Madrid
Latin Amerika'da günden güne derinleşen ekonomik kriz, artan yoksulluk ve eşitsizlik pek çok ülkede yolsuzluk skandallarıyla birleşince sonuç ortaklaşıyor. Toplum değişim istiyor ve değişim talebi iktidar partilerini birer birer deviriyor. Öfkeli seçmen pandemiyi yönetemeyen, yolsuzluğa, şiddete son veremeyen, barışı tesis edemeyen, toplumlarının makûs talihini değiştiremeyen iktidar partilerine "eh yeter artık" mesajını veriyor.
Son üç sene içinde Latin Amerika'nın 12 farklı ülkesinde başkanlık seçimleri yapıldı. Bunların arasında adil ve özgür seçim kriterlerine uygun olduğu kabul edilen 10 seçimden 7'sini sol parti ve adaylar kazandı.
Bu sefer sarkaç sağdan sola kayıyor. Sarkacın hareketi kırk yıldır hüküm süren neoliberal politikaların reddine mi işaret ediyor, yoksa sadece iktidara alternatif arayışı mı, bunu zamanla göreceğiz. Şimdilik gözlemleyebildiğimiz eğilim, bariz bir iktisadi ve siyasi dönüşümü vaat eden siyasi hareketlerin yaygın destek görmesi.
Yeni sol dalga, bundan yaklaşık yirmi yıl öncesini çağrıştırıyor. 1999'da Venezuela ile başlayıp, Şili, Brezilya, Arjantin, Bolivya ve Ekvator'la devam eden ve 'pembe dalga' diye tabir edilen bu süreçte Latin Amerika'nın pek çok ülkesinde peş peşe sol tandanslı partiler iktidara gelmişti.
2020'lerin sol dalgasının ortak bir rengi ve paradigması yok. Hatta, kendisine sol diyen bazı partilerin gerçekten sol olup olmadığına dair şüphe de çok. Bunlardan bazılarının demokrasiye ve kurumlarına tahammülü yok. Otoriter, tek-adam/tek-kadıncı damarları güçlü. Bazıları dine sarılmış, ruhâni mesajlar veriyor. Bazıları ise çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü demokrasiye sahip çıkıyor, ya da onu yerleştirme sözü veriyor. Bunların yanı sıra, bu partiler iktisat politikalarında da ayrışıyorlar.
Meksika'dan Arjantin'e, Peru'dan Şili'ye, Bolivya'dan Kosta Rika'ya pek çok ülkeyi etkisi altına alan bu yeni dalganın bariz birkaç özelliği var. Birincisi, 2000'lerde olduğundan da fazla rengi ve tonu içinde barındırması. İkincisi, çapının pembe dalganın çapından çok daha geniş olması. Üçüncüsü ise, şimdiye kadar hiç sol iktidar yüzü görmemiş, muhafazakâr sağ damarı alabildiğince güçlü Kolombiya gibi ülkeleri bile içine alma ihtimalinin yüksek olması.
Şöyle bir göz atalım neler oluyor Latin Amerika'da ve öncelikle Kolombiya'da..
Latin Amerika'da sağın kalesi Kolombiya'da 29 Mayıs günü yapılan Başkanlık seçimlerinin ilk turunda İnsanca Kolombiya'nın[1] adayı Senatör Gustavo Petro oyların yüzde 40.3'ünü aldı. Böylece Kolombiya'da ilk kez bir sol hükümet ihtimali belirdi. İkinci tur seçimler 19 Haziran'da yapılacak. Petro'nun rakibi, Trump'ın Kolombiya'da vücut bulmuş hali, bağımsız sağ popülist Rodolfo Hernández.
Seçim öncesi anket sonuçları, Gustavo Petro'nun ilk turun lideri olacağını zaten işaret ediyordu. Pek çok ankette, ikinci sırada Federico Gutiérrez, namıdiğer Fico vardı. 20 yıldır sadece iktidarı değil, aynı zamanda kurumları da ele geçirmiş ve toplumu kutuplaştırmış olan Uribeciliğin, yani statükonun adayı olan Fico, oyların yüzde 24'ünü alarak birinci turdan üçüncü olarak çıktı, yani elendi. Seçimin sürprizi, müesses nizamın dışından gelen ve oyların yüzde 28'ini alarak seçimden ikinci tura kalan Hernández'di.
Taban tabana zıt ideolojik duruşlarına rağmen, Petro ve Hernández'in ortak bir yanı var. Her ikisi de Uribeciliği tarihe gömmek istiyor. 2002-2010'da başkanlık yapan Álvaro Uribe'nin adından türeyen Uribecilik, neoliberal, güvenlikçi, korporatist, sağ ve aşırı sağı tekeline alan ve büyük yolsuzluk skandallarıyla anılan, kendisini Demokratik Merkez olarak addetse de, merkezden epey uzakta olan bir siyasi oluşum.
İlk turda sağın bölünmüş olması işine yaradı Petro'nun. Ama ikinci turda işler tam tersine dönüyor. Tarihsel olarak sol korkusunun egemen olduğu Kolombiya'da, Petro'nun zaferinin ardından sağ kenetlendi ve Uribeci Fico, Hernández'i destekleyeceğini açıkladı. İkinci tur, ilk turda sandığa gitmeyen yüzde 45'lik kesimi bu iki adaydan hangisi sandığa götürebilir, burada kilitleniyor.
Eski Bogotá Belediye Başkanı (2012-2018), ekonomist ve gençliğinde gerilla saflarında yer almış olan Petro, 2010 ve 2018'de de başkanlık yarışına katılmıştı. Bu sefer ne yaptı da ilk turda -51 milyonluk ülkede- 8.5 milyon seçmeni ikna etti, bunu biraz irdeleyelim.
Petro'nun ilk turdaki başarısının ardında birbirinden farklı ve daha önce bir araya gelmemiş grupları bir araya getiren ve "Tarihi Anlaşma" adını alan geniş bir ittifak kurmuş olması yatıyor. Zamanla daha önceki yalnız profilinden uzaklaşıp, kapsayıcı bir hareketin liderine dönüşmesi ve kapsamlı bir sol program oluşturmuş olması kilit etmenler.
Daha adil gelir dağılımının yanı sıra, iklim krizi, biyolojik çeşitlilik, ekolojik sürdürülebilirlik Petro'nun programının ana hatlarını oluşturuyor. Program, sosyal adaletin iklim politikası olmadan sağlanamayacağını, toplumsal cinsiyet eşitliği ve azınlık hakları çözülmeden gerçek demokrasiye erişilemeyeceğini vurguluyor.
Solun tarihi seçim başarısının köşe taşlarından biri, eski soldan farklılaşan bir iklim politikası platformu inşa etmiş ve içine biyoçeşitliliği koruma programını yerleştirmiş olması. Kolombiya, Brezilya'nın ardından dünyanın biyoçeşitliliği en zengin ikinci ülkesi.
Petro'nun önceleri radikal sola yakın olan çizgisi zamanla merkez sola, "sosyal demokrat piyasa ekonomisi"ne kayıyor. Ancak, programının içeriğine baktığınızda merkezden sapan bazı öğelerle, birbiriyle çelişebilecek ya da gerçekleştirilmesi bugünün şartlarında hayli güç olan bazı politika önerilerini görmeniz mümkün.[2] Petro, özel mülkiyet haklarının korunmasına sonuna kadar sahip çıkacağını söylüyor. Aynı zamanda, "Toprak reformu olmazsa olmazımız; bakınız Güney Kore de yapmıştı, nasıl da gelişti" diye ekliyor.
Kolombiya'da toprak reformunun siyasi ve toplumsal önemi büyük. 2016 yılında hükümetle Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) arasında imzalanan anlaşmanın ve bu anlaşmanın ön ayak olduğu barış sürecinin kilit noktalarından biri toprak reformu. 1960'lardan itibaren 260 bin Kolombiyalının canına mal olan silahlı çatışmanın Barış Anlaşması'yla sona erdiği düşünülürken, süreç çoktan tökezledi.
Kolombiya'da halk, şimdiye kadar pek az yol alan bu sürece inancını yitirmiş durumda. Halkın demokrasiye ve kurumlara güveni de çok düşük. Latinobarometro'ya göre, halkın sadece yüzde 18'i Kolombiya'da demokrasinin işleyişinden tatmin olduğunu belirtiyor.[3] Edelman Güven Endeksi'ne göre ise, Kolombiyalıların en az güvendiği kurum hükümet.[4]
Demokrasiye inancı ve sallantıda olan barış sürecini canlandırmaya azimli görünen Gustavo Petro, "Barış gelmeden halkı ne kurumların meşruiyetine, ne de demokrasiye inandırabilirsiniz" diyor.
Bu bağlantıda 'sadece hakikât' adında bir 'barış şarkısı' var. Diyor ki, "Gerçek/hakikât yoksa ne adalet gelir, ne de yaralar sarılır."
Kolombiya'da Tarihi Anlaşma'nın başarısının arkasında en az Gustavo Petro kadar önemli bir kişi daha var. O da Başkan Yardımcısı adayı Francia Márquez. Ülkenin güneybatısında unutulmuş, kendi deyimiyle 'yok sayılmış' bir bölgeden geliyor Márquez.
Yüzyıllardır sınıfla ırkın kol kola yürüdüğü, ırkçılığın, ayrımcılığın normalleştirildiği bir toplumda Márquez siyahi bir kadın. 'Siyahi olmanın utanç sayıldığı' bir ülkede, 'siyahi olmaktan gurur duyduğunu' söylüyor Márquez. Siyasette çok yeni, ama çocukluğundan beri özünde zaten siyasi olan toplumsal hareketlerin, özellikle de ekolojik aktivizmin ve feminizmin içinde. Büyüdüğü Suárez'de altın ararken nehirleri civayla zehirleyen maden devlerine karşı mücadele vermiş. Bu hareketin izleğini İnsanca Kolombiya'nın ekoloji ekseninde görmek mümkün.
Márquez avukat. Hukuk fakültesinde okurken gündelikçi temizlik emekçisi olarak çalışmış. Müesses nizamın tahammül edemeyeceği pek çok ötekiyi birden temsil ediyor. Petro gibi pek çok tehdide maruz kalan Márquez, ailesinin can sağlığından endişelenip iki küçük çocuğunu seçimler öncesinde Kolombiya'dan göndermiş. Márquez, ikinci tur için özellikle kırsaldaki kadınları sandığa götürmeye çalışıyor. Mesajı, "Onurlu yaşam için, doğayla uyumlu yaşamak için değişim."
Uluslararası piyasalar ve oyuncuları, Petro ve Márquez'in iddialı politika önerilerine karşı temkinli, hatta tepkili. Onlarsa ısrarla "Korkmayın benden, öyle köktenci bir dönüşüm değil önerdiğim şey, yabancı yatırımcıya da düşman değilim, yerliye de. Malınızı mülkünüzü de asla kamulaştırmayacağım" diyorlar. Elbette, en önemli endişeleri sermaye kaçışı, ya da gelecek sermayenin işkillenip ya yatırımı ertelemesi, ya da gelmekten vazgeçmesi.
Bundan tam 20 yıl önce Brezilya'da da benzer şeyler yaşanmıştı. İşçi Partili Lula da Silva başkanlık seçimleri öncesinde pek çok ankette önde giderken, yedi düvele ilan etmişti, "Solcuyum, yıllardır sermaye karşıtı çok şey söyledim, ama kapitalizme çok da sataşmayacağım... Yabancı yatırıma dokunmayacağım, kamulaştırmayacağım" diye haykırmıştı. Ve aslında sözünün de arkasında durmuştu. İktidara gelince korkulanı yapmamış, ortodoks iktisat politikasından pek sapmamıştı. Sosyal demokrat duruşu uluslararası finans çevrelerinde takdirle karşılanmıştı.
Petro'nun ekonomi programının en çarpıcı önerilerinden biri Kolombiya'yı karbonsuzlaştırmak. Toprak reformunun yanı sıra Petro'nun programının en çok tepki çeken bölümü. Program, petrol aramaya ve hidrolik çatlatmaya ('fracking') son vermeyi hedefliyor. Bu uluslararası piyasaları ve yatırımcıları endişelendirirken, İnsanca Kolombiya'nın çevreci aktivistlerini heyecanlandırıyor.
Kolombiya'nın ilk beş ihracat kalemi petrol (ham ve rafine), kömür, altın ve kahve. Petrol ve kömür ihracat gelirlerinin yarısından fazlasını oluşturuyor. Ancak, enerji krizinin derinleştiği, fiyatların katlandığı bu dönemde ve dış borçlar da göz önüne alındığında, ülkenin en önemli döviz gelirine sırt çevirmek ne kadar mümkün? Program, petrol ve kömür yerine, turizm gelirini koymayı öneriyor. Kolombiya'nın muazzam bir turizm potansiyeli olduğu doğru. Ama, marifet, güvenlik endişesini bertaraf edip Kolombiya'ya gidecek -yani petrolün ikamesi olacak- turisti çekebilmekte.
Merkez sağdan Petro'nun kadrosuna seçimlerin ilk turundan sonra transfer olan eski Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Bakanı (ve merkez sağdan Başkan Yardımcısı adayı) Luis Murillo da bu hedefi sahipleniyor. Murillo da Márquez gibi siyahi. Moskova'da okumuş, Washington'da çalışmış bir maden mühendisi. Murillo'nun İnsanca Kolombiya'nın safına katılmış olması iklim politikasını öncelik sayan genç seçmene olduğu kadar, merkez-sağ seçmene de önemli bir mesaj.
Eğer ikinci turda da galip çıkar da iktidara gelirse bu sözlerin arkasında durabilecek mi İnsanca Kolombiya? Epey anakronik biçimde yarım yüzyıl öncesinin Asya Kaplanlarına öykünerek detaylandırdığı sanayi politikalarını uygulayabilecek mi? Büyük toprak sahiplerini karşısına alıp reform yapabilecek mi?
Ve tam da küresel piyasaların savaş, pandemi ve stagflasyonla çalkalandığı bu dönemde bütün bunları nasıl yapacaklar ve yapamazlarsa Kolombiya'yı nasıl toplumsal çalkantılar bekliyor, asıl soru sanki burada.
Sadece Kolombiya'da değil, Latin Amerika'nın her yerinde yeni sol dalganın işi zor. Bu dalgada iktidara gelen sol partiler, 2000'lerde küresel piyasalardaki likidite bolluğu ve emtianın altın çağında iktidara gelen sol hükümetlerin şansına sahip değiller. Yoksulluğun nistepen azaldığı, orta sınıfın nispeten genişlediği, sosyal adalete ve demokratik konsolidasyona dair umudun filizlendiği yıllardı onlar.
Her zaman krizler toplumsal ve siyasi dönüşümler için bir fırsat penceresi hâline gelebiliyor. Ancak, maalesef her dönüşüm daha iyiyi getirmiyor.
Bu ağır yazıdan sonra, müzikle hafiflemek lazım. Afro, yerli ve İspanyol müzik kültürlerinin melezi Kolombiya, memleketim şarkısı ile bitireyim. Belki, Kolombiya turizmine de katkım olur.
[1] İspanyolcası 'Colombia Humana'. Amatör çevirim affola.
[2] https://gustavopetro.co/programa-de-gobierno/
[3] 2020'de yapılan anketin sonuçları. https://www.latinobarometro.org/latOnline.jsp