Uzun süredir yoktum. Bu bekleyiş uzun sürdü. Uzun gecelerde, uykusuz geçen zamanların ardından testler, terapi seansları, yükselen ve alçalan ruh halleri, anksiyete…
Ve tanı konuldu.
"Depresyon" dediğim, atak nöbetleriyle uyandığım, çözümünü bilemediğim, gecelerimi, uykularımı, duygularımı sömüren şeyin adı "Hipertiroid" idi.
Tanı konuldu.
Bedenimi, aklımı, hayatımı ele geçiren bu hastalıkla mücadele başlamıştı artık. Bu daha başlangıçtı mücadeleye devamdı.
Hayat ciddi bir şeydi. Ertelemeye, teslim olmaya gelmiyordu. Ertelediğiniz, teslim olduğunuz şeyler gözünün yaşına bakmıyordu insanın.
Adımlar doğru seçilmeli, kendinize sımsıkı sarılmanız gerekiyordu. Tanı konulmuştu.
Elbette tanısı konulmamış başka hastalıklar da vardı hayatımızda. Bilirdik mücadele yöntemini.
Mesela hiç çekmediği bir film için bir kadını hapse tıkmak hangi hastalıktı? Giydiği kıyafetlerden dolayı bir kadını eleştirmek, bir başka kadının konserini iptal etmek hangi hastalıktı? Pınar Gültekin'in katiline 'haksız tahrik' indirimi hangi hastalığın sonucuydu?
İstanbul Üniversitesi'nde toplanıp "Ülkemizde sapıklık istemiyoruz" diye bağıran güruh nasıl bir hastalık yaşıyordu?
Giydiğiyle, sevdiğiyle, diliyle, kimliğiyle, yaşam biçimiyle, düşüncesiyle insanları cezalandırmak; hapse tıkmak, yasak koymak nasıl bir hastalıktı?
"Herkes benim gibi olmak zorunda; benim gibi giyinmek, benim gibi sevmek, sevişmek, benim dilimi konuşmak zorunda! Herkes benim inandıklarıma inanmak, benim tapındıklarıma tapınmak zorunda" düşüncesi ve yaptırımı nasıl bir hastalık?
Onur Haftası etkinliklerinin başladığı gün yasak çıkarmak, mekânları basmak, etkinlikleri engellemenin bir adı var mıydı?
Bu yıl "Direniş" temasıyla gerçekleşecek olan 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası etkinlikleri, 20 Haziran'da başlayacaktı. Pandemi dolayısıyla iki yıldır yüz yüze yapılamıyordu. İki yıl aradan sonra hem etkinliklere katılıp hem de görüşemediğimiz arkadaşlarımızla hasbihal edecektik.
Kuir edebiyattan HIV'e, şiddetsiz örgütlenmeden hayvan özgürlüğüne birçok konu konuşulacaktı. Pazartesi günü etkinliğin yapılacağı mekâna bir polis baskınıyla gelinip bütün etkinliklerin valilik tarafından yasaklandığı bildirildi.
Lubunya yılar mı bu baskından?! Bütün enkinlikleri online mecra'ya taşıdı.
Hipertriroid gibi bu hastalıkların da adını biliyorduk elbet. Mücadele etmeyi de. Hayat beklemeye gelmez. Bu hastalıkların tanısını hemen koyup, bir an önce kurtulmaya bakmalı.
Işıkları bozulmuş hastane tabelasını düşünün: Devlet hasta…
Temamız: Direniş
İçerdeki Duygular – Inner Feelings
"Tüm yalnızlıklarım içinde öteki yalnızları gördüm. Bir şehrin içinde birbirine bağlanmış bir sürü yalnızlık. Anlatmanın bir dili olmalıydı, kendim gibi anlatabileceğim bir dil. Fotoğraf bir amaç değil. Araç oldu…"
Bu sözler fotoğraf sanatçısı Üzüm Derin Solak'a ait. Onur Haftası kapsamında ilk kişisel fotoğraf sergisi 'İçerdeki Duygular – Inner Feeling', seyirciyle buluştu. Queer Trans Feminist Üzüm Derin Solak, liseye kadar yaşadığı Anadolu'dan sonra İstanbul'a gelerek Taksim'de başlıyor mücadelesine. Hem de çalışma hayatına.
Üzüm Derin Solak
Çeşitli alternatif mekânlarda çalışıyor, aynı zamanda araştırıyor, okuyor kendini geliştiriyor. Hem mücadele yöntemini hem kendisini hem de çevresini büyütüyor. Onu hem gecelerden tanıyorum hem de ağaran tan yerinden.
Üzüm'ün hayalleri büyük, fotoğraflarının bir hikâyesi var. Anlatmak istediği hikâyeler daha da büyük. Bu sergi Pride ayına özel, onun bizimle bir tanışma sergisi. Anlatmak istediklerinin sadece bir göz kırpması. Başka şehirlere gitmek başka hayatlara da karışmak istiyor. "Bu daha başlangıç" diyor yani.
Fotoğraflarını siyah beyaz çalışıyor. Siyah beyaz fotoğrafları zamansız buluyor. Geleneksel fotoğrafçılığı seviyor. Hem dünü hem bugünü içinde taşıyarak üretiyor çünkü. Fotoğraflarındaki modellerinde sadece fotoğrafçı ve model ilişkisi kurmuyor. Bir hayat ilişkisi kuruyor. İçinden çünkü. Hayatından.
Üzüm'ün fotoğraflarında her ne kadar kuir yaşamına dair bir yalnızlık varmış gibi görünse de bunun gücünü yüzümüze yansıtan, "Buradayım işte, sizin dünyanız dışında bana yer var" diyen bir isyan da var.
Bunu bir binanın çatı katında, bir yazmanın ardında, bir odanın içindeki kanepede görüyoruz. Dünyanın merkezinde ama hiçbir yerinde. Benim özellikle ilgimi çeken Üzüm'ün fotoğraflarında yazmayı kullanma biçimi. Kuirfem (kuir feminist) bir bakış açısıyla kullanma biçimi. Bir "kadın" simgesi olarak yazmayı, örtünme değil koruyan bir simge olarak kullanması.
Bugüne kadar kuirler ve translar genellikle cis heteroseksüel fotoğrafçılar tarafından fotoğraflandı çoğunlukla. Gece hayatında, arka sokaklarda, yaşam şekilleriyle kriminalize edilerek. Üzüm'ün fotoğrafları "Bunların dışındayım" diyor bize.
Elbette ki sanatın bir cinsiyeti yok ama benim için trans deneyime sahip bir kadının (Sanırım bu ülkede ilk defa olarak yapılıyor, dünyada var mı bilmiyorum?) gözünden kuir hayatları izlemek, dokunmak, bu hayatların içine girmek bu sergide dolaşıyor olmak Onur Haftası'nın en özel durumuydu. İçimizdendi, bize aitti. Yolu açık, üretimi bol olsun.
Sergi Vacilando Istanbul'da görülebilir. Vacilando İstanbul'a hem bu sergiye ev sahipliği yaptığı için hem de şahane vegan-vejetaryen lezzetleri için ayrıca teşekkürlerimi sunarım.
Happy Pride. Yürüyüşte görüşmek üzere.
Fotoğrafların tamamı Üzüm Derin Solak'a aittir.