Gözlüklü, kısa boylu, şalvarlı, köylü kadın, bastonunu yan yana duvar halinde duran kalın plexiglas kalkanlara vuruyordu. Jandarma çaresizdi. Köylü adamları ve genç kadınları ittirmişler, yerlere düşürmüşlerdi ama anneanneleri yaşındaki bu kadına dokunamıyorlardı. Özel imalat şeffaf kalkanlar yaklaşık 150 cm uzunluğunda 60 cm eninde idi. 30 civarında jandarma yan yana bütün bir yolu kaplıyor, ritmik küçük adımlar ile önlerine gelen insanları itiyor bazen yere düşürüyor, -belki de yanlışlıkla- postal ile darp da ediyorlardı. Gece yarısı her kafadan bir ses çıkıyor, “kadın yere düştü!!” “yapmayın!!” “Asker vatandaşın yanında olmalı!!” sesleri yankılanıyordu. Köylü, bir yandan bu “insan dozerine” karşı durmaya çalışıyor bir yandan da “Allahu ekber, Allahu ekber Velillahil hamd” diye salavat getiriyordu. (Türkçesi nedir diye baktım; “Allah büyüktür ve ona teşekkür ederim!” demekmiş. Herhalde köylü de benim gibi manasını bilmeden “dini bir itiraz” da olsun istemiş, çünkü ortada pek şükr ve hamd edilecek bir durum yoktu... Ancak jandarmanın alışılagelmiş sertlikte pek olmadığı görülüyordu.
Bütün resim; Asteriksin köyüne baskına gelen Roma lejyon askerleri ile Galyalıların mücadelesini andırıyordu;ancak bu sahici idi ve komik bir durum değildi. Vatandaş ile göz bebeğimiz dediğimiz, ayağına taş değsin istemediğimiz kolluk güçlerinin bu tarzda karşı karşıya geldiğini ben ilk defa gördüm.
Konu şu; Aydın’ın Köşk ilçesinin Meze Köyü'nde (yeni moda adı ile Mezeköy Mahallesi- Köyler mahalle oldu malum?? Niye ise?) Bir şirket, EFENDİ JEOTERMAL TARIM, OTO KİRALAMA ŞİRKETİ (Ltd. mi, AŞ mi öğrenemedim), Jeotermal enerji arayacak sondaj kuyusu açacak. Feesible bulunursa enerji yatırımı yapılacak. (Ciddi olarak takip edeceğim; bakalım ne yapacaklar!)
Nisan ayında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile “Acele Kamulaştırma” kararı alınıyor, ÇED gerekmez raporu alınıyor, ve köylüye "15 gün içinde arazilerinizden çıkın" diye tebligat yapılıyor.
Köylü, ziraat mühendisler odası ile birlikte iptal ve yürütmeyi durdurma dahil her türlü davayı açıyorlar.
Yani “ADALET MÜLKÜN TEMELİ” idi ya; atalardan dedelerden kalan MÜLKLERİ için adalete baş vuruyorlar.
Ancak 'ADALET'i Türk Devleti'nin Aydın vilayetinde şahsen temsil eden Vali, gece vakti, jandarmayı köye yolluyor; tarif etmeğe çalıştığım olaylar oluyor. “İşgalci!!” köylüler sabaha kadar “gözaltında” tutuluyor, ellerinden “kimse beni darp etmedi” imzalı yazılar alınıp serbest bırakılıyor.
Köylülerin avukatı savcıya “imdat!” demek için ulaşmış. Savcı telefonu yüzüne kapatmış! Sonunda kaymakam da köye giriş-çıkış’ı kapatıyor. Niye? Çünkü ilk düğme yanlış iliklenmiş!!
Yapılan röportajlarda jandarmanın Vali emri ile yollandığı söyleniyor. Hemen işaret etmeliyim; ben de Vali olsam bende aynısını yaparım. Şunu bilmemiz lazım; VALİ bir vilayetin CEO’sudur; yani Chief Executive Officer; yani baş uygulayıcı memur; yönetim kurulu başkanı değil; onlar Ankara'da oturuyor..
Vali kaça sattığın, kaça aldığın ile uğraşmaz; jeotermal araştırma nedir diye uğraşmaz. Bir bakanlık (Muhtemelen Enerji Bakanlığı) bir ihale açar; vali uygular.
İşte burası zurnanın zırt dediği yer; benim bildiğim su sondajı için (bir kamyonun arkasında kule ve toprak delgi aleti) en çok birkaç yüz m2 alan gerek. Kaç dönüm için ihaleye çıkılmış?
Jeotermal su yeterli olmaz ise ne olacak? Herkesi memnun etmenin bir yolu yok mu? Köylüler hem riske hem kâra ortak edilemez mi? İlla kavga, ya da jeotermal diye arazi alıp üstüne turistik otel inşa eden yatırımcı mı yaratacağız? İhaleyi hazırlayanlar Ziraat Mühendisleri Odası ile kaç gün çalıştı?
Bahsi geçen alanlar (kaç dönüm öğrenemedim) sulak tarım arazisi ve zeytinlik, güya başka hiçbir iş yapılamaz.
Hiç kimsenin aklına “bu işi vali ve sivil topluma bırakalım!” demek gelmiyor. Öyle bir refleksimiz yok.
Bir mühendis olarak söylüyorum; ihale hazırlayan ey bakanlık teknik çalışanları maaşınızı hak edin. Herkesin birden memnun olması sizin becerinizi; var olan durum ise BECERİKSİZLİĞİNİZİ gösterir. Bir söz de gazeteci dostlara sizde maaşınızı hak edin; doğruyu yazın, muhalifi “Vali emir vermiş!!” iktidar yanlısı “Köye gelen dış güçler!!” diyor. Yeter kardeşim. Ayıptır. Çalışın, sahici bilgi verin.
Bu olay, benim bildiğim devlet-vatandaş arasında mülke ve adalete dair ilk “mana verilemez” olay değil. Rahmetli dedelerim Balkan Harbi'nde, Bosna’dan yağ tenekeleri içinde kaçırdıkları altınlar ile, yerleştirildikleri Karamürsel’de büyük bir çiftlik almışlar.
Çiftliğin bir uç bölümüne de çiftlik çalışanları yerleştirilmiş. Zaman içinde o alan bir köye dönüşmüş. Rahmetli annem yıllarca elinde tapular ile mahkemelerde dolaştı. En sonunda aynı zamanda dostluk ettiği bir hâkim; “Muazzez Hanım boşuna uğraşma, ben 1 yıl sonra tayin oluyorum, senin davanı 1 yıl daha uzatacağım, ve gideceğim; yerime tayin edilen arkadaşım da aynısını yapacak”!! demişti. O yıllarda CHP’nin toprak reformu ve ”Demokrat Parti'yi doğuran 4'lü takrir olayı” daha hafızalarda idi.
Annem de araziyi köylülere (hakları olmadıkları halde) bağışlamıştı. Bu olay Mezeköy’ün tam tersi gibi görünüyor ama neticede, öyle ya da böyle; devlet kendi koyduğu kurala uymuyor. Bahane hiçbir zaman anlamadığım “Kamu yararı!”.
Bizzat yıllar önce herkes gibi “köy senedi” ile satın aldığım, tapusunu çıkarttığım, vergisini ödediğim bir arsanın birden yeşil alan yapıldığını öğrendim. Sonunda bana gayet veciz! Bir akıl verdiler; "kardeşim kadastro haber vermez!”
Bir başka kadim dostum büyücek bir arsa aldı; üzerine büyük ve modern bir tersane kuracak; birdenbire belediye “18’inci madde” uyarınca dostuma 300 m2. Arsası olan yaşlı bir hanımı “ortak” yaptı. Tersaneden vazgeçti, ciddi zarar etti.
Size yaşadığım bunlara benzer, bir ATADAN KALAN MÜLK olayı anlatacağım; ancak bu defa ülkemizde değil..
İş icabı İngiltere'ye sık gidip geldiğim yıllarda mühendis çalışanım Dick Archer ile Londra’dan M26'yı kullanarak Kent’e gidiyorduk.
İyi bak dediği yerde otoyol ikiye ayrılıyor; ortada bir arazi ve ev görünüyor, 1 kilometre filan sonra birleşiyordu.!
M26 (26 numaralı otoyol) Londra başta olmak üzere güney ve orta İngiltere ile Manş limanlarının bulunduğu Kent ilçesi arasındaki seyrüseferi sağlıyor.
Tüm Birleşik Krallık otoyolları gibi, son derece muntazam işleyen, nerede ise bir noktadan ötekine tren dakikliği ile gidebildiğiniz otoyollardan biri.
Otoyolun planlaması 1944 de başlıyor. 1976’da kamulaştırmalar bitiyor ve inşasına başlanıyor; ancak Londra’daki M25’den itibaren başlanmasına rağmen çözülmemiş bir konu var.
M26’nın geçeceği güzergahta, Huddersfield yakınlarında, Yorkshire bulunan Stott Hall Çiftliği’nin sahibi Ken Wild ve Karısı Beth, arazisini satmamakta direniyor. İdare çok para verse de kabul etmiyor.
Çiftlik evince doğduğunu, bu ev ve çiftliğin 1700'lerde ataları tarafından yapıldığını ve İngiltere'nin akıllı insanlarının herkesi memnun edecek bir çözüm bulması gerektiğini söylüyor!.
Plancılar oturuyor, planlar yenileniyor, ve çiftlik tam otoyol gidiş ve dönüş kulvarları arasında bırakılarak tamamlanırken, Ken, idareye gidiyor ve “Birileri evimin etrafına otoyol yaptı; evime gidemiyorum!” deyince, bu defa çiftlik için özel bir giriş-çıkış ve yol yapılıyor.
Otoyol açılınca Ken yine geliyor ve “çok gürültü var uyuyamıyorum!!” deyince bu defa ses kesiciler yerleştiriliyor..!!
Bu hikâyede aslında küçük bir “resmi aldatmaca” var; çünkü otoyol yapılırken, çiftliğin hemen yanında bir fay olduğu anlaşılıyor ve onun için yol ikiye ayrılıyor.
Ancak, bizim Dick’in inancı, İngiliz hükümetinin dünyaya gösteriş yapmak için Ken Wild hikâyesine bu fayı karıştırmadıkları yönünde. Hatta bu konuda bir film bile yapılmış.
Hadi bakalım kime kızalım şimdi?