“…… Son zamanlarda gerçek dışı olaylara, yalanlara dayalı, ön yargılı olarak bazı çevreler ve kişiler tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı asimetrik psikolojik harekat yürütülmektedir. Ne acıdır ki, özellikle Türkiye’de medyanın bir kısmının varoluşlarının temel nedeni, gerçeklere ve doğrulara dayanmayan, ön yargılı ve özel amaç taşıyan eleştiriler yaparak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni haksız yere her gün gündemde tutmak ve TSK aleyhine kampanya yürütmektir. Bunlar aynı zamanda kendilerini demokrasinin savunucusu olarak da göstermektedir. Demokrasiyi savunmak için tek çıkar yol, onlar için tek çıkar yol TSK’nın karşısında olmaktır. TSK, demokrasinin ve hukuk devletinin yanında olduğunu her vesileyle ifade etmektedir. İçinde bulunduğumuz bu süreçten rahatsızız. Bu rahatsızlığımızı her vesileyle yetkili ve ilgili makamlara ilettiğimiz gibi yasal olarak yapılması gerekenleri de yapıyoruz. Hem ülkesini hem milletini sevmek hem de haksız yere TSK’ya karşı psikolojik harekat yürütmek bir arada olamaz. TSK’ya karşı planlı ve kendi amaçları ve menfaatleri çerçevesinde haksız şekilde psikolojik harekat yürütenlere diyorum ki; bulunduğunuz yol, bulunduğunuz yer doğru değildir. Türk milletinin büyük çoğunluğu da ne yaptığınızın farkındadır……”
“……. Ayrıca, bu konulara ilişkin bilgileri sızdıranlar ve bu gizli bilgileri kullananlar hakkında da adli işlemler başlatılmıştır. Bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri başarılı gibi gösterenler akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar. Bunu herkesin iyi anlamasını istiyorum. Son günlerde yoğunlaşan sistemli saldırılar emin olunuz ki TSK’nın gücünü, kararlılığını ve azmini arttırmaktan başka hiçbir işe yarayamaz. Bir ordunun, bu tip saldırılar karşısında, ki bu saldırılar doğru bilgiye dayanmayan ve sınırlarını aşan eleştirilerdir, her ordunun vereceği cevap ve tepki bellidir. Bu açıdan son sözüm şudur; herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum….”
Onlarca örneği bulunabilecek bu konuşmaların içinden TSK’yı çıkarsanız Başbakan’ın son fişleme skandalıyla ilgili bir şeyler söylediğini zannedersiniz. Ya da köşeye sıkıştığı her konuyla ilgili yaptığı çıkışlardan biri olduğunu düşünürsünüz.
Fakat öyle değil. Bu konuşmalar, insanlara bulundukları yerle ilgili akıl vermeye çalışan fakat şimdilerde bulunduğu yeri haliyle yadırgayan İlker Başbuğ’a ait.
Kameraların karşısına yan yana dizilir, parmaklarını sallayarak tehditler, hakaretler savururlardı.
Aktütün’den sonra da, Dağlıca’dan sonra da, Balyoz’dan sonra da, lav silahlarının bulunmasından sonra da, AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Planları ortalığa saçıldıktan sonra da her defasında kendi ihanetlerini, kendi insanlarına karşı planladıkları zorbalıklarını ve suçüstü yakalanmalarını bir kenara bırakıp gerçek yüzlerini ortaya çıkaran insanları suçlarlardı.
Onca tehdide, hakarete, güce ve haksızlığa karşın tek bir şeyi değiştiremezlerdi… Gerçeği…
Ne “kağıt parçası” küçümsemesi, ne “boru bunlar” çarpıtmaları, ne de “vatan hainliği” yaftalaması gerçeği değiştiremezdi.
Gerçekleri duymanın işlerine yaramayacağını bilenler bu çırpınmaları sorgusuz sualsiz sahiplenseler de bu kıvranmalar hiçbir işe yaramazdı.
Şimdilerde de Başbakan tıpkı askerler gibi, her hafta bir yenisini eklediği Anayasal suçlarını örtbas etmek için içi boş meydan okumalarla, o alıştığımız kof kabadayılıklarıyla gazetecileri korkutmaya, gerçeklerin üstünü örtmeye çabalıyor.
Cezaevleri kendilerini dokunulmaz sanan paşalarla dolup taşarken onlarla aynı yolu izlemek ne kadar akıllıca bilemiyorum, Başbakan’ın yakın geçmişten hiçbir ders çıkaramamış olmasına da doğrusu şaşırıyorum.
Neşe Düzel’in dediği gibi, Başbakan’ın askeri vesayetin generalleriyle aynı kirli sularda yıkanması, o günlerdeki baskıları taklit etmesi, onun koşarak çıkmaz bir sokağa girdiğini düşündürüyor bana.
Başbakan’ın o günleri yakından yaşamış olan dalkavukları, Erdoğan’ın her yaptığını alkışlamak yerine onu uyarsalar, “bu sokağa daha önce girenler oldu ama çıkamadılar” diye ona geçmişi hatırlatsalar herhalde hem “liderlerine” hem de ülkelerine daha fazla yardımları dokunur.
Ama tecrübelerle sabit ki ne o yola girenler mantıklı uyarıları dinliyor, ne o yola girenlerin yardakçıları onları uyarıyor.
Acı gerçeğe çarpana kadar delice bir hızla koşuyorlar.