Yazsan bir dert yazmasan başka bir dert, üstelik düşene, bu Yıldıray Oğur bile olsa, bir tane daha vurulmamalı ama o kişi boylu boyuna uzandığı yerden yalanlarına kurnazca devam ediyorsa hak ettiği cevap da kendisinden esirgenmemeli.
Böylece bir daha kurnazlık yaparken daha dikkatli olur.
“Gayretullah’a dokunma, yanarsın” başlıklı yazısında, Başbakan’ın zamanında Şener Eruygur’a “Kes ulan” diye bağırdığını “hatıralardan öğrendik” diye geçiştiren Yıldıray, yazısında belirtme gereği duymadığı bir “ayrıntıyı” Hasan Cemal’e twitter üzerinden yazdı: ‘O hatırayı 2012’de Selvi ve Türköne yazmıştı. Artık pişmanlıklar hatıratınızın son cildinde “keşke Google’a baksaydım” dersiniz’.
Gelin, bu küstah olduğu kadar kurnazca cevabın peşine düşüp gerçeklere bir bakalım.
Kurnazlık, sorulmayan bir soruya cevap verip, sorulan soruyu es geçmekle başlıyor.
Kimse Oğur’a “o hatıranın sahibi kim” diye sormadı, sorulan soru daha basitti, “o hatıranın sahibini niye yazmadın?”
“O hatıranın sahibi” Abdülkadir Selvi “kes ulan” efsanesini ilk olarak 14 şubat 2012 tarihinde “Asker prangası nasıl kırıldı” başlıklı yazısında yazmıştı: “Başbakan Erdoğan’ın katıldığı ilk MGK toplantılarından biriydi. Cumhurbaşkanı Sezer’in başkanlığında yapılan MGK toplantısında Şener Eruygur, hükümeti hedef almış ağır ithamlarda bulunuyordu. Başbakan Erdoğan uyarmasına rağmen konuşmasını sürdüren Eruygur’a, “Kes ulan” diye gürlemek durumunda kalmıştı.”
Yıldıray’ın yazısında “hatıra” diye nitelendirdiği efsaneyi ilk önce Abdülkadir Selvi’nin yazdığını belirtmemesi, herhalde böyle bir olayı “Abdülkadir Selvi’nin hatıralarından öğrendiğimize göre” diye yazmasının tuhaf olacağını sezmesinden.
Ne zamandan beri bir gazetecinin kaynak göstermeden yazdığı bir olay kayıtlara “hatıra” olarak geçiyor?
Bunun bir hatıra sayılabilmesi için Abdülkadir Selvi isimli gazetecinin o sözü edilen MGK toplantısında bizzat bulunmuş olması ya da bunu kimden dinlediğini açıklaması gerekmez mi?
Benim bildiğim kadarıyla Abdülkadir Selvi ne orduda görevli bir komutan ne de hükümette görevli bir bakan. Dolayısıyla o toplantıda bulunma ihtimali yok. Bu olayı o toplantıda bulunan birinden dinlediğine dair bir bilgi de yok yazıda.
Belli ki bir yerlerden kulağına üflenmiş, doğruluğunu sorgulama gereği duymamış ve tıpkı Yıldıray gibi yazısının namusunu bir kenara bırakarak bu hikayeyi hiçbir kaynak göstermeden yazmış. Fakat hakkını yemeyelim, Selvi, Yıldıray gibi kurnazlığa heveslenip “hatıralara göre” dememiş hiç olmazsa.
Yıldıray da Selvi’nin başlattığı efsaneyi hatıra kıvamına getirerek Başbakan’ın kahramanlık destanlarına bir yenisini eklemeye heveslenince Gezi olaylarında ortaya koyduğu performansın bir benzerini daha sahnelemiş.
Gelelim Mümtaz’er Türköne’nin yazdıklarına. Bu “hatıra”da olay biraz değişiyor.
Biçim biçim hatıraların olduğu hikayemizin bu versiyonunda azarlanan general bu defa Yıldıray’ın söylediği gibi Eruygur değil daha düşük rütbeli başka bir paşa.
Türköne, 1 mart 2012 tarihli ve “28 Şubat’ın rövanşı” başlıklı yazısında şöyle diyor: “…. Erdoğan ise tek partili bir hükümetin başbakanıydı ve 28 Şubat’ın gadrine uğramış ve yaşadıklarından dersler çıkarmış bir politikacıydı. Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Hilmi Özkök oturuyordu. Erdoğan dik durdu. Geri adım atmadı. Sunum yaparken haddini aşan bir tuğgenerali hizaya çekti. Muhtemelen, “Hop bir dakika ne oluyor, Başbakan’la konuşuyorsun” lafıyla çektiği ayar, kuvvet komutanlarını da susturmaya yetti. Rövanş bu sözle alındı.”
Türköne biraz daha temkinli. Hiç olmazsa “muhtemelen” diyerek acil bir durumda koşarak uzaklaşabileceği bir kapı bırakmış kendisine.
Görülüyor ki mostralık elmayı parlatır gibi başbakanı cilalayıp parlatma çabası var bazı yazarlarımızda, kaynağı belirsiz bir “hatırayı” birbirlerinden alıp bir efsane yaratmaya çalışıyorlar.
Yıldıray da bu işlemin “son ütücüsü” anlaşılan.
Tamam parlatsınlar da, ortada kalan kocaman bir soru daha var.
Eğer bu anlattıklarınıza inanıyorsanız, sizin başbakan, çok cesur, çok kahraman, hiç eğilmeyen biri.
Öyleyse o belgeyi niye imzaladı?
Bir siyasetçi “dostları” hakkındaki o belgeyi ya koltuğunu kaybetmekten korktuğu için ya da dostlarını askerlerle anlaşıp bitirmek istediği için imzalar.
Hangisi?
Yıldıray “başbakan cesurdur” şıkkını işaretlediğine göre başbakanın dostlarını isteyerek sattığına inanıyor olmalı. “Dostlarını korumak için o belgeyi imzaladı” safsatası da geçersiz çünkü generallere “kes ulan” diyecek kadar cesur ve güçlü biri dostlarını koruyacak güce ve cesarete de sahiptir. “Bağıracak kadar cesur ve güçlü, imzalayacak kadar korkak ve güçsüz” savunması biraz çelişkili oluyor.
Böyle uydur kaydır gevelemelerle propagandistlik yapmak da insanı zor durumda bırakıyor işte.
Yıldıray da artık kurnazlıklar hatıratının son cildine “O son kurnazlığı yapmayacaktım” diye yazar herhalde.
“MGK kararlarını yayınlamak suçtur” diyerek eski mesai arkadaşı hakkında sinsice suç duyurusu yapacak kadar gözü kararan biri için (dün Başbakanlık, Milli Güvenlik Kurulu ve MİT de Taraf gazetesi hakkında suç duyurusunda bulundu) bir haftada iki yazı çok gerekli miydi emin değilim ama bu bir yandan başbakanı parlatıp bir yandan muhalefet edenleri karalayanların gerçek yüzünün artık ortaya çıkması gerekiyor.
Çünkü bu insanlar bu safsataları sadece dalkavukluk ederken değil, gerçekleri açıklayan insanları suçlayıp hapse göndermeye çalışırken de kullanıyorlar.