Yapılan araştırmalar, Arap isyanlarının onuncu yılında, bu ülkelerdeki eşitsizliğin daha da arttığını, sorunların daha da kötüleştiğini ortaya koyuyor. Guardian-YouGov anketine göre, araştırma için seçilen sekiz ülkede (Sudan, Tunus, Cezayir, Irak, Mısır, Libya, Suriye, Yemen) yaşam koşulları 2010 yılına göre daha da kötüleşmiş durumda. Bunun en belirgin sonucu bölge halkının, çocuklarının geleceği konusunda çok daha kaygılı olduklarını söylemelerinden de anlaşılıyor. Öte yandan, araştırmaya göre bölge halklarının çoğunluğu, tüm yaşanan olumsuzluklara ve halen devam etmekte olan savaşlara rağmen, Arap Baharı'nın yaşanmış olmasından pişman olmadıklarını söylüyorlar.
17 Aralık 2010 yılında Tunus'ta üniversite mezunu işsiz bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlamıştı Arap isyanları. Tunuslu satıcı baştakilere sesini duyurmaya çalışarak yardım isterken, aslında umutsuzluk içinde, tek cevabın ölüm olduğuna inandığı bir çaresizliği simgeliyordu. İsyanı başlatan da bu çaresizlikle kendini özdeşleştiren bölge halklarının mevcut sisteme başkaldırması oldu. Tunus'ta başlayan demokrasi ve özgürlük hareketi hızla tüm Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yayıldı. Bir çok ülkede halk isyanları onlarca yıllık iktidarları yerinden etti, bazı ülkelerde çatışmalar savaşa dönüştü.
Orta Doğu'da jeopolitik bir devrim başladı. Bölgede, Birinci Dünya Savaşı ile kurulmuş olan eski devlet sisteminin sonuna geldiğine tanık olduk. Batılı devletler tarafından kuma çizilmiş olan sınırların geçerliliğini yitirdiğini, onca yıldan sonra halkların kendilerini Suriyeliden, Iraklıdan ziyade Şii, Sünni, Kürt olarak tanımlamaya devam ettiğini açıkça gördük. Bugün geriye baktığımızda, bu isyanı başlatan temel sebeplerin yerinde durduğunu görüyoruz. Acı bilanço ise hepimizin gözlerinin önünde.
Birçok isyana konu olan demokrasi ve refah talebi yerine getirilemedi. Mısır yeni bir isimle, ama yine otoriter bir yönetimle yoluna devam ediyor. Suriye, Libya, Yemen'de iç savaş sürüyor. Demokrasi, eşitlik, özgürlük umutlarına yaklaştıklarını hisseden bir çok ülke buna kavuşmayı başaramadı, devamını getiremedi. Bunda isyanların lidersiz oluşları kadar, teşkilatlanıp var olan siyasi rüzgarı devam ettirememeleri de yatıyor.
Arap Baharı'ndan çıkan en olumlu örnek halen sadece Tunus. Bölge ülkelerine oranla daha demokratik ve daha geniş bir özgürlüğün tadını çıkarabiliyor Tunuslular. Bu olumlu tabloya rağmen, yukarıda bahsettiğim araştırmaya göre Tunuslular, pandemi ile artan işsizlik ve ekonomik küçülmenin sancısını çekiyorlar.
Arap isyanları aynı zamanda baskıcı ve otoriter bildiğimiz rejimlerin kırılganlıklarını da ortaya çıkardı. Bu güç boşluğu her ne kadar IŞİD gibi devlet dışı terör örgütlerinin bölgeye musallat olmasıyla sonuçlanmış olsa da, hiçbir rejimin halkın talepleri karşısında dokunulmaz olmadığını gösterdi, isyan eden halka cesaret verdi. Bu bağlamda Siyasal İslam seküler otokrasiyle yönetilen halklar için bir alternatif oluşturdu.
Arap Baharı bölgede büyük bir değişimi daha getirdi. Arap ülkelerini birleştiren en güçlü tehdit unsuru olan İsrail'e bakış değişti. İran tehdidinden, Müslüman Kardeşler'in yükselişinden ve Siyasal İslam'dan rahatsızlık duyan Körfez ülkeleri, İsrail'i kendilerine yeni bir müttefik olarak tanımladılar. Trump'ın da desteğiyle, bölgede İsrail, Körfez ülkeleri ve Mısır'ı içine alan yeni bir denge oluştu. Bunun sonucu olarak dört Arap ülkesi son birkaç ay içinde İsrail ile gizli yürüttükleri ilişkilerini gün yüzüne çıkarmaya karar vererek, İsrail ile diplomatik ilişkiler başlatmaya karar verdiler.
Orta Doğu'daki bu büyük değişim komşusu Avrupa'yı da derinden etkiledi. Göç AB'nin ana gündemi ve tehdit algısı haline geldi. Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki istikrarsızlık büyüdükçe, ölümü göze alan binlerce kişi, sınırları geçerek, denizleri aşarak, güvenli bir yerde yeni bir hayat kurabilme umuduna sarıldı. AB'nin değerler birliği de, politikaları da bu yükselen göç dalgasıyla birlikte başarısız bir sınava tabi tutuldu.
2010'daki talepler ve rahatsızlıklar, 10 yıl sonra, 2020 yılında da geçerliliğini koruyor. Üstelik bu sefer, üstüne eklenen bir de pandeminin getirdiği olağanüstü şartlar var. Halk hâlâ kızgın, hâlâ değişim talebi içinde. Umutlar tükenmiş değil. Arap Baharı bu halklara farklı bir yolun var olabileceğini gösterdi, kendi güçlerinin de olduğunu öğretti. Bahsi geçen ülkelerin demografisine baktığımızda genelde yaş ortalaması 25 yaş civarında. Gençler eski düzenin devam etmesine karşılar. Değişim talebi hâlâ canlı. Siyasi katılım, demokrasi, özgürlük, insan hakları, eşitlik talepleri hâlâ güncelliğini koruyor.
Arap Baharı'nı oluşturan sebepler yerli yerinde duruyor. Arap Baharı sırasında bir korku eşiği aşılmıştı. Halklar baskıcı yönetimlere karşı isyan bayrağını açmışlardı. Ancak geçen sürede birçok yerde baskılar arttı ve bu da korku duvarlarının yeniden yükseltmesiyle sonuçlandı. 2010'daki gibi küçük bir kıvılcım yeni bir yangını başlatabilir mi? Bunu ancak zaman gösterecek. Ancak Arap Baharı'nı başlatan sebepler de, hayaller de, idealler de halen yerli yerinde duruyor. Bölgede radikal yapısal bir değişim için talep hâlâ geçerliliğini koruyor. Arap Baharı baskıların sonucu oluşan bir sosyal patlamaydı ve yarattığı değişim dinamiği halen devam ediyor.