Öncelikle bugünkü yerel seçimlerden çıkacak sandık sonuçlarının ülkemizin her yerinde huzur, barış ve istikrar çiçekleri açtırmasını, yaşantımıza refahla birlikte bahar esintileri getirmesini diliyorum.
Düşünüyorum da “seçim” dendiğinde akıllara hemen sandık geliyor, değil mi? Hani bu seçimde de gidip oyumuzu içine atacağımız, ağzı kapalı ve mühürlü sandık…
Peki, hiç düşündünüz mü, oy pusulalarını ağzı kapatılmış bir sandığa atarak seçim yapma ne zamandan beri var?
Son yıllarda Atina yakınlarında yapılan bir kazıda fark edilen öylesine ilginç bir detay var ki, çıkarılan pişmiş topraktan yapılmış sandık ve diğer buluntular, Eski Yunan’da hem sandıklı seçim yapıldığını, hem de bir şekilde oy pusulası kullanıldığını kanıtlıyormuş. Seçim bittiğinde pişmiş topraktan yapılmış sandık kırılıyor ve oylar sayılıyormuş. Düşünsenize, sırf böyle bir fanteziyi yaşamak için bile sandıkta görevli olmak istemez miydiniz?
İngilizce “ballot” olarak bilinen “oylama” kelimesi, İtalyanca "ballotta" sözcüğünden türemiş ve küçük renkli top anlamına geliyor. Ne dersiniz, belki de “rengini belli etme” sözü 13’üncü yüzyıl İtalya'sında yapılan bu seçimden bu yana kullanılıyordur. Aslında bu istisnayı saymazsak, tarih boyunca yapılan seçimlerde büyük ölçüde “el kaldırma” yönteminin kullanıldığı düşünülüyor. Belli bir yerleşkede, dar kapsamlı olarak yapılan oylamalarda, herkes tercihini el kaldırarak belli ettiği için, rüşvet de sindirme de her daim etkili oluyor ve sonuçları da ciddi şekilde etkiliyormuş. Bir de insanların açıkça tavrını belli etmek istememesi nedeniyle katılım oranları da genelde düşük olurmuş. İşte bu ihtiyacı göz önüne alarak kimin hangi adaya oy verdiğinin belli olmaması için tasarlanan “sandık” ile tercihin yapılacağı “oy pusulaları” ilk kez, 1676 yılında, o günlerin İngiliz kolonisi olan Amerika’da ortaya çıkmış ve sonrasında da yaygınlaşmış.
Avustralya’da, 1857 yılında, seçimde yarışan bütün adayların oy pusulasında yer aldığı oy verme işlemi, gelişmiş ve şeffaf bir seçimin ilk kez yaşandığı tarih olarak kayıtlara geçmiş. Adayların sayıca fazla olması nedeniyle, oy pusuları hepsini kapsayacak şekilde tasarlanmış. Pratik olduğu kadar, insanlar arasında seçim sonrasında düşmanlık ve şüphe yaratmayan bu oylama şekli ile sandık kullanımı, o günün siyasetine çok olumlu bir değişim getirmiş.
Amerika ve Avustralya gibi kolonilerinde yaşayanları “sandık ve oy pusulaları” ile seçime götüren İngiltere, kendi içinde bunu ilk kez 1872 yılı Ağustos’unda parlamento seçimlerinde yaşamış. İlk kez matbaada basılmış oy pusularının kullanıldığı bu seçimde yaşanan bir diğer yenilik de sandıkların ağzının özel bir şekilde mühürlenmesi olmuş. Mühür olarak ne kullanılmış biliyor musunuz; lezzetli İngiliz keklerine lezzet veren meyan kökü!
Gizlilik aynı zamanda hızlılık da getirmiş. Belli bir düzen içinde ve gözlemcilerin denetimi altında belirlenmiş bir zaman dilimi içinde yapılan seçimler yolsuzluk tartışmalarını da azaltmış. Yolsuzlukların yaşanmasını azaltan bir diğer faktör de prosedürlerin herkes tarafından anlaşılır hale gelmesiyle olmuş. Bu yolla hem taşrada yaşayanların da seçimlere katılması sağlanmış hem de geniş bir tabana yayılan sonuçların herkes tarafından saygı duyularak kabul edilmesiyle demokrasiler güçlenmiş. Çünkü verdiği oy ile yönetim arasında organik bağ kuran bireyler hem toplumsallaştıklarını hem de vatandaşlık güdülerini derinden hissetmiş olmalılar.
Bazı seçimlerin sonuçlarını şaibeli ve tartışmalı kılan faktörler de var. Çoğumuzun belleğinde taze olan birden fazla kere oy kullanımı, geçerli oy pusulalarının kabul edilmemesi ve bu yolla sayımların sağlıklı yapılmaması gibi usulsüzlüklerin oylama güvenliğine gölge düşürdüğü seçimler bizde de zaman zaman yaşandı ve tartışıldı. Tabii ki bir de hala seçimlerin yapılamadığı ya da usulen yaşandığı ülkeler de mevcut. Seçime sokulmayan partiler, yasaklı adaylar ve sonuçları inandırıcı olmayan, hatta önceden bilinen oylamalarla ne yazık ki hala her coğrafyada karşılaşılıyor.
Yarın belediye binalarımıza yeni yöneticiler yerleşecek. Belediye kavramının kökeni Eski Roma’da şehri ifade eden “municipe kelimesinden geliyor. İngilizceye “municipality” olarak geçmiş ve özellikle de sanayi devrimiyle birlikte şehirlere yaşanan göç sonrasında, birlikte yaşamanın getirdiği tüm sorunlara el atacak bir idari yapı gereksinimi dar alanda yerel çözümlerin ortaya çıkmasını sağlamış ve “belediye” kavramı hızlı bir ivme ile gelişmiş.
“Yerel yönetim” kavramı bile demokratik bir yapıyı çağrıştırıyor değil mi? Bizim gibi merkeziyetçi bir yönetim şekline sahip sistemlerde elindeki yetkileri yerel yönetimlerle paylaşma isteği her ne kadar çok zayıfsa da bugün gelişmiş ülkelerde sorunların ve çözümlerinin yerel otoriteler tarafından çözüm odaklı olarak ele alınmasına fırsat veriliyor, hatta özendiriliyor. Yerel yönetimlerin, demokratikleşmede önemli ve gerekli kuruluşlar olduğunu belirten 19’uncu yüzyıl düşünürlerinden John Stuart Mill, neredeyse 150 yıl önce, vergi ödeyen yurttaşların “ulusal düzeyde olduğu kadar yerel düzeyde de söz hakkı olmalıdır” diyerek, halkın yerel yönetimlere katılmasıyla hem sorunlara kolay çözüm bulunacağını hem de etkin bir yönetimin kurulabileceğini söylemiş.
1826 yılında, yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra o ana kadar bazı şehir sorunlarını üstlenen “kadılık makamı”’ yerine kurulan ihtisap nazırlığının yetersiz kalması sonucunda 1854 yılında yayımlanan nizamname ile Şehremaneti kurulmuş. Yani kuruluşundan bu tarihe kadar Osmanlı’da belediye örgütlenmesi yoktu, devletin görmesi gereken bu tür hizmetler vakıflar aracılığıyla görülüyordu.
Çarşı ve pazarın denetimi, zorunlu ihtiyaç maddelerinin karşılanması, mezarlıkların tanzimi, şehrin temizliği, şehir içi ulaşımı, fiyatların belirlenmesi ve özellikle gıda maddesi üreten imalathanelerin kontrol edilmesi gibi tüm şehir yaşamına dair ihtiyaçların karşılanması görevi şehremaneti kurumuna bırakılmış; adı üstünde, emanet edilmiş. Bu kararın alınmasında, özellikle Kırım Savaşı sırasında İstanbul'a gelen İngiliz, Fransız ve İtalyanların bir anda ortaya çıkan zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması da etkili olmuş olmalı. 1857 yılında İstanbul 14 belediye bölgesine ayrılmış ve Galata ve Beyoğlu bölgesinde Altıncı Daire Belediye Teşkilatı kurulmuş, diğer bölgeler bu tarihte faaliyete geçirilememiş ama bir şekilde sınırlı da olsa İstanbul şehir yaşamı belediyecilik ile tanışmış.
Bugüne kadar çok değerli isimlerin belediye başkanı olarak görev yaptığına şahit olduk ama öyle biri var ki, onun Sultan Aziz döneminde, Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı olarak görev yaptığını aklımıza bile getiremeyiz, diye düşünüyorum. Efendim, merakta bırakmayayım; bu değerli başkanımızın adı Osman Hamdi Bey!.. Çoğumuz onu “kaplumbağa terbiyecisi” tablosu ile biliyoruz. Onun gibi biri bir daha belediye başkanı olur mu bilmiyorum ama şu bir gerçek ki, şehirlerimizin sanatçı gözlerin dokunuşlarına, yaratıcı akılların düşüncelerine ve akılcı tasarımlarla yaşamımızı zenginleştirecek adımları atacak özverili ellere ihtiyacı var.
Seçimler de önemli bir koleksiyonculuk teması. Topladıkları el broşürlerinden afişlere, her türlü matbuattan doldurulmuş plaklara, kasetlerden rozetlere, adayların resimlerinden liderlerin söylemlerine ve buraya eklenebilecek çok şeyle aynı zamanda geçmiş seçimlere ışık tutan koleksiyonerlerimiz var. Onların birikimleri sayesinde siyaset tarihimiz hakkında daha fazla şey bilme hatta fikir yürütme şansı yakaladığımızı ve bilimsel araştırmalar yapabildiğimizi unutmamalıyız. Koleksiyonculuk toplumların belleğidir.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..