Herkes cübbesini çıkardıysa artık yazıya başlayabiliriz…
Soma faciası yaşanmadan hemen önce devam eden basın özgürlüğü tartışmalarına “renk katacak” ibretlik bir gelişmeye şahit olduk geçtiğimiz hafta.
İktidar ve gazeteleri tarafından basının, uluslararası raporların aksine özgür mü özgür olduğu iddia edilirken, savcılık, Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Murat Şevki Çoban için 26 yıldan 52 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı.
Gerekçe, 2004 yılı MGK toplantısıyla ilgili belgelerin yayınlanması…
Yanlış hatırlamıyorsam suç duyurusunu da, gazetedeki köşesinden eski mesai arkadaşlarından biri yapmıştı, “MGK kararlarının yayınlaması suç” diye… (bkz: “Gayretullah’a dokunma, yanarsın” başlıklı yazı).
Neyse, bu, basın özgürlüğünden ziyade karakter zaaflarıyla ilgili başka bir yazının konusu…
İki gazeteci için 52 yıla kadar hapis cezası istenen fakat aynı zamanda Freedom House’un raporuna veryansın edilen ikiyüzlülüğün ortasında, özellikle, bu aralar haklı olarak basın özgürlüğünden yakınmaya doyamayan askeri vesayet medyasının, konu başkalarının özgürlüğü olunca eski alışkanlıklarını devam ettirdiğinden, hiç mi hiç değişmediğinden örneklerle bahsetmek daha ilgi çekici olabilir.
Birçok nedenden dolayı ortalığı ayağa kaldırması gereken bu dava ulusal basında sadece iki gazetenin birinci sayfasında kendine yer bulabildi.
Bu gazetelerin biri Taraf, diğeri de Sabah oldu.
Sabah gelişmeden duyduğu memnuniyeti saklama gereği duymadan, “Taraf’çı Baransu’ya 50 yıl hapis istemi” başlığını attı habere.
Taraf gazetesi ise, Soma faciasının sorumluları için istenen cezayla, gazeteciler için istenen ceza arasında bir kıyaslama yapmayı uygun görerek savcılığın kararını eleştirdi.
Fakat gelin görün ki, Hürriyet’inden Zaman’ına, Sözcü’sünden Bugün’üne kadar bu aralar basın özgürlüğünden konuşmaya bayılan hiçbir gazete bu habere birinci sayfasında yer vermedi.
Daha da vahimi, Radikal, Birgün, Cumhuriyet gibi gazeteler haberi iç sayfalarında bile görmedi.
Bu defa Başbakan’ın arayıp özel olarak istekte bulunduğunu da sanmıyorum ama nedense özgürlüğe hiç olmadığı kadar susamış görünen basınımız iki gazeteci için istenen hapis cezasıyla ilgilenme gereği duymadı.
Hiçbir tehdit, hiçbir zorlama olmadığı halde, basın özgürlüğü raporlarına “altın harflerle” yazılacak bu rezalet hiçbirinin ilgisini çekmedi.
Çok tuhaf değil mi?
Ülkede basın özgürlüğü olduğunu iddia edenlerin suratlarının ortasına çarpılacak bu habere basının bu kadar uzak durması aslında özgürlüğünden biraz da kendi rızasıyla vazgeçtiği anlamına gelmiyor mu?
Basının bu “soğukluğu”nun nedeniyle ilgili aklıma gelen tek ihtimal, yargılananların Taraf gazetesi ve sorumluları olması.
Bugün, gazeteciler için istenen hapis cezasını görmezden gelenler, zamanında emirlerine amade oldukları, karşılarında hazır ol’da bekledikleri askeri vesayetin ipliğini pazara çıkartanlara, “tekerimize soktuğunuz çomağı unutmadık” demek istediler belki de…
Belki de, gazeteciler için istenen 52 yıllık hapis cezasının basın özgürlüğüyle bir ilgisi olmadığını düşündüler.
Ne olursa olsun, daha uzun süre devam edeceği belli olan basın özgürlüğü tartışmalarında pek de övünemeyecekleri bir sınav verdiler.
Mesleklerine ve meslektaşlarına bir defa daha, üstelik kendilerinin de sık sık mağdur olduğu bir dönemde ihanet ve haksızlık etmekten çekinmediler ve içinde bulunduğumuz kabustan bir gün kurtulsak bile hiçbir şeyin öyle kolay kolay değişmeyeceğiyle ilgili gözden kaçırılmaması gereken ipuçları verdiler.
Sahi Erdoğan kabusu bittikten sonra da her şey eskisi gibi devam mı edecek?
Bu kadar gürültü sadece özgürlüklerin sahibinin belirlenmesiyle mi ilgili?
Aslında özgürlüklerle ve demokrasiyle hiç ilgisi yok mu bu tartışmaların?
Kim daha çok susturacak kavgası mı yapıyorlar aralarında?
Bütün bunlara bakınca, “Basın özgürlüğü yok” sözünün biraz garip olduğunu düşünüyorum doğrusu.
Burada basın yok.
Olmadığı için bir türlü özgürlüğüne de sahip çıkamıyor zaten.