Birçok çalışmada antik ve modern olarak 2 ayrı kısımda incelenen Olimpiyat Tarihi, Olimpiyat Komitesinin sayfasında, 28 yüzyıllık süreci içinde üç ayrı dönemde irdelenmiş. MÖ 776 ila MS 392 yılları arasında yapılmış karşılaşmaları "antik dönem" olarak nitelendiren tarihçiler, Tanrılar Tanrısı Zeus'u anmak, birbirlerine dargın site devletlerini barıştırmak, birlikte eğlenmek ve düşmanlıkları ortadan kaldırmak için düzenlenen ilk olimpiyat oyunlarının günübirlik olarak düz koşuyla başladığını söylüyorlar. Geriye dönük olarak her olimpiyat koşunun galibinin adı ile anılmış, zamanla yarışılan spor dalları artmış, antik dönem olimpiyatları aynı günümüzdeki gibi her 4 yılda bir tekrarlanmış ve 1169 yıl boyunca devam eden yarışlarla tam 292 ayrı olimpiyat coşkusu yaşanmış.
MS 146 yılında Romalıların Yunanistan'ı işgali sonrasında heyecanın rengi kaçmış; işin içine siyaset ve savaşlar girmiş. Kör topal bir süre daha devam eden oyunlar, MS 392 yılında sporun putperestliği körüklediği savıyla ortaya çıkan kilisenin baskısı ile yasaklanmış. Yani yobaz yapacağını yapmış, sporun barış - kardeşlik duyguları içine kinini ve nefretini kusmuş.
Antik olimpiyat oyunlarının başladığı yer olarak Yunanistan'ın Güneyindeki Peloponnese yakınlarındaki "Olympia" kentinin adı geçse de, ilk olimpiyat ateşinin Antalya Finike yakınlarında bulunan Çıralı Dağında yakıldığını ileri süren tezler de var. Anadolu'da o yıllarda yirmiye yakın "Olimpia" isimli yerleşimin olması ve neredeyse nüfusun toplamının katılımına uygun inşa edildiği için o gün yaşayanlar hakkında kesin bilgi edinmemizi sağlayan antik tiyatroların her yerde boy göstermesi bu konuda ön saflarda olmamıza yetmiyor. Bugün bile hala yerli halkın "Yanartaş" ismini verdiği yanan ateşi ile 2150m yükseklikteki Olimpos isimli yerleşimin bulunması önemli bir bulgu olsa gerek! "Kimera" ismiyle yandığı yerden alınan alevin Olimpiyat ateşinin ilk meşalesi olarak Anadolu'nun yerleşik kültürü içinde yakıldığı, sonraki yıllarda meşale olarak elden ele taşınarak Mora yarımadasına götürüldüğü söylencesi, Türk-Sünni İslam senteziyle kültürümüze don biçen büyüklerimizi kadın şortunun şekliyle uğraşmak kadar ilgilendirmiyor olmalı! Ne dersiniz, belki de Olimpiyat ateşi onlara yeni doğalgaz rezervi arayışları için ilham kaynağı oluyordur(!)
Çok çalışmada yer almayan "ara dönem" M.S. 393'den 1896'ya kadar geçen süre içinde yapılan sınırlı sayıda sportif karşılaşmaları kapsamış. Dar coğrafi sınırlarda, farklı kültürlerin eğlenmesi, birlikte yaşamanın dostane duyguları içinde yazın gelişini, hasadın toplanışını ve dostça yarışıp toplu olarak paylaşmak geleneğini yaşatması içinde, 1500 yılı aşkın bir zaman dilimi sürecinde eğlenmenin ve paylaşmanın adı olmuş!
Her ne kadar 1800'lü yıllarda İngiltere ve Kıta Avrupa'sında düzenlendiği bilinen yüksek katılımlı sportif faaliyetler olsa da, Modern Olimpiyat düşüncesinin kurucusu olarak Baron Pierre de Coubertin kabul ediliyor. Coubertin'in 23 Haziran 1894 tarihinde Paris - Sorbon'da yapılan toplantıya 37 spor kuruluşunu temsilen 78 kişi ve 9 ülkeden 20 delegeyi davet etmesiyle 2000 kişiyi aşkın kişinin katılımıyla gerçekleşen "International Athletic Congress" adlı toplantının gündeminde "amatörlük" kavramının anlamı, uygulaması ve Olimpiyatların düzenlenmesi olması bu konuda atılan ilk adım olmuş. "Olympism" diye adlandırılan komitenin başkanı olarak Yunan Demitrios Vikelas seçilmiş, Amerika, Fransız, Yunan, Rus, İsveç, Amerikan, Çek, Macar, İngiliz, Arjantin, Yeni Zelandalı ve İtalyan delegeler eşliğinde olimpiyat meşalesi yüzyıllar sonra simgesel olarak tekrar yakılmış. İlk Olimpiyat Oyunlarının iki yıl sonra 1896'da Atina'da yapılmasına karar verilmiş; Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) merkezi olarak İsviçre'nin Lozan şehri seçilmiş. Her ne kadar her yıl geleneksel olarak oyunların doğduğu yerde yapılması konusunda görüş bildiren çok delege olsa da, Coubertin ve Uluslararası Olimpiyat Komitesinin ısrarlı girişimleri sonrasında organizasyonun uluslararası bir kimlik kazanması amacıyla 2. Olimpiyatın Paris'te düzenlenmesine karar verilmiş. Bu karar Olimpiyatların yeryüzünün farklı coğrafyalarında düzenlenmesinin öncü bildirimi olmuş; hatta ilerleyen yıllarda katılımcı ülkeler nezrinde olimpiyat düzenleme isteği devletlerin ısrarlı çekişmeleri haline gelmiş.
1 Ocak 1863'te Paris'te doğan fiziksel gücün önemini vurgulayan, İngiliz romanları okumayı seven Pierre de Coubertin, Fransa-Prusya Savaşı'nda ülkesinin yenildiğinde 8 yaşındaymış, savaşların insanlara neler yaşattığına o yaşlarda tanık olmuş. Okuyanlar hatırlayacaktır, ünlü Paris kuşatmasından da bahsettiğim "menülerin tarihe ışık tutabileceği" konulu çalışmamda, direncin kırılmaya başladığı son yılbaşı gecesinde, Paris hayvanat bahçesi içinde bakılan Dünyanın dört bir köşesinden getirilen nadide hayvanların sofrada yer aldığını söylemiştim. İşte o zor günlerin yaşattığı başarısızlıkları halkının beden eğitiminden yoksun olduğuna bağlayan Pierre de Coubertin, sporun vücudu geliştireceği gibi dimağı ve sevgiyi de güçlendireceğine inanan biriymiş. Yine de Coubertin'in aklının ne derece karışık olduğunu ve çelişkisinin büyüklüğünü göstermek için yazıyorum, ilk Olimpiyatlara "düşman ülke" olarak Almanya, Prusya davet edilmemiş. Yeri gelmişken söyleyeyim, Almanların işgal ettikleri yerlerdeki sanat eserlerini toplayıp envantere alma ve Başkente getirme arzusunun bize yansıyan bir izi de Kadıköy Altıyoldaki boğa heykeli! Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı - Alman yakınlaşması sırasında Enver Paşa'nın başkanlık ettiği heyete hediye edilen heykeller işte Paris'in yaşadığı o zor günlere tanıklık etmiş ve sökülüp Almanya'ya götürülmüş eserlerden.
Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmenlerinden Juery vasıtasıyla 1907 yılında İstanbul'a davet edilen Pierre de Coubertin'e rehberlik yapması amacıyla o yıllarda Galatasaray Lisesi öğrencisi olan Tatavla (bugünkü Kurtuluş semti) Heraklis Jimnastik Kulübü sporcusu Mulos Efendi görevlendirilmiş. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesinin kurulmasına önderlik ederek ülkemizde ilk Olimpiyat ışığını yakan Mühendishane-i Hümayun'da jimnastik ve eskrim öğretmeni, sonraki yıllarda spor yöneticisi ve siyasetçi Selim Sırrı Tarcan ile Coubertin görüşmesi devrin ünlü Tokatlıyan Otelinde gerçekleşmiş. Bu görüşmede Selim Sırrı Bey'den bir Olimpiyat Komitesi kurmasını rica eden Coubertin'in bu isteği 1908 yılında yaşanan II. Meşrutiyet'in yarattığı özgürlük ortamında örgütlenmenin ve dernek kurmanın serbest bırakılmasıyla gerçekleşmiş; ilk Milli Olimpiyat Komitesi Selim Sırrı Beyin girişimleriyle kurulmuş.
Modern olimpiyatların kurucusu Pierre de Coubertin her zaman, yapılacak etkinliklerin jeopolitik konularından bağımsız olarak düzenlenmesi için mücadele etmiş, dünyanın bütün sporcularının katılımıyla barışın temsil edileceği oyunlar hayali kurmuş. 1911'de Pierre de Coubertin bir olimpiyat takımının mutlaka bağımsız bir ülkeden gelmesinin gerekmediğini açıklayarak spor coğrafyası ile siyasi coğrafya arasındaki farkı işaret etmiş. Çok tartışılan bu karar yüzünden bugün Birleşmiş Milletlerin tanıdığı sadece 193 ülke varken 2020 (2021) Tokyo Olimpiyatları'nda toplam 205 delegasyon katılıyor; yani dünyadaki ülke sayısında fazla olimpiyat takımı bulunuyor. 1996'dan beri Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) yalnızca "uluslararası toplum tarafından tanınan bağımsız bir devleti" temsil eden komiteleri kabul etse de, yıllar içinde Hong-Kong, Tayvan, Filistin, Kosova gibi çok ülke takımı bağımsız gözlemci sıfatıyla yarışmalara katılmış.
1931 yılında, Uluslararası Olimpiyat Komitesi, 1936 yılı yazında yaz olimpiyatlarının Berlin'de yapılmasına karar vermesi bir anlamda I. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra Almanya'nın dışlanmasının önüne geçmeyi ve toplumlar arası yaşama dönüşünün güçlendirilmesini simgeliyormuş. Ama beklenmedik bir şey olmuş, 2 yıl içinde çok şey değişmiş, Naziler iktidara gelmiş.
Adolf Hitler, Almanya'nın başbakanı olunca zayıflayan demokrasi istekleri yerini Yahudilere, Çingenelere, yerli-melez halklara, tüm politik muhaliflere zulmeden tek parti diktatörlüğüne dönmüş. Nazilerin Alman hayatını tüm yönleriyle kontrol altına alma iddiası spora da yansımış, bazı ülkelerin boykot kararına rağmen düzenlenen olimpiyatlar, tam anlamıyla ırkçılığın panayırı gibi olmuş.
Faşist Almanya'nın spor imajı, "aryan ırkının ırksal üstünlüğünün ve fiziksel yeteneğinin efsanesini kurma platformu şeklinde gelişmiş; kahraman, sarışın, mavi gözlü, elmacık kemikleri çıkık insan tiplemesi olimpiyatların sevgi ışığı yerine faşizmin yükselen değerlerini ateşlemiş.
Ama yarışlarda beklenmedik bir şey yaşanmış, Amerika takımında yer alan Afrika asıllı Owens, yıllarca geçilemeyen dereceleriyle ve kazandığı 4 altın madalya ile Berlin’i fethetmiş, faşizme kendi evinde diz çöktürmüş; Hitlerin çok büyük kızgınlıkla stadı terk etmesine yol açmış. Dünya basınına başarılı olarak sunulan Alman ev sahipliği içinde gerçekleştirilen 1936 Olimpiyatlarının bitiminden 2 gün sonra, Olimpiyat Köyü yöneticisi, Şef Wolfgang Fuerstner, Yahudi kökeni sebebiyle askerî hizmetten azledildiği için intihar etmiş.
Mutlaka sizin de düşündüğünüz olmuştur, Dünya ve Olimpiyat rekorlarının kırılması ya da bir ölçüde yenilenmesi bitecek mi diye? Belki yeni rekorların kırılması gittikçe yavaşlıyor olabilir ama teknolojiyi, bedenini ve doğayı anlamaya çalışan insan, karşılaştırmalı mücadele gücüyle oyunları her defasında yeni rekorlarla süslemeyi devam ettiriyor; azmin gücü, yeteneğin üst çıtası, rekorlara ulaşmanın hazzı her olimpiyat organizasyonunda yeni başarı öykülerin yazılmasını sağlıyor.
1912'de Stockholm'de koşan ABD'li atlet Donald Lippincott'un 100 m yarışını 10,6 saniyelik derecesiyle kazandığı yarışta ilk kez hassas ölçülerde tutulan "süre" imgesi, o sırada yeni kurulmuş olan Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği (IAAF) tarafından kayda geçirilmiş. Rekorun sahibi "rüzgâr adam" olarak tanımlanmış ve bu sürenin altına inmenin hayalini bile kurmak kimsenin aklına gelmemiş. Ama gün gelmiş 100 m, 10 saniyenin altında geçilmiş; 1968 yılında Jim Hines bu hayali ete-kemiğe büründüren kişi olmuş. İnsan gücünün fizyolojik bilgilerle birleştiğinde neler başarabileceğinin göstergesi olarak 100m koşusu 1968 yılından bu yana saniye saniye azalarak 9'lu rakamlarla telaffuz edilmiş; en sonunda da 100 m Dünya rekoru gelmiş geçmiş en iyi kısa mesafe koşucusu olarak kabul edilen Jamaikalı atlet Usain Bolt tarafından 9.58 ile geçilmiş.
Araştırınca gördüm ki, 100 m koşusu hakkında dünya medyasında çıkmış çok ilginç tartışmalar; yeni rekorların haberleri var. Bunlardan biri ABD'li atlet, Justin Gatlin tarafından Japonya'da bir televizyon şovunda suni olarak oluşturulan rüzgarın da yardımı ile Usain Bolt'a ait olan 9.58'lik dünya rekorunu geçmesi. Hoş uluslararası Atletizm Federasyonu şov amaçlı olarak gördüğü bu koşuyu "rüzgâr" faktörü nedeniyle standart dışı olarak belirlemiş ama bu konudaki tartışmaları dindirememiş.
Tam konu kapandı derken geçtiğimiz yıllarda Hindistan'dan gelen bir haber atletizm sevenleri ve 100m koşusunda rekor bekleyenleri tekrar heyecanlandırmış. Vıcık vıcık bir tarlada kutsal ineklerle 125 metreyi 11.21 saniyede aştığı söylenen Kambala Jockey Srinivas Gowda, yazılanlara göre 100m için 8.96 gibi inanılması güç bir zamana denk gelse de kuşku ile karşılanmış. Hindistan spor bakanının bile duyarsız kalamadığı ve tweet attığı bu konu, ülke içinde çok konuşulmuş ama tabii ki olması gereken şartlar altında denenmediği için kabul edilmemiş.
Dünyaca ünlü Amerikalı şarkıcı Britney Spears, yaptığı Instagram paylaşımlarında, Usain Bolt'a ait 100 m Dünya rekorunu 5,97 ile geçtiğini iddia etmiş, bu konuda kronometre fotoğrafını takipçileriyle paylaşmış ama yaptığı soğuk bir şaka olarak değerlendirilmiş, hatta hayranları tarafından o 100 m değil, 1000 metredir diye alaya alınmış.
Olimpiyatların tarihi incelendiğinde Yunan tiyatrosunun belkemiğini oluşturan trajedi, dram ve sembolizmin büyük rolü olduğu görülüyor. Eldeki bilgilere göre, bu ilk Olimpiyatların programında, 'stade' diye anılan spor sahasının uzunluğu olan 192 metreyi kapsayan sprint (hız) koşusu bir bakıma Olimpiyatların temelini oluşturduğundan dolayı olsa gerek, bugün kullandığımız terimlere bile asırlar öncesinden taşınıyor.
Antik Yunanistan'da MÖ 4. yy'da yaşamış şair ve filozof Pindaros'un ( Πίνδαρος), dediği gibi "su nasıl en temiz gıda, altın nasıl zengin olmak için vasıta, güneş aydınlık ışığı ise, Olimpiyatlar da insanlar için en şerefli ve en soylu birlik vasıtasıdır" sözü bugün bile geçerli olsa gerek. Devrin önemli kişilerine adadığı çok etkili şiirleri olan Pindaros'un evi, Büyük İskender'in Thebai şehrine düzenlediği saldırı sırasında, Büyük İskender´in dedesine yazdığı şiir sayesinde, bir minnet tezahürü olarak şehrin hiç zarar görmeden kurtulan tek yapısı olmuş.
XVII. YY Latin edebiyatında 'Olimpias' kelimesi, bir zaman birimi olarak geçmiş, İngiltere'de 1592'de Shakespeare piyeslerinde 'Olimpiad Oyunları' ve 'Olimpian Güreşleri' terimlerini kullanmış; John Milton da 1667'de 'Olimpian Oyunları' deyimini eserlerinde yer almış.
Olimpiyatların tarihi belki de insanın sahip olduğu en büyük kültür külliyatlarından birini oluşturuyor. Olimpiyat konusu üzerine en çok bilimsel araştırma yapılan, en çok fikir üretilen, strateji geliştirilen, zengin ya da fakir tüm ülkelerin başarıyı tatmak adına eşdeğerde istenç gösterdikleri ve kazandıkları madalyalarla var oldukları bir alan. İlginçtir yarışılan oyunlar da, değişiyor, gelişiyor. Sportif tırmanış, kaykay ve dalga sörfü misali ilk kez Tokyo 2020 programında yer alan alternatif spor kolları olduğu gibi, geçmişte yer alsa da bugün çok az kişi tarafından bilinen yarışma alanları da var. Örnek olarak vereceklerim içine 1896 Atina oyunlarında yarışılan "oryantiring" (harita yardımıyla yön bulma), halat çekme, "boules ve bocce" (antik çağlardan gelen ve büyük demir bilyelerle oynanan oyunlar) ve kadınlarla erkeklerin birlikte oynadığı "korfbol" var. Hatta bugün organize edilse bütün hayvan severleri ayağa kaldıracak öylesine ilginç bir dal daha var ki, duyduğunuzda şaşıracaksınız; canlı güvercin avlama! 1900 Yılında Paris’te organize edilen oyunlarda, Belçikalı Leon de Lunden 21 güvercin öldürerek altın madalya kazanmış; günün sonunda sahada 300’den fazla parçalanmış ölü güvercin varmış.
Olimpiyat teması belki de Dünyanın en çok kullanılan koleksiyon temalarından biri. Neredeyse Dünyanın her yerinde devletlerin ya da şahsi gayretlerin çabasıyla açılan müzelerde yarışlara ait çok şey sergileniyor. Spor ve olimpiyat pulları basmayan ülke posta hanesi yok gibi. Antik dönem oyunlarında birinci olanların başına konan defne yapraklarından örülmüş taç geçirilme geleneği koleksiyoncuların ve müzelerin peşinde koştuğu altın, gümüş ve bronz madalyalar ile zenginleştirilmiş durumda. Rozetler, biletler, olimpiyatlara özel olarak üretilmiş hediyelik eşyalar, ilk gün zarfları, kartpostallar, teneke kutular, eski gazeteler, özel bültenler, filmler, kibritler, içkiler ve aklıma şu an gelmeyen çok sayıda koleksiyon objesi meraklıları tarafından toplanıyor.
Barışın ve kardeşliğin simgesi olimpiyat ateşinin Dünya üzerinde hiç sönmemesi dileğiyle; güzellikleri biriktirmenizi dilerim.