İnsanın mağaradan başlayıp günümüze ulaşan yolculuğunda yaşamsal varlığını tüm diğer canlılardan ayıracak şekilde giysileri, kendini doğal şartlardan koruyacak örtüleri, kısacası bedeninin çeşitli yerlerini saracağı kıyafeti - aksesuarları her daim olmuş. İnsan zekâsı ve doğayı algılayışıyla evrim geçirerek sosyalleşmiş; bu süreç içinde giysilerini de tasarımlarıyla zenginleştirmiş. Antropologlar ilk elbisenin Neandertal insanın da yaşadığı dönemlerde 100.000 ila 500.000 yıl önce giyildiğini, sıcağa ve soğuğa karşı örtünmeye vücut kıllarının örnek oluşturduğunu söylüyorlar.
Ağaçların yaprakları, çimenler, kemikler, hayvan derileri, ağaç lifleri vücudu kapatan ilk örtülerin malzemeleri olmuş, örtünme biçimleri dönemlere damga vurmuş. İran'ın en eski bölgelerinden biri olan Susa Antik Kenti'nde yapılan arkeolojik araştırmalardan çıkan bilimsel verilere göre çok yakın zamana kadar, otuz bin yıl önce giysilerin vücuda sarılmasını sağlamak amacıyla -ilkel de olsa- ilk defa dikiş iğnesi kullanılarak elbise dikildiği tezi kısa bir süre önce çok daha geriye alınmış. Bilimsel verilerden alınan sonuçların her zaman bir öncekinin üstünü örtebileceği savına iyi bir örnek olarak 2008 yılında Güney Afrika’daki Sibudu mağarasında, yaklaşık 65.000 - 59.000 yıl önceye tarihlenen kemik dikiş aletlerinin keşfedilmesi, giyim tarihinin tekrar yazılmasını zorunlu kılmış.
Tarihsel öykülerde Havva’nın incir yaprağı takarak başlattığı saklama güdüsü, bir ölçüde masumiyet çağını geride bırakırken MÖ 2700’lü yıllarda erken Arap halkının "moda" aracı olarak saklama ve kapanma isteğiyle öne çıkmaya başlamış. MÖ 1500’lü yıllara gelindiğinde "alçakgönüllülük, rahatlık ve sadelik” vurgusu Arap topraklarında kendisini kaftan üstünde göstermiş, zaman zaman kostümün kültür tarihi içinde değerlendirilebilecek farklı giysi tipleri sosyal yaşamda -neredeyse- beslenme kadar önemli hale gelmiş.
Bölgesel konum, iklim, nehirler, dağlar, çöller, kurak - kumlu arazi şartları içindeki coğrafi etkiler insan fiziği ve giysileri üzerinde ciddi bir etkiye sahip olmuş; tüm inanç sistemleri de giyim tarzının belirlenmesinde önemli rol oynamış. Giysi tipi yerine göre sanata ve edebiyata konu olurken fetihler, savaşlar, ticari faaliyetler ve anlaşmalar giyim - kuşam tarzlarını - değerlerini karşılıklı olarak etkilemiş.
On binlerce yıl öncesinden başlayan giyinme güdüsü, ihtiyaç olmasının yanında beğeni ve birlikte yaşamın getirdiği değer yargılarıyla birleşince sosyal evrime uğramış, doğayı taklit eden insanın tasarımları estetik içeren unsurlarla zenginleşmiş.
Giyim tarihinin erken evrelerinde kumaşın - derinin - liflerin vücuda sarılmasıyla oluşturulan (drope tipli) elbiseleri, bele sarılmış bezler tamamlamış, belli coğrafyalarda iki ağaç arasına gerilip rüzgârdan, yağmurdan koruyacak kumaş parçalarını insanlar aynı zamanda üstlerinde giysi olarak da taşımışlar. Eski Yunan’da "himation” denen bu tarz çok uzun süre insanların giyim tiplerini oluşturmuş; eski Mısır’da bu şekildeki tasarımlar “shenti” giysileri olarak anılmış.
Anadolu’yu geçip İran, Hint topraklarını ele geçiren ve yerli halkla çok iyi ilişkiler kuran Büyük İskender savaştığı insanların yerli kültürlerine her zaman saygı duymuş, bu coğrafyalarda her zaman onların kıyafetlerini giymiş, onlar gibi görünmüş.
Nispeten daha yakın yüzyıllar içinde, tek parça kumaş veya deriden yapılan giysiler, panço gibi ortasından halka şeklinde açılarak kullanılmış. Vücudun bir yanından geçip diğer omuza yerleşen bu tür giysiler, daha çok sıcak coğrafyalarda ve genelde 2 ayrı tarzda kullanılmış. Bunlardan biri ince bir kumaş parçasından oluşan ve kollara dolanarak vücudu kapatan dikişli giysilermiş. Diğer kategori ise kumaşın boyunu kullanan açık dikişli tasarımlarmış; kumaş boyuna katlanarak diğer giysilerin üzerine giyilir ve çapraz olarak öne yerleştirilirmiş.
Savaşçılar, ticaret yapanlar, elçiler, seyyahlar yolcular, ulaklar gördükleri farklı tür giysileri kendi coğrafyalarında tanıtmışlar, farklı kültürlerin giysi tipleri insanlığın ortak değerlerinden biri olarak uzak diyarlarda bile beğeni ile karşılanmış; zevkle kullanılmış.
Erken dönemlerde yoksul insanlar tarafından genelde çokça giyilen desensiz - renksiz - bol giysiler varsıl kesimlerde farklılık içeren unsurlarla birleşmiş, tasarımlarında, dikişlerinde, kesimlerinde ve malzeme seçiminde nadidelik içeren zenginleştirilmiş unsurlar etkili olmuş.
Yıllar içinde az bulunan deriler, örgü kumaşlar, ipekler, değerli - yarı değerli taşlar ve nadide lifler beğeniyle giyilir olmuş, terzilik mesleğinin ilk örnekleriyle birlikte bu konuda uzmanlar yetişmeye başlamış. Artık kralların, soyluların, gücü elinde bulunduran kesimlerin sokaktaki insanla karşılaştığında kullanacakları en önemli ilk intiba giysileriymiş. Ender bulunan malzemelerden yapılma giysiler ülke sınırlarını aşıyor, güç dengeleri elbiseler üzerinden sınanıyormuş.
MÖ 1500’lü yıllardan sonra Arap Halklarının, Babillilerin ve Asurluların günlük yaşam şartlarına uygunluğuyla birlikte standartlarını büyük ölçüde karşılayan kaftan benzeri giysiler alçakgönüllülük, rahatlık ve sadelik simgeselliği içinde görülmüş; basit tasarımıyla günlük yaşamda kolaylığın adı olmuş. Hem erkekler hem de kadınlar yüzyıllar boyu sürecek bir döngü içinde beli kemerle tutturulan diz boyu ya da tam boy - genellikle- kolları içeriye gömme tunik giymeye başlamışlar.
Kurta, yukata, kanga, chiton gibi farklı isimlerle de tarih boyunca neredeyse her kültürde farklı dönemlerde kullanılan “kaftan”, her coğrafi şartta, her meslek ve yaşam grubu için kolay, akıcı bir giysi versiyonu içinde görülmüş.
Kaftan kelimesi Pers dilinden Tatar lisanına geçmiş ve sonrasında tüm Arap dilleriyle beraber Osmanlı kullanımına da girmiş; Rusçada, Doğu Avrupa dillerinde ve birçok Orta Asya lisanında kendine yer bulmuş.
Kaftanı Mezopotamya dillerinde "örtücü giysi" anlamına gelen "kap ton" kelimesi ile açıklayan yorumlar da var. İngiliz kültürüne 16. yüzyılın sonlarında karşılaştıkları Osmanlı saray üyeleri tarafından tanıtılan kaftan, İngilizceye uzun, resmi paltoları tanımlamak için kullanılan Türkçe terim olarak girmiş. Arap coğrafyası dışında bornoz veya tuniğin bir çeşidi gibi görülen kaftan, binlerce yıldır dünyanın farklı kültürleri tarafından giyilmiş. Rus kullanımında erkekler için dar kollu uzun bir takım elbise tarzını ifade ederken bazı kültürlerde de uzun kollu ve ayak bileklerine kadar uzanan bir kaban veya üst elbise olarak giyilmiş; sıcak iklime sahip bölgelerde, hafif, bol kesimli ve dökümlü bir giysi olarak tasarlanmış.
Eski İran'da ortaya çıktıktan sonra Anadolu, Suriye ve Irak'ı içeren Mezopotamya bölgesinde hızla boy gösteren kaftan, daha sonra da Orta ve Batı Asya'ya yayılmış. Bu çok eski giysi tipi yüzlerce yıldan bu yana hem erkeklerin hem de kadınların beğenisini kazanmış, günümüze dek neredeyse tüm dönemlerde farklı şekillerde giyilmiş.
Kaftanın Eski İran medeniyetinde ortaya çıktığı çok yerde belirtilse de bugün bildiğimiz haliyle belirli kaftan stillerinin tek bir kökeni olmadığını, farklı coğrafyalarda hayat bulan bir giysi olduğunu gösteren çok çeşitli çalışmalar da var. Bize yakın coğrafyalardaki bilinen tipleri dışında Japonya’da “kimono”, Çin’de “hanfus”, Batı Afrika’da yoğun olarak giyilen “boubou” yanında Meksika’da, İspanya’da, Mısır’da, Fas’da, Endonezya’da, Rusya’da çok farklı kaftan çeşitleri tasarlanmış, birbirini tanımayan insanlar giysilerini bu şekilde tasarlamışlar.
İslam imparatorluğunun güçlü anlarında en yaygın erkeksi giysisi olan kaftan, yani bol kesim Arap tuniği muhtemelen Roma İmparatorluğuna “tunika” ve Mısır medeniyetine de “kalasiri” olarak girmiş. T şeklinde kesilen kaftanlar yer yer bele birkaç kez dolanacak kadar uzun olan geniş bir kuşak kuşanılarak da giyilmiş.
Kaftanın popülaritesi, kısa sürede statü ve zenginlik sembolü haline geldiği Osmanlı İmparatorluğu'nun dört bir tarafına yayılmış. Zarif süslemelere sahip lüks kumaşlardan yapılan kaftan, kullanıcısının gücünü göstermesinin bir yolu haline gelmiş.
12. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı padişahları, güçlerini ve rütbelerini sergilemek için pahalı kumaşlardan, kadifeli örgülerden yapılmış görkemli kaftanlar giymişler. Padişahlar, siyasi hünerlerinin bir göstergesi olarak, önemli generallere, akrabalarına, misafirlerine ve yabancı maslahatgüzarlara güzel kaftanlar hediye etmişler, kaftanın yapım şekli ve üstündeki aksesuarlarla süslemeler padişahın değer yargılarının göstergesi kabul edilmiş.
Bugün dünyanın önemli müzelerinde sergilenen kaftanlar özel koleksiyonlar için de toplanıyor; giyinmenin kültür tarihi konusunda araştırma yapanlar için inceleme konusu oluşturuyor. Arap topraklarından çıkıp Afrika’dan Rusya’ya, Avrupa içlerinden Güney Amerika’ya, Uzak ve Güneydoğu Asya’ya kadar yayılan kaftanın kültür tarihini anlatmaya ve tarihsel süreç içinde kaftanla ilgili yaşanmışlıklara haftaya devam edeceğim. Tabii ki güncel modanın kaftana yaklaşımı ve modern Dünyanın kaftan kullanımı konusunda da derlediklerim de olacak. Ne diyelim, üstündekini yakıştırmak, iyi giyinmek yaşama dair iyi beklentili dileklerimiz hep yakınımızda olsun.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.
İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… |