Madrid
Hayatımızdan inanılmaz güzel ve çok özel bir insan gelip geçti. Hem muzip hocamızdı, hem can arkadaşımızdı Erdal Yavuz. Yüreği yumuşacıktı, ruhu hassas mı hassas. Sanki başkalarına iyi gelmek için gelmişti dünyaya. Muziplik yapardı sırf siz kendinizi iyi hissedesiniz diye. Şarkı söylerdi, dans ederdi, yardım ederdi. Her yerde, herkesle ahbap olurdu. Hatta bazen yorulurdunuz yoldan geçerken, vapurda giderken, kahve içerken, otobüse binerken kurduğu ahbaplıklardan… Sadece arkadaşları, ahbapları değil, Anıttepe'nin, Kadıköy'ün, Gümüşlük'ün ve Urla'nın kedileri de alırlardı onun iyiliğinden paylarını.
Erdal çocukluğunun geçtiği Boğaz'ı ve onun salaş mekânlarını çok severdi. Ve çok da sevilirdi bu mekânların cümlesinde. Bir bahar akşamüstü Sarıyer'de Denizkızı'nın minik balkonunda oturuyoruz. Balkonda sohbetin ortasındayız ODTÜ'den birkaç arkadaş. Erdal her zamanki haliyle "Ne güzeldi değil mi o günler" diyor, anlatıyor da anlatıyor… Birdenbire gözü sokağa kayıyor ve yerde oturmuş rengârenk şallar satan bir kadını gösteriyor bize. "Ne kadar da hüzünlü bakıyor değil mi? Bir dakikacık izin verir misiniz çocuklar bana" demesiyle kalkması bir oluyor. Bir de bakıyoruz ki Erdal şal satan kadınla dans ediyor sokakta… Sonra geliyor elinde 10 tane şalla, en fuşyası da kendi omuzunda. Garsonları çağırıyor, "Hadi seçin hepiniz" diyor. Bizim payımıza da düşüyor birer tane şal... Hâlâ saklarım payıma düşen kırmızı Denizkızı şalımı.
Bir yaz akşamı Yeniköy'de Aleko'nun Yeri'ndeyiz. Erdal'ın keyfi yerinde, bol bol muziplik yapmış, güldürmüş hepimizi. Tam Aleko'dan çıkıyoruz, Erdal sıskacık bir kedi görüyor kapıda. "Çocuklar, bunu böyle bırakamayız değil mi, sizin de içinize sinmez değil mi" diyor. Bizi kedi nöbetinde bırakıp kendisi gece yarısı veryansın açık dükkân arıyor mama almak için. Sonra kocaman bir paketle dönüyor, Aleko'nun garsonlarına "N'olur iyi bakın ona, bak şuracığa koyuverdim mamasını" diye tembihliyor. Sıska kediye de "Yi bakalım sen de, doyur karnını iyice" diyor… Tabii, bir de evinde Sokak Kızı İrma'sı vardı Erdal'ın, sokak kızı lâkabına aldanılmaya, tam bir prenses. Ama sokaklardaki bütün boynu bükük kediler de hemen Erdal'ın İrma'sı oluverirlerdi.
Kadıköy İskele'sinde neredeyse gece yarısı. Erdal'la benim servis aracıma doğru hızla yürüyoruz. Karadeniz horon havasıyla coşuyor kalabalık bir grup. Birdenbire Erdal diyor ki, "Ah, ne güzel değil mi? Benim babam Artvinliydi, biliyor musun Işıkçık? N'olur bana bir dakika verir misin" diyor… Ve bir de bakıyorum ki Erdal da horona durmuş babasının hemşehrileriyle… Erdal'ı neşesi ve hemşehrileriyle bırakıp ben yoluma devam ediyorum. Ertesi gün telefonda uzun uzun dinliyorum horonun geceye uzayan anılarını.
Yani Erdal'la İstanbul'u arşınlarsanız menzile yetişemeyebilirdiniz, ama yolda o kadar çok şey görüp yaşardınız ki, menzil artık önemini yitirirdi. Erdal'ın yolda anlattığı sinematografik anekdotlarının da tadına doyum olmazdı. Öyle güzel imgeler yaratırdı ki kafanızda, başka bir yerde yok karşılığı.
Ben 1950'lerin Rumelihisarı'nı, Aşiyan'ını Erdal'ın çocukluk, ilk gençlik hikâyeleri üzerinden öğrendim. Erdal'a derdim ki, "Ama bu hikâye Adile Naşit'le Münir Özkul'un şen şakrak ahşap evlerinde geçmiyor anlaşılan." O da derdi ki, "Ah sen bir de bana sor o ahşap evlerin gıcırtılarını, içlerinde olan biteni ve bir kadının Aşiyan'da suya değen ayaklarını. Üşür kuzum üşür o çıplak ayaklar:)" Sonra, gülüşürdük…Yuşa Tepesini, Kolej'den arkadaşlarını, aşklarını anlatırdı. En önemlisi de, o zamanın ruhunu, hissini anlatırdı. 1960'ların Ankara'sını ve Strasbourg'unu, Paris'ini, 70'lerde memleketi kurtarmak üzere yeniden Türkiye'ye, önce de tabii Mülkiye'ye dönmeyi anlatırdı. "Serde devrimcilik var"ın arasına birkaç da tatlı dedikodu iliştirmek kaydıyla...
Hayatımın pek çok dönem noktasında çok önemli yeri, izi oldu Erdal'ın. ODTÜ Ekonomi'nin en halden anlayan, kapısı öğrenciye her daim açık, bize en yakın hocasıydı Erdal. İnsana iyi gelirdi, iyi gelmeye de bayılırdı. Puslu, buz gibi bir Ankara sabahında, 08.40'da, "Şimdiii efenim, Adam Smith, kadınsa poğaça" diye başlardı… Gel de gülümseme. Gel de sabah karanlığını, Ankara'nın asık suratlı hoyrat kışını unutma.
Böyle muziplikler eşliğinde nefis bir İktisadî Düşünce Tarihi dersi verdi bize. Hâlâ kendi derslerimde, hatta bazen dersin pek alâkasız bir yerinde, Erdal'ın dersine referans veririm ve hep canım bu sadece Türkçe'de anlamlı olan simit-poğaça esprisini yapmak ister.
Bu derse bayılmış olmalıyım ki, bitirme tezimi Erdal Hocamla yazdım. Ve bu sayede Erdal'ın hem entelektüel, hem de insan tarafını tanıdım. Konusunu birlikte belirledik:"Avrupa'da Yeni Sol."
Beni konuyla ilgili olabileceğini düşündüğü herkesle tanıştırdı, Türkiye'de olmayanlarla yazıştırdı. Düşünüyorum da, ben yapıyor muyum onun bana yaptığı hocalığı kendi öğrencilerime. Hiç sanmam... Sonra bakıyorum da, hayatımın pek çok önemli kararında kilit rol oynamış Erdal Hocam. İlk işime onun referansıyla girdim. Sonra akademiye döneceğim deyip tekrar referans istediğimde, "Işıkçık, emin misin? Akademik hayatta işin hiçbir zaman bitmeyecek, iş sen olacak, sen iş" demişti. Ne kadar doğru söylediğini yıllardır düşünür dururum. Ve ne zaman bir şeyi son anda bitirsem yine Erdal Hocam gelir aklıma. Hafif serzenişle "Yaa Işık her şeyi son dakikada yapıyorum" der ve sonra duraklar, sesinin rengini tamamen değiştirmek suretiyle "Ama biliyor musun Işık, son dakikada yapıyorum ama çok güzel yapıyorum" der ve gülerdi, gülerdik birlikte…
Hiç unutamam, son sınıfta bir gün çekinerek kapısını çaldım, "Ben lisansüstüne Paris'te devam etmek istiyorum" dedim. Ne doğru düzgün Fransızcam var henüz, ne de bursum… Odasında başka bir hocamız daha vardı. Bir de baktık Piaf'tan ‘La Vie en Rose'u söylüyor ve kalkmış dans ediyor. Beş dakika içinde yüreklendirdi beni. İşte Sevgili Hocam hep böyleydi, her yapmak istediğiniz şeyde en büyük desteğinizdi, pek kolay olmayan isteklerinizde bile. Sanki karşısındakine umut vermek, cesaretlendirmek yaşama sebebi gibiydi.
Paris'te yaşadığım o çok da kolay olmayan bir yıl içinde kim bilir kaç kere binlerce kilometre öteden imdadıma yetişti. Gün oldu, otuz sene önceden tanıdığı ahbaplarıyla tanıştırdı beni, onlar yardımıma yetişti. Arkadaşlarını, meslektaşlarını, ailesini hep böyle cömertçe paylaşır, sevdiği insanları bir araya getirmeye bayılırdı.
Ah Erdal'cım, ah güzel yürekli insan, senin için anlatılacak şey çok... Ben hayata müteşekkirim senin kadar güzel bir ruhu karşıma çıkardığı için. Ve senden özür diliyorum Aşiyan'a gelemediğim, seni uğurlayamadığım, sana yolda hikâyeler anlatamadığım için. Aşiyan yollarına taa Madrid'den seslensem duyar mısın acaba? Seni özleyeceğim Sevgili Hocam, Sevgili Erdal'cım. Işıklar içinde uyu. Hayatına dokunduğun insanların iyi dileklerini, güzel anılarını, yüzlerinde bıraktığın gülümsemeyi düşünerek uyu.