Yeni nesil pek bilmese de, "yüksük" çoğu evde olan, annelerimizi, anneannelerimizi kullanırken gördüğümüz iğne gibi, iplik gibi basit bir dikiş aparatı. Yine de bilmeyenler için tarif etmek gerekirse, dikiş sırasında, iğneye takılmış ipliğin – birleştirilecekler arasından- kolayca geçmesi için el gücüyle verilen itme ivmesi sırasında, iğnenin baş kısmının ele batmaması için parmak ucuna takılan "kova" formunda minyatür bir kılıf. Genellikle, parmağa üstten geçirilen ve ucunu kapatan bir şapka şeklinde bilinse de, parmak ucunu açıkta bırakacak şekilde sertçe bir malzemeden "halka" olarak tasarlandığı da olmuş.
Sert bir malzeme sözü aslında yüksüğün ortaya çıkışı konusunda da önemli bir gereksinimi de anlatıyor. İnsanın dikiş dikmeyi bulmasından bu yana geçirdiği sosyal yaşam evrimindeki gelişmeleri iplikten iğneye, deriden kumaşa "yüksük" üzerinden de okuyabilmek mümkün! Tabii ki, tüm koleksiyonlarda –bir şekilde- açığa çıkarak günlük yaşamın kültürel evrimini gözler önüne seren diğer birikimlerdeki gibi…
Yüksükler genellikle metal, deri, kauçuk, ahşap, kemik, cam, taş, çini ya da abanoz gibi, şimşir gibi sert ağaçlardan yapılmış. Tarih öncesi buluntular olarak arasında balina kemiğinden, boynuzdan veya fildişinden yapılanları da farklı yerlerdeki müzelerde görmek mümkün.
Bugün özellikle arkeolojik eserlerin halka açıldığı müzelerde sergilenen tarih öncesi döneme tarihlenen yüksük koleksiyonları içinde, 30 bin yıla varan eskiliğiyle fil - mamut dişi ile balık kemiğinden yapılmış ya da avuç içine yerleştirilen taşlar gibi nadir tipleri de görmek mümkün. Düşünme gücü üstünlüğü sayesinde avladığı büyük vücutlu hayvanların son derece kalın derilerinden kendine ayakkabı yapmaya çalışan atalarımızın ellerine iğne batırmamak için ne büyük çaba içinde olduklarını bu tür örnekler fazlasıyla gösteriyor olmalı.
Çok eski yıllarda avuç içine konan taştan, parmağa sarılan deriye, örgülü zırhlı kalkandan kova formundaki şekle varıncaya kadar yüksük tasarımında çok şey kullanılmış; "yüksük" yüzyıllar boyunca günlük yaşamın olmazsa olmazları arasında yer almış. Dikiş sanatının günümüze dek gelen ve her dönemde insan yaşamındaki önemini koruduğu yolculuğu içinde, giyinmeden örtünmeye, ayakları korumadan her türlü doğa şartlarına karşı koymaya kadar her yaşamsal alanda kullanılan dikim malzemeleriyle dikiş tekniği, gelişimsel bir çizgide ilerleme içinde olmuş. Tabii ki, yüksük gibi dikişi kolaylaştıran basit ama hayati öneme sahip alet de bu gelişimden, tasarım arzularından payını almış; her dönemde daha iyiye evrilen ivmesiyle beraber günlük yaşamın içinde sık kullanılanlar arasında olmuş. Teknolojik gelişimin izleri, tüm diğer günlük yaşam gereksinimlerimiz gibi, yüksük üzerinden de okunabilecek şekilde birikmiş, insan aklının gözlemle, düşünmeyle, eylemle sentezlenen tasarımlama gücü, mağara devrinden uzay yolculuklarına kadar her dönemde bilimsel araştırmalara ışık olmuş; yol göstermiş.
Tarihsel süreç içinde gün gelmiş emaye kullanılmış, gün gelmiş gümüş tercih edilmiş; platin gibi, krom gibi metaller de icadından kısa bir süre sonra mutlaka yüksük üzerinde de denenmiş. Yüksük tasarımlarında zaman zaman süsleyici olarak yakut gibi değerli taşlar da kullanılmış, akik – kalsedon – azurit – labradorit gibi yarı değerli madenler de işlenmiş. Bizim ve İran gibi bize yakın coğrafyalarda da telkari, mine, boya ile oyma sanatları yüksük üzerinde değer bulmuş.
Başlangıçta, sadece avucu, parmağı koruyacak şekilde yapılan yüksükler ilerleyen yıllarda dikiş sırasında güç almak maksadıyla içeri doğru girintilerle birlikte tasarlanmış, iğnenin ucunun kaymasını önlemeye yönelik olarak iç bükey olarak zımbalanan bu çukur kısımlara "perforasyon" adı verilmiş. Bu yapış tekniği, -belki de- yüksük yapımında en önemli tasarımlardan biri olarak günümüze dek gelmiş.
Çok daha yakın döneme örnek olarak Pompeii kentinde lavlar altından çıkarılan MS 1. yüzyıla tarihlendirilmiş bronz yüksükler ve yine aynı yıllardan kalma İngiltere'de Verulamium'da bulunmuş Roma Dönemi izleri taşıyan bakır yüksükler müze raflarında sergilenen en eski örneklerden…
Yüksük koleksiyonerleri kendilerini "digitabulists" olarak adlandırıyorlar. Aslında yüksüğün yüzyıllar öncesinden gelen isminin günümüzün beynelmilel alanda en çok kullanılan sözcüklerinden biri olan "digital" kökünden türemesi de çok ilginç. Erken Latincede "parmak " anlamına gelen "digitus" sözcüğü, 500’lü yıllardan sonra "digitalis" olarak dile geçmiş, 15. yüzyıl sonlarına doğru da "digital" olarak kullanılmış. 1210 yılında, ozan Walter Von Der Vogelweide, "güzel bir parmağı süsleyen yüksük görmek, bana onu hatırlatıyor" demesiyle yüksük sözcüğü aşk hitapları arasında bile yer almaya başlamış.
Ortaçağ Avrupa’sında yüksükle cama vuran kadın eli, erotizmin simgesel yüzü olmuş; aşk çağrısının belirleyicisi olarak kulaktan kulağa geçen deyimlere yerleşmiş. Gecelerin kadınları, varlıklarını duyurmak için gittikleri yerlerin camlarına, kapılarına, kendilerine özgü ses efekti yaratacak şekilde yüksük vurma pratiği geliştirmişler ve bunu kendi iç dünyalarında da gizemle kullanmışlar. Tabii ki yüksükle vurma zaman zaman şiddetin de yaşatıldığı alan olmuş, yüksük hizmetçilerin, asi öğrencilerin ve işçilerin başlarına sindirmek amacıyla da dokunmuş.
Koleksiyonlarda görüldüğü şekliyle Avrupa kökenli bakır alaşımından yapılmış ilk yüksük, 1270 - 1310 yılları arasında ortaya çıkmış. İngiltere’deki müzelerde ve yüksük koleksiyoncuların birikimleri arasında yapılan bir araştırmada bu yıllarda İngiltere’de yüksük imalatı yapılmadığı, adaya komşu ülkelerden ithal edildiği yapılmış araştırmalarda belirtilmiş.
14. yüzyılın başında, yüksük imal etmek için önceden saçtan kesilerek şekillendirilmiş parçaların birleştirilmesi tekniği kullanılıyormuş; yani duvar olarak adlandırılan dış kısım ve üzerindeki kapak lehimlenerek üretiliyormuş. Bu yıllarda en çok tercih edilen malzeme olan bronzdan yapılma küçük bir kovayı andıran yüksük birkaç aşamada ortaya çıkıyormuş. Özellikle 16. yüzyıldan sonra Nürnberg'de uygulamaya konulan yeni imal şekliyle çinko cevheri ve pirinç alaşımı farklı alanlarda da kullanılabilecek yeni bir metalurjik bileşim tekniğini ortaya çıkartmış. Artık kalıp alınabiliyor, metal cevheri eritilerek derinlemesine levhalar halinde çekilebiliyor, damgalı pirinç yüksükler yapılabiliyormuş. Bu yıllarda üretilen Nürnberg yüksükleri kapaklı, üstten delikli, kabartmalı ve süslüymüş.
İşin bir ilginç yanı da birbirini tanımayan, etkileşimi olmayan toplumların da yüksük kullanması! Kristof Kolomb öncesine ait erken Amerikan yüksükleri genellikle kemik – boynuz - deniz kabuğundan yapılmış; üzerlerinde renkli resim minyatürleri ya da oyma tasarımlar yapılmış. Araştırınca fark ettim, bu türden çok nadir koleksiyon parçaları, New England bölgesindeki balina avcılığı müzesinde sergileniyormuş.
1568'de, Jost Amman'ın el sanatlarının, o gün için bilinen tüm zanaatların anlatıldığı "Eygentliche Beschreibung" adlı kitabında bir yüksük ustasının kalfası ile iş başında olduğunu gösteren illüstrasyonlu yer almış. Kalfanın zımbaya benzer bir aletle yüksük üzerinde iğnenin başının kaymasını engelleyecek girintiler açmasının izleri çizimlerde bile yer almış. Bir yüksük ustası olan Hans Sachs ile yapılan mülakatta bakır - pirinç levhaların önce yumuşak hale getirilmesi için yüksek ısıda tavlandığı, kalıp üzerinde dövülerek şekillendirilirken de aynı zamanda iğne kovukları açıldığı, daha sonra da kömür ateşinde kalaylanarak parlatıldığı kayıtlara geçmiş. İlginçtir, yüksük ustası bu mülakatta kunduracılar, terziler ve ipekli malzemelerden dikim yapanlar için ayrı yüksükler ürettiğini söylemiş.
İngiltere'de yapılan ilk yüksük, 1695'te Lofting adlı Hollandalı bir metal işçisi tarafından baş parmağa takılacak çan şeklinde tasarlanmış ve bu yüzden de "başparmak zili" olarak adlandırılmış.
Dikişin hobi olarak soylu kadınlar arasında da ilgi görmesi sonrasında yüksüğe olan talep artmış, 18. yüzyılın ortalarında bu işi yapmak için bir makine icat edilmiş. Yüksük üretiminin mekanizasyonu sırasında kullanılan metalin şekli ve kalınlığı bile değişmiş. Erken dönem yüksüklerin oldukça kalın olma eğilimi yerini ince baskılılara bırakmış, yüksüğün dışındaki küçük çukurlar presle yapılır hale gelmiş. Bu yıllardan sonraki üretimlerde yüksük tepesinde belirgin bir kubbe bulunmaya başlamış.
19. yüzyılda, Viktorya dönemi Avrupa'sında yüksük yapımında yoğun olarak gümüş kullanılmış. Gümüşün yumuşak bir metal olması ve çelik bir iğne baskısıyla kolayca delinebilmesi sorununa, Charles Horner isimli bir yüksük ustası tarafından içi ve dışı gümüşle kaplanmış bir çelik çekirdek kullanılarak çözüm bulunmuş. Bugün yüksük koleksiyoncularının peşinden koştuğu ve müzayedelerin meraklı katılıcımları tarafından yoğun ilgi gören bu gümüş kaplamalı yüksük tipi, pratik - dayanıklı yapısıyla bir anda çok popüler olmuş. "Dorcas" adını verilen bu dönem yüksükleri koleksiyoncular arasında bugün bile ciddi talep görüyormuş; süslemelerle bezeli tipleri müzayedelerde boy gösteriyor ve koleksiyonerleri dolgun teklifler vermeye zorluyormuş.
Yüksük, 1854 yılında Londra'da Hyde Park içinde özel olarak inşa edilen Kristal Saray'da açılan Dünyanın ilk ticaret fuarında özel olarak üretilen modelleriyle yer almış. 1 Mayıs – 15 Ekim 1854 tarihleri arasında ziyaretçileri ağırlayan, farklı ülkelerin ihraç mallarının sergilendiği bu fuarın açılışı bizzat Kraliçe Viktorya tarafından yapılmış, yaşanılanlar dönemin Avrupa medyasına günlerce konu olmuş. Uzun deniz yolculuğunda beklenmedik engellerle karşılaşan Osmanlı heyeti açılış günü törende bulunamamış ama bayrağı stantta dalgalanmış; açılışa katılan gözler gizemli doğu ürünlerini aramış. Fuar boyunca Osmanlının ürettiği ihraç malları, ayrılan özel alanda yoğun talep görmüş; gizemli doğu dünyasının izleri dönemin Osmanlı ihraç malları arasında aranmış. Koleksiyonerlerin peşinde koştuğu bu "Büyük Sergi" için yapılan özel yüksükler o günden başlayan bir süreç içinde çok sayıda kişiye bu alanda koleksiyon yapma şevki vermiş, yüksük koleksiyonculuğu sınırlar ötesinden dostluklar kurdurmuş, küçük şeylerle mutlu olabilmenin duygusunu tattırmış.
19. yy sonlarında, Ruppertsberg manastırının baş rahibesi Aziz Hildegard Von Bingen tarafından tüm Dünya insanlarının birbirleriyle anlaşabilmesi için ortak bir lisan kullanılması arayışında çoğunlukla günlük kullanımda olan yaklaşık 900 kelimeyi içeren "Esperanto" dili denemesinde "yüksük" sözcüğü de yer almış. O yıllarda günlük yaşamın vazgeçilmez bir kullanım eşyası olan yüksüğe verilen önem, insanların sınırlı kelime dağarcığına nasıl girdiği konusunda ilginç bir örnek teşkil etmiş.
Yüksük zaman gelmiş doktorların ilacına, yemeğe katılan tuza, safran gibi değerli baharatların satıcılarına ölçü kabı olmuş, meyhanecilerin "artık yeter" uyarısı masaya gelen yüksük içindeki içkiden anlaşılmış; 1900'lü yıllarda gelişen monopoly oyununda para yerine geçmiş. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümeti tarafından "verecek hiçbir şeyi olmayanlardan" gümüş yüksükleri toplanmış, hastane ekipmanı üretimi için eritilmiş. 1930'larda ve 40'larda reklam için kırmızı tepeli yüksükler kullanılmış, kumaş mağazalarında malların arasına güve haşaratını uzak tutmak için sandal ağacı yüksükler bırakılmış.
Yer kaplamadığı, çok ciddi bir yatırım gerektirmediği ve sergilendiğinde göze çok hoş geldiği için dikiş sevdası olmayanların da ilgisini çeken yüksük biriktirmek dünyanın çok yerinde koleksiyonerleri peşinden sürüklüyor. Sizlere sunmaya çalıştığım tarihsel geçmişi bir yana, bugün hediyelik eşya sektöründe turistlere sunulan önemli bir hatıra eşyası olan yüksük, hayvan, ülke bayrağı, şehir adı, anıt bina, bitki resmi gibi tematik özellikleri yanında farklı tip ve özendirici tasarımıyla koleksiyonerler tarafından ilgi görüyor.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.