Madrid
Dün akşam haberlerinde pek alışık olmadığımız bir görüntüye şahit olduk. İspanya Kralı VI. Felipe ile eşi Kraliçe Letizia, kraliyet sarayında bir ekran karşısında, bugünlerde pek çoğumuzun günlük rutinine dahil olan "zoom" üzerinden 8 kişiyle birden konuşuyorlardı ("zoom" internet üzerinden birçok kişinin aynı anda görüşmesini sağlayan bir program). Bu 8 kişi arasında bakan, başbakan, muhalefet lideri yoktu. Bu 8 kişi, yapay solunum cihazı üreten, var olan cihazları birkaç kişinin birlikte kullanmasını mümkün kılabilecek mekanizmalar icat eden veya COVID-19 aşısını geliştirmeye çalışan, yani yaşamakta olduğumuz seferberliğe omuz veren mühendisler, teknisyenler ve bilim insanlarıydı.
Kral VI. Felipe, koronavirüs salgınının yol açtığı ağır krizi ve bu krize karşı alınan önlemleri yakînen izliyor, ülke çapındaki seferberliği destekliyor. IFEMA Fuar Merkezi'ndeki geçici hastaneyi maskesini takarak ziyaret ediyor, kişisel koruyucu ekipman (KKE) üretimi ve ithalatını takip ediyor.
Hayatımızı bütünüyle kuşatan ve belki de bundan sonra geri dönülmez biçimde değiştirecek olan bu kriz krallarla vatandaşları hem maskelerde, hem de "zoom"da ortaklaştırıyor.
İspanya'da kişisel koruyucu ekipman (KKE) seferberliği kırk koldan devam ediyor. Haftalardır medyada hem farklı özerk bölge yönetimleriyle merkezi hükümet arasında paylaşılamayan mal haline gelen KKE'nin üretimi, ithali, sevkiyatı ve paylaşımına ilişkin kavgayı, hem de Zihni Sinir-vari dâhice projeleri izliyoruz. Örneğin, COVID-19 krizinin en çok etkilediği yerlerden, kuzeydeki Bask bölgesinde çalışan ve takacak maske bulamayan hekimlerden birinin aklına yaz tatillerinde kullandığı şnorkel (deniz) gözlüğü gelmiş. Bütün yüzü kapayan ve nefes almasına da olanak sağlayan bu dev şnorkel gözlüklerini getirmiş çalıştığı hastaneye. Hekim arkadaşlarıyla oturmuşlar, nefes alacak borunun açısını değiştirmişler ve "çıkmış mı ortaya mükemmel koruyucu özellikte bir maske!" Bunun üzerine bir kampanya başlatmışlar ve yüzlerce kişi yazın kullanmak üzere sakladıkları şnorkel gözlüklerini hastanelere bağışlamış. Bu Zihni Sinir "buluşunu" televizyon ekranında gülerek anlatıyordu hekim. Türkçede güzel bir deyim vardır ya, "güleriz ağlanacak halimize."
İspanyolcada "zorluklarla güçlenmek" diye güzel bir laf var, yani adeta Zümrüd-ü Anka'nın küllerinden yeniden doğması gibi. İspanyol toplumu şu anda gerçekten acılarla büyüyor, hekimler gülümsemeye çalıştıkça. Arkadaşım Pepa'ın 95 yaşındaki annesinin sağlığını sordum geçen gün, "Annem benden daha iyi, çünkü hep zorluklarla güçlenir o" diye cevap verdi.
Ekranda kendisiyle söyleşi yapılan bir hemşire, maskeyle sarılmış mikrofonu uzatan gazeteciye "Sen benden daha iyi korunuyorsun, baksana halime" diyerek, eğreti biçimde ayaklarına geçirip bileklerine lastikle bağladığı plastik poşetleri gösteriyordu. Bir başkası, "Bir tane maskem var, eve gidince alkolle bir güzel temizliyorum, ertesi gün tekrar bunu kullanıyorum" diye yakınıyordu.
Başka birçok ülkede olduğu gibi, İspanya'nın da bu salgına yeterli KKE stoğu olmaksızın hazırlıksız yakalanmış olması, her geçen gün daha fazla sayıda sağlık personelinin enfekte olmasının ardındaki en önemli etken. Keza, koronavirüs teşhisi konmuş hastaların neredeyse yüzde 14'ü sağlık çalışanı.
Cumartesi günü itibarıyla İspanya, 125 bin vakayla ABD'den (278 bin 458) sonra en çok vakaya sahip ikinci ülke -keza cuma günü itibarıyla İtalya'yı (120 bin 281) yakaladı ve hatta geride bıraktı. COVID-19 teşhisi konmuş hastaların toplam ülke nüfusuna oranına baktığımızda, İspanya maalesef ilk sırada. Yani her 1000 kişiden 2,5'i enfekte (hiç semptomu olmayan taşıyıcıları, test yaptırmayıp evde COVID-19 semptomlarıyla kendi kendine boğuşanları hesaba bile katmıyoruz). Bu oran İtalya'da 1,9, ABD'de 0,75 ve (eğer verilerine güvendiğimizi varsayarsak) Çin'de 0,06.
Can kaybına baktığımızda durum temelli dehşet verici. Sadece bir gün içinde, 2 Nisanda, tam 950 kişi koronavirüsün yol açtığı komplikasyonlar sonucunda hayatını kaybetti -bu rakam İspanya'nın neredeyse iki katı nüfusa sahip Almanya'da şimdiye kadarki toplam can kaybına yakın. Sadece 6,5 milyon nüfuslu Madrid Bölgesindeki can kaybı (4.723 kişi), 1,3 milyar nüfuslu Çin'de yaşanan toplam can kaybından daha yüksek. Mezarlıklarda yer yok, cenazeler kaldırılamıyor, insanlar sevdiklerinin cenazesine gidemiyor.
Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ölüm oranının bu denli yüksek oluşunun ardındaki en önemli neden, aynı İtalya'da olduğu gibi, sağlık sisteminin bu yükü taşıyacak hazırlığının olmayışı. Yani KKE'nin, yatak ve sağlık çalışan sayısının yetersizliği, bakımı yapılmış, işlerliği olan solunum cihazlarının, yoğun bakım ünitelerinin sınırlı oluşu. Bunlarla bağlantılı olarak, merkezi hükümetle özerk bölge yönetimleri arasında kriz yönetimi koordinasyonunun yeterince hızlı sağlanamamış oluşu.
İspanya ve İtalya böyleyken, dünyanın en güçlü ülkelerinden ABD, Birleşik Krallık ve Fransa'dan gelen haberler de çok farklı değil. Washington sokaklarında, elinde "Annem hemşire. Lütfen annemi koruyun, ona KKE sağlayın" yazan bir pankartla süregiden çaresizliği protesto eden 6-7 yaşlarında bir çocuğu izlerken, 21. yüzyılda yapay zekânın yapabildiklerini tartışırken geldiğimiz nokta bu mu olacaktı diye hayıflanıyorum.
1 Nisan günü, Fransa'ya gitmek üzere Çin'den yüklenen tonlarca maske, Fransız yetkililerin iddia ettiğine göre, bir Amerikan şirketinin daha fazla para teklif etmesi üzerine, Fransa yerine ABD'ye doğru yola çıkıyor. Tabii Fransızlar bas bas bağırıyorlar, karaborsada maskelerimiz "çalındı" diye.
Çin'den gelen KKE ve solunum cihazları İspanya'da büyük heyecan yaratıyor. 2 Nisan günü Madrid Barajas Havaalanı'na 58 ve 12 tonluk KKE taşıyan iki uçak iniş yaptı. Sanki Çin'den değil de, Mars'tan geliyormuşçasına uzun süre uçağın inişi, taşıdığı kargonun indirilişini, askerlerin selam çakışını, sivil erkânın coşkuyla uçuş ekibini karşılamasını uzun uzun seyrettik ekranlardan. Sanki, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD'nin dağıttığı Marshall Yardımı'nı karşılıyoruz.
Aslında, Marshall Yardımı Xi Jinping'in ne zamandır, Çin'in uygulamaya koyduğu iddialı "Kuşak ve Yol İnsiyatifi" (Belt and Road Initiative, yaygın adıyla "Yeni İpek Yolu") bağlamında sıklıkla kullandığı bir tabir. Xi Jinping, Asya'yı Avrupa, Afrika ve Avustralya'ya bağlamayı vadeden bu devasa projeyi "21. Yüzyılın Marshall Planı" diye tabir ediyor. Bu projenin içeriğinden ve dünya düzenine muhtemel etkisinden daha sonraki yazılarda bahsedeceğim. Şimdi maskelerin bugünkü marifetlerine bir göz atalım.
Bugünlerde dünyanın dört bir yanında yoğun bir maske diplomasisi yaşanıyor. Hem insani yardım niteliğinde, hem de alışılageldik piyasa kanalları üzerinden ABD ve birçok Avrupa ülkesi dahil dünyanın pek çok noktasına sevkiyatı yapılan milyonlarca maske Çin Halk Cumhuriyeti'nin etkili dış politika aracı haline gelmiş durumda.
Tabii, Çin yardım yapar da, biz yapmaz olur muyuz? Hem yardım göndeririz, bir de şiir katarız arkasına. Nitekim, Türkiye'den İspanya'ya NATO dayanışması çerçevesinde gönderilen, maske, önlük, dezenfektan içeren yardım kolilerinde Mevlana'nın dizeleri yer alıyor: "Ümitsizliğin ardında nice ümitler var, Karanlığın ardında nice güneşler var."
COVID-19 salgınından önce, dünyadaki tıbbi maskelerin yarısından fazlası zaten Çin'de üretiliyordu. Salgının ilk günlerinde maske ihracatını yasaklayan ve bazı fabrikalara el koyarak maske üretimlerini iç pazara yönlendiren Çin Hükümeti, salgın dünyaya yayıldıktan sonra maske ihracatını hızlandırıyor. İran'a, Güney Kore'ye, İtalya'ya, İspanya'ya ve hatta ABD'ye uçaklar dolusu KKE, solunum cihazı ve hatta uzman sevkiyatı yapıyor. Birkaç hafta öncesine kadar COVID-19'u "Çin virüsü" diye yaftalayan ve ABD'yi teğet geçeceğini söyleyen Başkan Trump, bugünlerde "Çin'le ilişkilerimiz çok güçlü, her gün Başkan Xi ile görüşüyoruz. Sağ olsun, KKE gönderdi bize" diyor. Çin merkezli dev şirket Ali Baba'nın patronu Jack Ma, ABD'ye 1 milyon maske ve 500 bin test kiti bağışı yapıyor. Hem devlet, hem de devlet dışı aktörler düzeyindeki bu alicenap tavır dünyanın her tarafından alkış toplarken, Çin'in imajı ve yeni dünya düzenindeki yeri iyiden iyiye güçleniyor. Evet, Ali Baba'nın maskeleri var, ama bu maskelerin de binbir çeşit marifeti var.
Koronavirüs krizi Çin'in insani yardım diplomasisini gelişmiş memleketlerde görünür hale getirdi. Oysa, bu yeni bir dinamik değil. Yani insani yardımların Çin'in aktif biçimde kullandığı bir dış politika aygıtı haline gelişi bu kriz sürecinde başlamadı. Çoğunlukla doğal felaketlerde kesenin ağzını açan Çin, dış politikasının önemli köşe taşlarından biri olan "gelişmekte olan ülkeler arasındaki işbirliği" kapsamında şimdiye kadar Afrika'da, Güneydoğu Asya'da, Güney Amerika'da pek çok ülkeye hem insani, hem de kalkınma amaçlı yardım sağladı. Örneğin, 2014'te patlak veren EBOLA krizinde, krizden ağır hasar alan Afrika ülkelerine en çok yardım sağlayan ülkelerden biri Çin idi (47 milyon dolar). [i]
Peki neye bağlı Çin'in bu cömert tavrı? Çin bu yardımları, birkaç istisna dışında, kendi iktisadi çıkarları ve dış politika öncelikleri doğrultusunda yapıyor. Yardım alan ülkeler uluslararası platformlarda Çin'in saflarında yer alıyor, örneğin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Çin'le birlikte oy kullanıyor. Eğer bu ülkelerde Tayvan Büyükelçiliği varsa, "bir tek Çin var, o da Çin Halk Cumhuriyeti" ("yani Tayvan Çin'in parçasıdır") düsturu çerçevesinde, "bir zahmet kapatıver o elçiliği" diyor.
Darfur (Sudan) krizinde gözlemlediğimiz üzere, Çin de bu jestleri karşılıksız bırakmıyor. Afrika'da Çin'in yardımlarından nasibini alan ülkelerin başında Çin'in kendi toprakları dışındaki iki askeri üssünden birine ev sahipliği yapan Djibouti, Afrika Birliği'nin merkezi Etiyopya, büyük pazar Kenya ve Aden Körfezi'nden geçen petrol ve korsan trafiğinin merkezindeki Sudan geliyor. Çin'in uzun süredir sürdürdüğü dış politikayla ekonomik gücü arasındaki ilişkiyi ve bu gücün yeni dünya düzenindeki olası etkisini gelecek haftaya bırakalım.
Ben birazdan arkadaşlarla "zoom" da buluşacağım. Kral ve Kraliçe katılmıyor, ama biz her akşam başka bir grupla "zoom" üzerinden buluşuyoruz. Bu akşam herkes birkaç "tapa"/meze yapmış olacak, sanal ortamda paylaşacağız mezeleri ve sohbeti. Sanki dışarıda buluşmuşuz da üç-dört ayrı mekâna uğrayıp, her birinde bol sohbet eşliğinde ayaküstü birkaç meze atıştırıyormuşuz diye hayal edeceğiz. İspanyolca'da bu ritüelin tümünü ifade eden bir fiil var, "tapear". Korkarım, bundan sonraki yüz yüze buluşmalarımız da -en azından bir süre- maske eşliğinde olacak. Buluşabilelim de, varsın maskeli olsun.