İspanya’da karantina başlamadan üç-beş gün önce, tam bir saat evimin kapısında durup düşünmüştüm. Acaba o akşam tangoya gidecek miydim? Gidersem ne gibi risklere maruz kalacaktım? Sonunda, sanırım akılcı bir kararla, gitmekten vazgeçtim.
O günden bu yana tam elli üç gün geçmiş. Şimdi “acaba maskeyle tango yapan olur mu” diye geçiyor aklımdan. Sonra, büyük usta Carlos Gardel'in ilk kez 1933'de, Büyük Buhran sırasında söylediği "Dünyanın çivisi çıkmış, bir tornavida lazım" [1] parçası geliyor aklıma.
"Keyifler kaçık bugünlerde,Herkes üzgün, gergin, ne mümkün ki eğlence,Papel[2] yok ya, gerisi sinir krizi.Artık bitmiş şişkoların devri.Yahu, ben de ne hoş adamdım bir zamanlar,Gel gör ki, benden de gitmiş tam dört kilo!
Çivisi çıkmış bu dünyanın,Ah keşke bir tamirci gelse!Hadi be moruk, tamircinin işi ne?Olmaz olur mu? Varsın çaksın çivisini dünyanın."
Dinlemek isteyenler şarkının bağlantısına tıklayabilirler.
Dönemin Buenos Aires argosuyla yazılmış bu espirili, ama içeriği hayli ağır şarkı 1930'larda çok popüler oluyor. Şarkının sözleri Büyük Buhran'ın Arjantin'e attığı sert tokatın etkisini çok iyi anlatıyor. "Tahıl ambarı" diye bilinen Arjantin'de buhran yıllarında yaşanan yoksulluğu ve hatta açlığı dile getiriyor.
19. yüzyılın sonundan 1929'a kadar altın çağını yaşayan, milyonlarca Avrupalı göçmene kucak açan, o yıllardaki cazibesi New York'la yarışan, "geleceğin ABD'si olacak" diye pohpohlanan zengin Arjantin, Büyük Buhran'da aldığı darbe sonrasında ve 20. yüzyıl boyunca hatırı sayılır biçimde yoksullaşıyor.
Elbette ki bu süreçleri sadece iktisadi dinamiklere indirgeyerek (örneğin Arjantin'in buhran öncesi ihracata dayalı büyüme modeli ve 1929 sonrasında bunun radikal değişimi) değil, buhranın (sebep olmasa da) tetiklediği ya da hızlandırdığı siyasi dinamikleri de düşünerek değerlendirmek gerekiyor. Nitekim, 1930'da gerçekleşen askeri darbe ile siyasi rejim değişiyor ve ardından 1930'larda faşizmin, özellikle de Mussolini rejiminin etkisi/albenisi belirgin biçimde hissediliyor.
Bugün derin bir ekonomik krizden geçen Arjantin, Uluslararası Para Fonu'nun (yine) kapısını çalarken, bizim kapımızda çöreklenen büyük ekonomik krizin yoksullaştırabileceği toplumları düşünüyorum. Şimdi tekrar dönelim Büyük Buhran'a ve dünyanın başına ördüğü çoraplara.
20. yüzyılın en derin (ve modern kapitalizmin ikinci büyük)[3] ekonomik krizi ABD'de başgösterip, o günün koşullarında baş döndürücü bir hızla birçok ülkeye sıçramıştı.
ABD'de New York Borsası'nın, birkaç büyük sarsıntının ardından bizim altıncı Cumhuriyet Bayramımızın kutlandığı günde, yani 1929'un 29 Ekim'inde çöküşü aslında sonuçtu, sebep değil. Kara Salı gelip çatmadan krizin ayak sesleri çoktan duyulmaya başlanmıştı.
Fabrikalar düşük kapasiteyle çalışıyor, işsizlik artıyor, ücretler ve tüketim düşüyordu. Yani, fikirleri yaklaşık 40 yıl dünyanın pek çok yerinde ekonomi politikalarını belirleyecek olan İngiliz iktisatçı Keynes'in 1930'lar boyunca altını çizeceği "yetersiz talep" 1920'lerin sonlarında kendini hissettiriyordu.[4]
1929'da kriz baş gösterdiğinde Cumhuriyetçi Herbert Hoover (1929-1933) çiçeği burnunda başkandı, yani Hoover'ı krizin sorumlusu ilan etmek doğru değil. Ancak, tam bugün Trump'a yöneltilen eleştirilerde olduğu gibi, Hoover'ın da krizin etkilerini hafife alması, kriz milyonların hayatını etkilerken uzun süre önlem almaktan kaçınması sert biçimde eleştirilmişti.
Hoover'ın "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" yaklaşımı, piyasaların kendi kendine krizi aşacağını, resesyondan çıkacağını, ve piyasa oyuncuları üzerine fazla kural konmasının, piyasanın regüle edilmesinin yatırımcıyı/ parayı "kaçıracağı" düsturu üzerine kuruluydu.
Büyük Buhran, bir virüs çevikliğiyle, uluslararası ticaret ve sermaye hareketleri gibi küresel dinamikler üzerinden, çarçabuk ABD dışındaki pek çok ülkeye bulaşmıştı. Bu çeviklikte, ABD'nin buhrana verdiği ilk cevapların önemli rolü olacaktı.
ABD'de Büyük Buhran'a verilen ilk cevaplardan biri gümrük duvarları yoluyla uluslararası ticaretin sınırlanması ve yerli firmaların rekabetten korunmasıydı. Trump Hükûmeti'ni andıran yaklaşımıyla piyasaya müdahale etmekten kaçınan Hoover Hükûmeti, borsanın çöküşünden sadece 8 ay sonra, 1930 Haziranında Smoot-Hawley Gümrük Tarifeleri'ni[5] yürürlüğe koydu. Yani, hem serbest piyasacı, hem de korumacı oldu.
Dünya ekonomisinin gidişatını derinden etkileyen bu (hayli yüksek) korumacı duvar, 1028 iktisatçının imza koyduğu "bu tarifeler felaketimiz olur" kampanyasına karşın ABD Kongresi'nden geçerek uygulanmaya başlandı.[6]
Aynı günümüzün ticaret savaşlarında olduğu gibi, ABD'nin yükselen gümrük duvarlarına diğer ülkeler hemen misilleme yoluyla karşılık verdiler. Aynı kapitalizmin ilk büyük krizinde (1873-1896) olduğu gibi.
1932'de Birleşik Krallık "önce yerli üretici, sonra kolonilerin üreticileri, en son da yabancılar" düsturuna dayalı "İmparatorluk Tercih Sistemi"ni yürürlüğe koydu. Hemen peşi sıra, Japonya, Fransa ve Hollanda, kendi egemenlikleri -ve etkileri- altındaki pazarlarda benzer ticaret kısıtlamalarını uygulamaya başladılar.
Bunları Almanya'nın ticaret ve döviz kotaları izledi. Benzer yöntemler--özellikle faşizmin albenisine kapılan--diğer ülkelerde de uygulandı. Ticaret savaşı tam gaz yol almaya başlamıştı.
Burada ilginç olan ABD'nin içe kapanmacı refleksi değil. İlginç (ve bugün bizi ilgilendirebilecek olan), bu refleksin ABD'den ziyade, ABD dışındaki ülkelerde daha önemli ve uzun vadeli sonuçlara neden olması. Ekonomi politikalarını (ve bunun siyasi uzantılarını) çok daha uzun süre boyunca belirlemiş olması.
Nitekim, ABD'de sıkı korumacılık dönemi çok uzun sürmedi. 1934'te ABD Kongresi'nden geçen Karşılıklı Ticaret Anlaşmaları Kanunu (Reciprocal Trade Agreements Act) sayesinde ABD, Trump'ın uzun süredir alkışladığı (ve Uluslararası Ticaret Örgütü'yle onun oluşturduğu sisteme yeğlediği) ikili ticaret anlaşmaları imzalamaya başladı.
İkinci Dünya Savaşı'nın başgösterdiği 1939 yılına kadar geçen beş yılda ABD, ithalatının yüzde 60'ını oluşturacak 20 yeni ticaret anlaşması imzalamıştı. Yani, yavaş yavaş bu anlaşmalar yoluyla hem kendi pazarınını açmış, hem de ilgili ülkelerin pazarlarını kendi mallarına açtırmıştı.
Bu ikili anlaşmaların ABD'nin ticaret hacmini genişletmesinin ve korumacılığını azaltmasının yanısıra, Başkan Trump'a kadar uzanan çok önemli bir etkisi daha var. O da, ABD başkanlarına Kongre'nin onayına gerek kalmaksızın (yüzde 50'ye kadar) tarife değiştirme yetkisi kazandırmış olması. Yani, dış ticaretin kurallarını koymaya ilişkin yetkiyi önemli ölçüde yasamanın elinden alıp, başkana vermiş olması.
Zira, Başkan Trump'ın ticaret savaşları bağlamında Çin'e bu kadar kolay ahkâm kesebilmesinin kurumsal omurgası taa Büyük Buhran'ın ortasında, 1934 yılında gerçekleşen yetki aktarımında gizli.
Bu örnek bize, krizlerin uzun dönemli kurumsal etkileriyle, gücü merkezde toplama, yürütücünün yetkilerini arttırırken yasamayı bertaraf etme refleksini gösteriyor.
Milyonların işsiz, ekmeksiz, evsiz kaldığı, binlerce bankanın Hoover Hükûmeti'nin sağladığı krediye rağmen battığı, mevduatlarını yitiren binlerce kişinin sinir krizi geçirdiği buhranın en sert senesi olan 1932'de "Sadece korkunun kendisinden korkmalıyız" sloganıyla seçilen Demokrat Franklin D. Roosevelt (1933-1945), siyasetin dümenini sola kırıp, bir dizi önemli iktisadî reforma imza atmış, piyasalara da adamakıllı müdahale etmişti.
Roosevelt, ABD tarihinde şimdiye kadar en uzun dönem başkanlık yapmış ve son döneme ömrü yetmese de, 4 kez seçilmiş tek başkan.
Bugün için ilginç olabilecek önemli bir detay, Roosevelt'in, ABD ekonomisinin yüzde 12,9 oranında daraldığı 1932 yılında başkan seçilmeden önce bugünün Cuomo'su, yani New York Eyalet Valisi olması. Aynı korona krizi sürecinde Beyaz Saray'a kafa tutan Demokrat Vali Andrew Cuomo gibi, hem Hoover'a kafa tutmuş, hem de proaktif kriz yönetimi ile New York'ta gönülleri fethetmiş olması.
1933'de iktidara gelen (ve tam 4422 gün iktidardan inmeyen) ABD'nin 32. Başkanı Roosevelt, 1936'daki seçim kampanyası sırasında selefi Hoover'ın bu piyasa yanlısı ve devlet müdahalesi karşıtı tavrına "görmedim, duymadım, hiçbir şey de yapmadım" diye alaylı biçimde dokunduracaktı.[7]
ABD ekonomisi 1930'ların ikinci yarısında epey toparlanmıştı. Ancak istihdam, sanayide üretim kapasitesi gibi veriler ancak 1942'de, yani savaş sırasında 1929 öncesi düzeylerine ulaşacaktı. Yani, Pearl Harbor'dan sonra tam kapasite çalışmaya başlayacaktı fabrikalar.
Savunma sanayi ve daha sonra Avrupa'ya yapılan ihracatla iyice şahlanan ABD ekonomisi savaş sırasında "üstünlüğünü" kanıtlayacaktı. Bir bakıma savaş, ABD ekonomisinin işine yarayacaktı.
Roosevelt Hükûmeti'nin 1933-39 yılları arasında üç fazda uyguladığı Yeni Düzen, ABD'de kapitalizme yeni bir bakış doğrultusunda, birçok yeni kurum ve düzenlemeyle, devletin piyasaya ve piyasa oyuncularına aktif müdahalesini beraberinde getirmişti.
Bunlardan en önemlileri, minimal düzeyde de olsa, sosyal devleti ABD kapitalizmiyle tanıştıran Sosyal Güvenlik Kanunu (1935), Adil Emek Standartları Kanunu (1938) gibi yasal reformlar ve devletin piyasa üzerindeki kural koyucu kapasitesini genişleten yetkilerdi. Bu doğrultuda, özellikle finans piyasalarını düzenleyen bir dizi (çoğu bugün hâlâ geçerli) reform yapıldı.
Sosyal devletin farklı renk ve tonlarını, düzenleyici reformları, Büyük Buhran'ın uzun dönemli etkilerini, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde tetiklediği dönüşümleri bundan sonraki yazılara bırakalım.
Bugün madem tangoyla başladık, en iyisi yine tangoyla bitirelim. En popüler tango parçalarından "Benim Sevgili Buenos Aires'im" yine Carlos Gardel'in armağanı. Arjantin'in krizle boğuştuğu o yıllarda Gardel, sıklıkla yurtdışında turnede. Sıla özlemi kokan 1934 tarihli bu parçada şöyle diyor usta:
"Benim sevgili Buenos Aires'im,Sana tekrar kavuştuğumdaSona erecek bu acılarHiç aklımdan çıkmıyor."
Gardel, "hayatım sende sonlanacak" diyor şarkının geri kalanında—tabii ki Buenos Aires'e atıfla. Ama maalesef, şehrine ulaşamadan, 1935'te Medellin'de (Kolombiya) bir uçak kazası sonucunda hayatını kaybediyor.[8] Gardel'in benzersiz sesi eşliğinde geçmiş dünya dans gününüz (29 Nisan) ve 1 Mayıs Emek Bayramınız kutlu olsun!
[1] Şarkının adı "Dünyaya Bir Tornavida Lazım." İspanyolcada bu tabir, Türkçe'deki "çivisi çıkmış"a benziyor.
[2] Papel, akçe, yani argoda para. Amatör çevirim için affınıza sığınıyorum.
[3] Birincisi 19. yüzyılın son çeyreğinde, 1873-1896 arasında farklı fazlarda başgöstermişti.
[4] Keynes, John M. (1936) The General Theory of Employment, Interest and Money, Londra: Palgrave-Macmillan.
[5] Herbert Hoover Library and Museum.
[6] Eichengreen, Barry (1989) "The Political Economy of the Smoot-Hawley Tariff," In Ransom R.L. and P. H. Lindert (Eds.) Research In Economic History: A Research Annual, Greenwich, Conn. : JAI Press, pp.1-35.
[7] Franklin D. Roosevelt Presidential Library and Museum Our Documents: Franklin Roosevelt's Address Announcing the Second New Deal, October 31, 1936".
[8] Gardel için Buenos Aires'de düzenlenen cenaze törenine yüzbinlerce kişinin katılıyor.