İstanbul eski ve yeni karşılaştırmalı fotoğraflarını görünce, yoğun ve yüksek katlı yapılaşma ve tarihi dokuya verilen zararlar bakımından aşağıda yer alan gözlemlerimi yazma ihtiyacı duydum. Şehirleşme ve İstanbul üzerine biraz konuşalım istedim.
Bana göre İstanbul dünyanın tartışmasız en güzel şehridir. Şair öylesine sevmiş ki, bir sengine bütün acem mülkünü feda etmiş.
Hem coğrafi açıdan hem de tarihi bakımından İstanbul ile dünyada kıyaslanabilecek başka bir şehir yoktur. Peki tarihi ve coğrafi zenginliğinin farkında mıyız ve onu gereğince koruyabiliyor muyuz? Gerçi İstanbul her şeye dayanacak güçte ve güzelliktedir. Tevfik Fikret boşuna, ey bin kocadan arda kalan bakire, dememiş.
İyi planlanmamış ve iyi yapılaşmamış şehirlere sahibiz. İstanbul da bundan fazlasıyla nasibini almış bir şehir. Dönüşüm projeleri ile şehirlerimizi daha medeni daha yaşanılır kılabilir miyiz derken yapılan uygulamaları görünce iyice umudumuzu kaybeder hale geliyoruz. Örnek mi? Fikirtepe, Ataşehir ve daha pek çok yapılaşma alanı...
Yüksek katlı bina yapmak sanki iyi kentleşmek ve medenileşmek olarak algılanıyor. İnsanlara ve hayvanlara daha çok yeşil alan ayrılması gerekirken mevcut yeşil alanlar imara açılabiliyor, bunların sonucunda kent yaşamı çekilmez olmaya devam ediyor. Yoğun yapılaşmanın trafikte yarattığı tahribat ise medeni ilişkiler kurulmasını imkânsızlaştırıyor.
Dünyada birçok örneği olan güzel ve yaşanılır şehirler kuramayacak mıyız? Medeniyet kökü itibariyle de şehirleşmekten geliyor. Bu kadar kötü yapılaşmış şehirlerle medeniyetimize zarar vermekte olduğumuzun farkında mıyız?
İstanbul'un tarihi dokusunu fırsat buldukça gezenlerdenim. En büyük servetimiz olan tarihi dokuya sanki zarar vermek, onu yok etmek eğilimimiz var. Örnek mi? Ayvansaray'da Anemas zindanlarının tam önüne, neredeyse Theodosius surlarıyla bitişik, Emevilerin fetih girişiminden kalan sahabe kabirlerinin de hemen yanına yapılan otel ve konut sitesini anlamak mümkün değildir. Bunlara Fatih Belediyesi ve Koruma Kurullarınca nasıl izin verilebilmiştir?
Daha önce yine Suriçi’nde Sulukule de yoğun bir yapılaşma yoluna gidilmişti. Romalılardan ve Osmanlıdan bize miras Roman kültürünü o mahalleden kaldırdık da daha iyi bir mahalle mi yarattık? Tam surun dibine ve dünyalar güzeli Mihrimah Sultan Camii'nin hemen bitişiğine yoğun bir yapılaşmaya izin verdik.
Aynı şekilde metro köprü geçişi ile neden İstanbul'un tarihi dokusuna ve büyük Mimar Sinan'ın eserleri olan Süleymaniye Camii'nin siluetine, Sokullu Mehmet Paşa Camii'ne ve Hamam'a zarar verilebileceği dikkate alınmamıştır. Boğazın altından avrasya tüneliyle geçebilecek imkânlarımız varken neden Haliç’te bu yapıl(a)mamıştır? Tarihe ve medeniyetimize ancak bu hassasiyetleri daha çok taşıyarak sahip çıkabiliriz.
Mimar Sinan'ın eserlerinin etrafında dolaştığını, benim medeniyetimin nesilleri böyle şehirlerde mi yaşayacaktı, böyle mi benim eserlerimi koruyacaktı, dediğini duyar gibiyim. Michelangelo ile karşılaştırılan Mimar Sinan'ın tarihin ve medeniyetimizin gördüğü en büyük değerlerden ve dahilerden biri olduğunu unutmayalım. Kıymetini bilelim.
Peki kamu böyle de özel sektör farklı mı? Bileşik kaplar misali. Yok aslında birbirimizden farkımız.
Haliç gibi bir dünya güzelliğinin üzerine yapılan köprüye bakar mısınız? Bakamazsınız, çünkü insan o çirkinliğe bakmak istemez. Bu projeyi yanılmıyorsam STFA yapmıştı. Bir de ona Türkiye'nin ilk büyük ve önemli mühendislik şirketlerinden biri derler. Buna inanabilmek isterdim. Bu projede yer alan bir şirket böyle bir payeyi hak ediyor mu? Dünyanın en güzel gerdanına (boğazına) böyle bir kolye mi takılır?
İsfahan'da Zayende Rud nehri üzerinde yer alan köprüler birer dünya harikası, ne kadar güzel tasarlanmış, rekreasyon alanları ile şehirle nasıl da güzel bütünleşmiş. Var mı Haliç'in üzerinde? Biz neden yapamıyoruz?
İkincisi, Koç grubuna ait Sütlüce'de yer alan Arçelik binasının dış cephesi. Türkiye’nin en büyük topluluğuna Haliç gibi dünya harikası bir yere dış cephesi tarihi dokuyla uyumsuz böyle bir binayı yapmak yakışıyor mu?
Okmeydanı’ndan Atatürk köprüsüne inerken hemen sol kol üst kısımda yer alan bir tarihi sinagogun neredeyse kimliğinden soyutlanarak dönüştürüldüğünü ve yanına yapılan dış cephesi camekanlı bir binayla birlikte Beyoğlu Belediyesi Çıksalın Semt Konağı olarak adlandırıldığını görürsünüz. Camekanlı yeni bina sinagogla apartmanlar arasına yer alan boşluğa o kadar sıkış sıkış yapılmış ki, hem o apartmanlarda yaşayan mahalle sakinleri hem de sinagog nefes alamaz hale gelmiştir.
Abartmıyorum yanına gitmeseniz de yoldan geçerken bakabilirsiniz. Başka türlü semt konağı yapamıyor muyuz, bir sinagogun tarihi ve mimari anlamından bu kadar koparılmasına ihtiyacımız mı var?
Bir Sultan II.Abdülhamid Han zamanında bile, yapımı 1895 yılına tarihlenen "Darülaceze"de inşa edilen hoşgörüye bakın, bir de şimdi zamanımızda sinagogun başına gelene. Nerden nereye.
Darülaceze binasını ziyaret etmeyenlere görmelerini öneririm. Bir taraftan orada yaşayan insanların dramına (kaderine) şahit olmanın insanı nasıl başka diyarlara taşıdığını hissederken, diğer yandan da içinde yer alan cami, kilise ve sinagog üçlemesinin nasıl bir hoşgörüyü temsil ettiğine güzel bir mimari içinde şahitlik edersiniz.
Başka bir örnek verelim. Yerinde bulunan saray ahırları ve dinlenme köşkü ihya edilecek yerde Dolmabahçe'ye Beşiktaş stadyumunun tekrar yapılmasını anlamak mümkün değil. Hem Dolmabahçe Sarayına ve yine Balyan Kardeşler tarafından yapılmış olan Bezm-i Alem Valide Sultan Camii'ne zarar verebileceği hem de şehrin göbeğine taşınan insan seli nedeniyle trafiği kilitleyeceği neden öngörülememiş veya dikkate alınmamıştır?
Üstelik bu stat kamu kaynaklarıyla nasıl yapılabilmiştir? Viyana'da saray ahırları müze yapılarak korunurken bir de biz de yapılanlara bakar mısınız? Hiç dilimizden düşürmediğimiz tarihimize ve medeniyetimize böyle mi sahip çıkıyoruz?
Zaten Stadın hemen üst tarafı da bildiğiniz üzere daha önce özel sektörümüz tarafından "Süzer Plaza" ile taçlandırılmıştı(!) Kamu ve özel yarış halinde ne güzel. Her yanlış ve sonuçları düşünmeden atılan adımla sadece silueti değil kimyası da bozulan İstanbul'un sanki "boğaz"ı sıkılmakta ve nefes alamaz hâle getirilmektedir.
Kamu kaynaklarıyla veya vergi gelirleriyle neden stadyum yapıldığını anlayabilmiş değilim. Sanki İstanbul'da insanların toplu taşım-metro ihyaçları karşılanmış, metro yatırımları tamamlanmış da sıra özel spor kulüplerinin stadyum ihtiyaçları karşılanmasına mı gelmiştir?
Yine her nedense kamu kaynaklarıyla yapılan yeni Ali Sami Yen stadyumu şehir dışına taşınırken Beşiktaş stadyumu niye taşın(a)mamıştır. Hoş taşınan stadın ve eski tekel binasının yerine yapılanları görünce insanın sıtmaya razı olası geliyor.
Taşınan stadyumun yerine "güzide" özel sektör firmalarımızca yapılan yoğun ve yüksek yapılarla neredeyse "kuş kondurulmak" suretiyle arşa merdiven dayanmıştır. Burada yer alan tarihi tekel binasının kimliği güya korundu, öyle mi?
Burası buna çok ihtiyacı olan Mecidiyeköy için neden yeşil alan olarak ayrıl(a)mamıştır? Meydanda bulunan neredeyse tek yeşil alan ise yol olarak kamulaştırmalardan arda kalan gayrimüslim mezarlığıdır. Bu mezarlık alanı ile Pangaltı'ndaki Latin mezarlığını gezmenizi tavsiye ederim. Mimari bakımdan görülmeye değer eserlere sahiptirler.
İstanbul dünyanın incisidir, kıymetini bilelim. Üç büyük medeniyetin abide eserlerine ev sahipliği yapmakta olduğunun her gün farkına varalım. Pagan kültürünün, Hristiyanlık’ın ve İslam’ın abidevi eserlerini koynunda muhafaza etmesine izin verelim. Çünkü bunlar sadece bize değil, gerçekten insanlığa miras eserlerdir. Bunları korumak ve insanlığın gelecek nesillerine aktarmak sorumluluğumuz vardır.
Dünyanın en güzel camileri burada olduğu gibi en güzel kiliseleri de buradadır. Bütün Yunanistan'da (hatta Avrupa da) İstanbul'da olduğu kadar güzel kiliseler yoktur. Ayasofya ile hangi kilise kıyaslanabilir?
Geçim yönünden bakıldığında da rasyonel akıl, bu şehirdeki tarihi dokuyu korumamız gerektiğini söyler. 20 milyonluk bu şehir sadece turizmden hayatını kazanabilir. Tarih ve doğal güzellik yönünden Paris'in İstanbul'un yanında esamesi okunamaz, ama İstanbul'un yaklaşık beş katından fazla turist ağırlıyor.
İstanbul bize bu dünyada bahşedilen cennettir. İki denizde kıyılarını sergileyen, iki kıtayı muhteşem bir boğazla birbirine kavuşturan, Haliç gibi olağanüstü körfezi bir yavru gibi koynunda sakinleştiren, üç büyük medeniyetin tarihi eserlerini gururla sergileyen böyle bir güzellik gerçekten başka nasıl isimlendirilebilir? Onu gözümüz gibi sakınalım.
Kıymetini bilmememize ve yanlış şehirleşmemize inat bir çok tarihi ve doğal mekanı hâlâ cennet olan İstanbul için, umarım "mekanı cennet olsun" demek durumunda kalmayız.