İnsanlığın yerleşik halde yaşamaya başlaması sürecinde günümüze dek kullanılan tuğla, toplumsal yaşamın olmazsa olmazı, inşaat alanında gelişen teknolojiye rağmen terk edilemeyen bağlayıcı.
İçine saman parçalarının konduğu çamurun kalıplara dökülüp güneşte kurutularak kullanılmasının ilk kez nerede yapıldığı tam olarak bilinmese de, kaynaklarda keşfedilen en eski kerpiç tuğlaların Mezopotamya'dan başlayan bir süreç içinde, 12 bin yıla varan geçmişi olduğu belirtiliyor. İnsanlığın yerleşik hayata geçmesiyle birlikte ilk toplu yerleşimlerin inşasında yoğun olarak kullanılan tuğla üretiminde, kilin içine konan malzeme seçimi yörenin yerel özelliklerine göre değişmiş, çamurun içine samanın yanı sıra kil, kum, alçıtaşı, kireç, çakıl taşları, hayvan kemikleri ve farklı malzemeler de eklenerek bağlayıcı olarak kullanılmış. İnşa edildiği tarihte Dünyanın en yüksek binasının yani o günün şartlarında ilk gökdeleninin yapıldığı yer olarak bilinen İsrail - Ürdün sınırındaki "Jericho" ve Filistin'in Batı Şeria bölümünde yer alan "Eriha" antik kenti kazılarında çamurdan tuğla haline getirilerek açık havada güneşte kurutularak kullanılmış tuğlalar bulunmuş. MÖ 7000 ve 3500 yılları arasında Mezopotamya çevresinde, Ortadoğu ile Basra Körfezinin diğer bölgelerinde de farklı tipleri gün yüzüne çıkarılmış. Bu eskilikte olmasa da, Pakistan'da ve Güney Asya'nın diğer bölgelerinde de güneşte kurutulmuş tuğlalarla yapılmış kerpiç evler bulunmuş.
Önceleri toprak ile saman harmanlayıp güneşte kurutan insan aklı, gün gelmiş bu karışımı pişirmeyi düşünmüş; böylece sağlamlığı yakalamış, sistematik üretimi ve bina yapımının inceliklerini deneyerek keşfetmeye başlamış. MÖ 3500 yıllarında bulunan bu teknikle, pişirilen tuğlaların sert hava koşullarına karşı daha dayanıklı olması, insanı ve sahip olduklarını doğa şartlarında koruyacak binaların yapımında güvenle yaşatır hale getirmiş. Pişirilerek üretilen tuğlalar, aynı zamanda gün boyunca oluşan ısıyı emmesi ve geceleri serbest bırakması özelliğiyle günlük yaşam konforunu arttırmış; insanlık taş kullanmadan da kalıcı ve yanmaz barınaklar yapmaya başlamış.
Tuğla ile mutlaka sıva konusunu da işlemek gerekiyor. Taşlar, tuğlalar arasındaki harç, 4500 yıl önce, Eski Mısır'da piramitleri inşa edilme sürecinde 2 ila 45 ton ağırlığındaki taş blokların kaydırılarak taşınması sonrasında sabitlenmesinde, 135-175 derecede ısıtılarak kullanılmış. Kirecin tam olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı tam olarak bilinmiyormuş ama ilginçtir, Amerika'ya ayak basanlar Mayaların taş blokları sabitlemek için kireç türevi maddeler kullandıklarını fark etmişler. Özellikle Roma Döneminde çimentonun keşfi sonrasında tonuz ile kemer gibi mimari teknolojinin gelişimi sonrasında, "tuğla – harç" birlikteliği sistematik olarak evrilmiş, hep daha sağlam yapıların inşası yolunda devinim içinde olmuş.
Sosyal yaşamın kurulu duvarında, toplumsal hayatın örülü döngüsünde bir birey olarak "tuğla olmak" ya da ol(a)mamak tezi aynı zamanda vatandaşlığı, belli bir amaca hizmet etmeyi, gönüldeşliği, bütünün bir parçası olmayı sıradanlığı, farklılığı ya da uyumsuzluğu da simgelemekte.
Sparta Kent Devleti için ünlü düşünür Lykurgos, "kaleleri tuğladan değil insandan oluşmuş şehir" diyerek her ideal devlet için örnek bir yapılanma göstermiş. Komutanların seçimle, yargıçların kura yoluyla belirlendiği eski Atina'da, tuğla parçalarının oy pusulası olarak kullanıldığı dönemler yaşanmış. Tuğla yerine göre Berlin duvarı misali bölücü-ayırıcı olmuş, bazen de taşkın akarsular üzerinde iki ayrı yakayı birleştirmiş. Küçük yatırımların biriktiğinde devasa bir duvara dönüşebileceği vurgusu "biriktirme" simgesi olarak kullanılmış.
Tuğla ile birlikte neredeyse yapı malzemelerinin tamamı düşünsel içerikli olarak farklı değerleri anlatmış, zaman içinde simgesel değerlere dönüşmüş. Çekiç otoriteyi-egemenliği, şakül doğruluğu, çivi birleştirici olmayı simgelemiş. Harç da uzlaşmanın, farklılıkları birleştirmenin, temiz bir sayfa açmanın, ayrışmaları önlemenin tematik değeri olmuş. İnsanın tasarımladığı ilk aletlerden biri olan "mala" da aynı tuğla gibi, kılıç gibi insan aklının bir ürünü olarak bilimsel evrim döngüsünde yer almış. Mala, toplayıcı, karıştırıp birleştirici, yapıştırmayı sağlayıcı, boşlukları doldurucu, düzeltici ve düzleştirici bir alet olmasının yanında, simgesel olarak toleransın, kardeşliğin, sevgi ve bağlılığın, insanlığın toplu gönencini sağlamaya yarayan bilimin, teknolojinin simgesi olarak da benimsenmiş.
Farklı ekollerden oluşan müzik otoriteleri tarafından "tüm zamanların en iyi grubu" diye nitelenen, Pink Floyd, 70'li yıllardaki konserleriyle dünyanın her yanındaki insanları baskılara karşı "örülen bir duvar misali" bir araya getirmiş. Onlara göre, duvarda bir başka "tuğla" olarak yetiştirilmek, başkası tarafından örülmüş ve her şeyiyle yaşamı çepeçevre çevreleyen bir duvarda -seçim şansı olmaksızın- yer almak gibi olmuş. Rock müziğin evrensel temsilcisi Pink Floyd grubunun 1979 tarihinde doldurduğu efsanevi "The Wall" albümünde bulunan ve dünyanın yer yerinde listelerin uzunca bir süre en başında yer alan bu şarkıdaki duvarda tuğla simgesi, öğretmenlere ve eğitim sistemine karşı çıktığı düşüncesiyle çok ülkede yasaklanmış. 1980 Yılında, Güney Afrika'da bir okulda yapılan protestoda söz ve müziği Roger Water'e ait olan bu parçanın çalınması sonrasında kısa bir süre içinde tüm ülkeye yayılan direnişin marşı haline geldiği için yasaklanması, Dünya kamuoyununun gözünü hem ten renginin ayrımcılığı peşinde olan faşizmin organize kalelerinden "apartheid sistemine" hem de olacaksan da "içi boş tuğla olma" diyen Pink Floyd grubuna çevirmiş.
Güney Afrika'daki Cape Town Üniversitesi öğrencileri, insan idrarını kum ve bakteriyle birleştirip oda sıcaklığında sertleşmesini sağlayarak çevre dostu bir yöntemle tuğla yapmayı başarmışlar. Tuvaletlerden topladıkları idrar örneklerini, Okyanustaki mercan kayalarının oluşmasındaki doğal süreçteki gibi sertleştirebilmeyi başaran öğrenciler, bio-tuğla adını verdikleri bu yeni ürünü doğayla barışık olarak tanımlamışlar. Bu yöntemde, normal tuğla üretimindeki klasik fırınlama metodunda 1400 derecede ısı sağlayan yüksek ısılı fırınlarda pişirilmeye gerek kalmadığı için doğaya karbondioksit de salınmıyormuş.
Üniversite çevreleri yapım aşamasında kötü kokuların etrafa yayıldığını kabul etmişler ama 48 saat kadar sona tuğlalardaki amonyak kokusunun tamamen gittiğini ve sağlık açısından herhangi bir risk oluşturmadığını da söylemişler. İlk kez insan idrarının geri dönüştürülmesi adına bir fırsat yakalandığını söyleyen bilim çevreleri tuğlaların büyümesi için dört ila altı gün gerektiğini, tuğlanın ne kadar sert olmasını istiyorsanız sürecin o oranda uzatılabileceğini söylemişler. Bir insan her tuvalete gidişinde ortalama 200 ila 300 mililitre idrar çıkardığı, bir adet "bio-tuğlayı" büyütmek için de, 25 ila 30 litre idrar gerektiği, dolayısıyla da bir tuğla yapılabilmesi için 100 kez kadar tuvalete gitmek gerektiği BBC'nin yaptığı bu haberde irdelenmiş.
Çin'in büyük meydanlarında, 100 günü aşkın bir sürede özel endüstriyel vakumlu temizleyici ile havadaki kirletici maddeleri toplayan bir aktivist, bunları Tangşan kentindeki bir fabrikada sıkıştırarak tuğla elde etmiş. Sputnik'te yer alan bu haber, çevre kirliliğinin devasa boyutlara ulaştığı Çin kentlerinde, egzos, fabrika dumanı, sanayi atıklarından oluşan hava kirliliğinin her gün neredeyse 4 bin kişinin ölümüne yol açtığı dikkate alınırsa, ortamı en az 60 kişinin soluyacağı kadar hava kirliliğinden kurtaran bu çalışmanın ne kadar yerinde bir adım olduğu anlaşılacaktır, diye basında yer almış.
Tuğla koleksiyonculuğu dünyanın her yerinde ilgi çekici bir tema! Açılan yapı malzemeleri ya da özel olarak oluşturulan tuğla müzelerinde meraklılara sunulan tuğlanın kültür katmanlarında aynı zamanda insanlığın da bilimsel bilgiye ulaşma yolundaki mücadelesini görmek mümkün.
Türkiye'de de bu konuda birikimi olan değerli koleksiyonerler var, tuğla örnekleri müzayedelerde boy gösteriyor. Koleksiyonculuğun duayen ismi değerli Sertaç Kayserilioğlu Üstadımın da çok zengin bir tuğla birikimi var. Eski binaların yıkımı sırasında çoğumuzun moloz dediği pislik içinde geçmişe ait tuğla örnekleri arayan "ustam" Sertaç Bey'in koleksiyonunda, 17-19. yy. İstanbul'unda yapılmış tuğla izlerini görmek ve yüzyıllar öncesinden bugünün yapı sanatına bakmak mümkün. Evinin en güzel bölümünü süsleyecek şekilde sergilediği tuğla duvarı içinde İstanbul'un farklı semtlerinde üretilmiş tuğlaları, yabancı ülkelerden getirilmiş örnekleri ve o günün yapım zarafetini görmek mümkün.
Bozuk bir duvardan tuğla sökmek, yozlaşmış sisteme çomak sokmak gibi. Yıkılan duvar yeniden yapılanmanın, sağlam bir temelle geleceğe atılacak adımların ve temiz yarınlara uzanacak adımların ilki gibi.
Hadi, böyle bir beklentinin tuğlası olmaya hazır mısınız?
Aydın Engin'in dediği gibi, hadi bir çoban ateşi de biz yakalım!
Hadi, çekelim Uğur Mumcu cinayetini örten kara örtüden bir tuğla; yıkılacaksa yıkılsın, aydınlığa çıksın Uğur Mumcu'ya kıyan karanlık zihniyetin zebanileri.
Hadi, bilincimizle yarınlara köklü bir temel atalım; temiz bir dünyanın, hakça paylaşımın ve adaletin tekrar örüleceği bir duvara tuğla olabilmek için hazırlanalım.
Oya Baydar'ın yazdığı gibi, estek köstek demeden, üstenci bir tavırla burun bükmeden, yılgınlık ve teslimiyete kapılmadan, yola çıkmak için önce "hadi" diyerek adım atmanın gereğini unutmadan #HADİ… #HADİ… #HADİ…
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.