ihanetle’ suçlanıyorlar. Sebep, Müslüman Kardeşler’in ağırlıkta olduğu meclisten çıkartılan ve sivil toplum kuruluşlarını düzenleyen yasa. Ana muhalefet bloğu Ulusal Kurtuluş Cephesi, mecliste onaylanıp Şura Konseyi’ne gönderilen yasaya meydan okuyor. Ve yasanın Hüsnü Mübarek döneminden bile beter olduğunu söylüyorlar. Yasa, sivil toplum örgütlerini onaylayacak 9 kişilik bir komite kurulmasını öngörüyor. Bu komitede ise bir de güvenlikçi bulunacak. Komite yurtdışından alınacak fonlar dahil pek çok meseleye karar verecek. Müslüman Kardeşler tek bir güvenlikçi olmasının doğal karşılanması gerektiği savında. Fakat güvenlikçiye niye ihtiyaç duyulduğu sorusunu yanıtsız bırakıyor. BM insan hakları komitesi de yasaya bayrak açmış vaziyette.
2011’de Zeynel Abidin bin Ali’nin devrilmesiyle Arap isyanlarının fitilini çakan Tunus’da laik-İslamcı gerilimi geçen hafta sokakları iyiden iyiye karıştırdı. Radikal İslamcı Ensar el Şeriat grubunun pazar günü başkent Tunus’ta planladığı miting yasaklanınca üyeleri polisle çatıştı, bir kişi öldü, pek çok kişi yaralandı. İslamcılar Tunus bayrağını indirilip yerine el Kaide’nin siyah bayrağı bile asarken görüldü. Şubatta laik siyasetçi Şükrü Belayid’in suikastla öldürülmesi büyük tepki yaratmıştı. Laik cephede de geçen haftaya damgasını vuran bir başka kentte Amina isimli bir kadın Kayruan kentinde bir caminin duvarına “Bedenim bana aittir, hiç kimsenin namusu filan değildir” yazılı bir poster açıp göğüslerini göstermeye çalışırken tutuklanması oldu. İktidardaki ılımlı İslamcı Ennahda, Selefi unsurlarla baş etmeye çalışırken, bireysel özgürlükler, kadın hakları ve demokrasi açısından hayli zorlanıyor.
Cezayir’de gözler, 2005’te kanserden kurtulmayı başaran fakat üç haftadır hastanede bulunan Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika’nın akıbetine çevrildi. Sovyet tipi bir gizem içinde 76 yaşındaki liderin hangi hastanede olduğu bile meçhul, Cezayir’de olduğunu söyleyen de var, İsviçre’de olduğunu söyleyen de... Kaynaklar derin bir komada olduğunu aktarıyor. Buteflika ülkede 1990’larda radikal İslamcılarla yaşanan iç savaşı bitiren, ilan ettiği afla ülkeyi yeniden istikrarlı kılan bir isim. Başkanlık seçimleri başkanlık seçimleri 2014 Nisan ayında ve bölgedeki radikal İslam’ın güçlenmesi tedirginlik yaratacak cinsten. Mali, Tunus ve Libya’da İslamcılar etkinlik kazanırken, ocakta Cezayir’in bir doğalgaz tesisine el Kaideciler saldırmış, 38 kişiyi öldürmüşlerdi.