Zeynel Lüle / Lefkoşa
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) bugün 50 sandalyeli Meclis için halk sandık başına gidiyor.
Adada seçmen sayısının 190 bin 551 olduğu açıklandı. Seçmenlerin 6 ilçeye dağılımı şöyle:
Lefkoşa: 61 bin 62 Gazimağusa: 48 bin 380 Girne: 39 bin 784 Güzelyurt: 14 bin 841 İskele: 19 bin 775 Lefke: 6 bin 709.
Sekiz partinin yarışacağı seçimlere 388 aday katılacak. Seçimlere katılan partiler şunlar: MDP-Milliyetçi Demokrasi Partisi TDP-Toplumcu Demokrasi Partisi UBP-Ulusal Birlik Partisi CDP-Cumhuriyetçi Türk Partisi DP-Demokrat Parti YDP-Yeniden Doğuş Partisi HP-Halkın Partisi TKPYG-Toplumcu Kurtuluş Partisi Yeni Güçler
Seçimlerde Lefkoşa’dan 4, Gazimağusa’dan 2, Girne, Güzelyurt ve İskele’den de birer aday da bağımsız milletvekilliği için yarışacak.
Üç haftadan beri KKTC seçimlerini yakın takibe alarak analizler/yorumlar yayımlayan T24, bugün de akşam saatlerinden itibaren seçim sonuçlarını, sonuçlara ilişkin yorumları aktaracak.
Adanın iki yakasındaki seçimlerin Kıbrıs sorununa etkileri
21 gün sonra da adanın güneyinde Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Adanın her iki yakasında yapılacak olan bu seçimlerin, ‘Kıbrıs sorununa’ doğrudan ya da dolaylı etkileri neler olabilir?
Sorunun yanıtı için; adanın iki bölgesini de çok yakından bilen, iki tarafın da nabzını tutan Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek’in KKTC'de yayımlanan Yenidüzen gazetesinde yayımlanan söyleşinin özetini aktarıyoruz.
- İki tarafta da seçim var. Kuzeydeki seçimler Kıbrıs sorununda direkt etkili değil, Kıbrıs sorunu gündemde değil. Güney’de durum nedir? Kıbrıs konusu seçimlerde nerede?
Kızılyürek: Kuzeyde söz konusu olan milletvekili seçimleridir ve görüşmeleri toplum lideri yürütür, ama yine de ilk defa Kıbrıs sorununa hiç değinilmeyen bir milletvekili seçimi görüyoruz, bunun üzerine biraz düşünmek lazım. Yeniden bir düş kırıklığı oldu, Crans Montana’dan sonra insanlar artık çözümün olacağına iyice inanmamaya başladı. Dolayısıyla daha çok iç konular gündeme geldi, hatta bence biraz da abartıyla gündeme geldi, “evimizi temizlemek” diye bir slogan çıktı ve giderek yaygınlaştı. Sanki iç politikada iyi işler yapmayı Kıbrıs sorunundaki müzakere süreci engelliyormuş gibi. Halbuki hem yürüyüp hem de sakız çiğneyebilirsiniz. Yani hem Kıbrıs sorunuyla ilgili müzakere sürecine katılırsınız, aktif olarak çözümden yana tavır alırsınız, görüş geliştirirsiniz, aynı zamanda Kıbrıs Türk toplumunun gündelik hayatındaki kalite artışını sağlamak için de öneri ortaya koyarsınız. Bunlar birbirine engel değil. Kıbrıs Türk toplumu önemli sorunlarla karşı karşıyadır, ama bu sorunların bir kısmı yapısal sorunlardır. Yani hükümet değişikliğiyle hemen giderilebilecek sorunlar değildir. Diğer taraftan kimin hükümet ettiği her zaman çok önemlidir. Her seçim çok önemlidir. O bakımdan 7 Ocak seçimlerinin sonucunu çok önemsiyorum. Kıbrıs sorunu bağlamında da önemsiyorum, çünkü 2018’de müzakereler bir şekilde yeniden başlayacak. Dolayısıyla federal seçime çok inanan kesimlerin seçimden güçlenerek çıkması bence önemlidir. Ayrıca federal çözüme angaje olan, ona inanan partilerin çok önemli reform partileri olduğunu da görüyoruz….
- Güney’deki adayların Kıbrıs sorunuyla ilgili duruşlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kızılyürek: Kıbrıs sorunu seçim kampanyasında çok konuşuluyor. Önemli adaylardan biri Nikolas Papadopulos, kampanya boyunca Kıbrıs sorununu Anastasiades’e karşı bir koz olarak kullanıyor. Anastasiades’in çok fazla taviz verdiğini, dolayısıyla Anastasiades’in önerilerinin kabulü hâlinde, o zeminde bir çözüm olursa adanın Türkleşeceğini söylüyor. O, seçim stratejisini tamamen Kıbrıs sorununda strateji değiştirme, başka bir çözüm modeli arama üzerine kurmuş. Bunun içinde üniter devlet öğelerinin çok güçlü olduğu bir şey söylüyor. AKEL ve Malas cephesinde de Kıbrıs sorunu gündemde, orada da Anastasiades’in yeteri kadar gayret sarfetmediği üstünden bir eleştiri var. Anastasiades bu iki eleştiriye cevap vermek üzere tavır alıyor, dolayısıyla kampanya içinde çok ciddi oranda Kıbrıs sorunu malzemesi var. Bu seçimin en büyük kaybedeni Lillikas oldu. Çok yalnız kaldı, parti tabanından birtakım insanlar Papadopulos’a destek verdi. Dolayısıyla onun umduğu dağlara kar yağdı.
Kısacası seçimde gerçek anlamda üç aday yarışıyor, Papadopulos, Malas ve Anastasiades. Birinin ikinci tura geçeceği kesin, diğer iki adayın ne yapacağı çok önemli. İkinci tura Anastasiades ile Papadopulos mu, Anastasiades ile Malas mı kalacak? Eğer Papadopulos ikinci tura kalırsa seçimi kaybedeceği kesindir. yüzde 40’ların üstünde bir ret cephesi sesiyle “federal çözüme hayır”, “müzakere parametrelerine hayır” diyen bir grubun Anastasiades’in karşısında durması hâlinde, Anastasiades seçimi kazansa da hamle yapması zorlaşacaktır. Anastasiades’in Papadopulos karşısında seçimi kazanması çok da zafer olmaz, federal çözüm ve referanduma gitmekten imtina edebilir. O bakımdan Malas’ın ikinci tura kalması çok önemli. İkinci turda evetçi, federal çözüme inanan Malas ve potansiyel evetçi Anastasiades’in yarışması müzakere ve çözüm perspektifleri bakımından çok önemli olur. Papadopulos bütün ret cephesinin desteğine rağmen ikinci tura geçememesi durumunda ret cephesi büyük darbe almış olur. Ondan sonra hem Anastasiades, hem AKEL çok daha özgüvenli olarak sürece asılabilirler.
- Seçim sonrasında ne bekleyebiliriz? Liderler bazı açıklamalar yapıyor, Sayın (Mustafa) Akıncı takvimden bahsediyor, “Kıbrıs Türk tarafından kaynaklanmayan bir çözümsüzlük olursa durumumuzun ne olacağını önceden bilmek isteriz” diyor, Sayın Anastasiades “Garantörlüğe, tek yanlı müdahale hakkına ve yabancı asker varlığına son verilmeden çözüm olmaz” gibi açıklamalar yapıyor. Bunlar ön koşul mu?
Kızılyürek: Ön koşul olduğunu düşünmüyorum ve çok fazla da önem vermiyorum. “Müzakere süreci tıkanırsa Kıbrıs Türk toplumunun statüsü ne olacak” dediğiniz zaman aslında “Bu müzakere sürecinde çözüm olmazsa biz artık devletimizin tanınmasını istiyoruz” diyorsunuz, Kosova modeli gibi. Türk tarafında bazı çevrelerin kafasında “Rumlar ‘hayır’ desin ki biz buradan ayrı bir devlet çıkaralım” fikri mutlaka bir yerlerde vardır. Ben bunun Kıbrıs koşullarında hiç geçerli olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Kıbrıs sorununun, Kıbrıs’taki statünün Kosova ile alakası yok, ayrıca Kosova bağımsızlığının başında “bu Kıbrıs için geçerli bir model değildir” diye bir madde düşüldü. Böyle giderse, Kıbrıs’taki statüko çok uzun yıllar daha devam eder, eğer çözüm iradesi yoksa çok müzakere masası kurulur-dağılır ama “tanınma” anlamında bir şey çıkmaz. Ne bir taraf, ne diğer taraf ön koşul anlamına gelecek şeyler söylememeli. Zaten söyledikleri zaman da bunu sonuna kadar sürdüremiyorlar. Anastasiades “Güvenlik ve garantiler konusunu konuşup anlaşmadan diğer konular konuşulamaz” demişti, öyle olmadı, olmaz, olamaz. O yüzde bunları önemsememek lazım.
Formül şudur, nasıl Crans Montana’da iki masada istişare edilmişse, yine iki masa olacaktır. Bir masada garantiler ve güvenlik, diğer masada da iç konular konuşulacaktır. Bunlar birbirlerine zaman zaman eklemlenecektir. Bu formül değişmez. İç konularda epey yol katedildiğini ve iç konularda gelinen noktada yaşanan tıkanıklığın garantiler ve güvenlik meselesinden doğduğunu biliyoruz. O zaman demek ki garanti ve güvenlik meselesindeki hamleler sürecin kaderini belirleyecektir. Durum böyleyse, garantörler belli. Anastasiades ve Akıncı’dan ziyade özellikle Türkiye ve Yunanistan’a bakmak lazım. Türkiye ve Yunanistan garantiler meselesinde Kıbrıs’taki toplumların beklentilerini uzlaştırabilecek bir formül üretebilirler mi? Şunu da eklemek lazım, boşlukta müzakere etmiyoruz, sıfırdan başlamıyoruz, ortada Guterres çerçevesi vardır. Eğer BM Genel Sekreteri Antonio Guterres bu sürece yeniden müdahil olacaksa, bu, o çerçevesinin ilke olarak kabul edilmesiyle olacaktır. Dolayısıyla taraflar birbirlerine ön şart koşacağına, sayın Guterres’e çerçevesini kabul edip etmediklerini çok açık ve sarih şekilde, "ama"sız söylemelidir. Guterres çerçevesini "ama"sız kabul etmekten başka hiçbir şey bu süreci başlatmaz. Dolayısıyla biri ön şart koşuyorsa bu Guterres’tir, ne Anastasiades’tir, ne Akıncı’dır. Guterres çerçevesinin birinci maddesinde garantilerle ilgili, açık bir şekilde Türk tarafına mesaj veriliyor, “1960 garanti anlaşması devam edemez.” Türk tarafı açık şekilde buna yanıt vermek zorundadır.
- Türkiye’nin bu konudaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz, gözden geçirilebileceğini söylüyor?
Kızılyürek: Gözden geçirmekten söz etmiyoruz artık, Türk tarafının vereceği yanıt daha net ve sarih olmalı. Garanti Anlaşması kalkıyor artık. Guterres çerçevesi bunun çerçevesini anlatıyor, anlaşmanın hayata geçmesini gözetleyecek bir mekanizma kurulacak örneğin. Türk tarafı Garanti Anlaşması’nın ortadan kaldırılmasını net bir şekilde kabul etmezse yol katedemeyiz.
Diğer ikinci nokta Rum tarafını ilgilendiren meseledir. Güvenlik dediğimiz zaman asker gündeme geliyor. Asker meselesinde de Rum tarafı “sıfır asker” gibi bir politikayla gelirse yine bir yere gidemeyiz. Çünkü bütün BM kararlarında yabancı askerlerin çekilmesi söz konusu olduğu zaman kastedilen Temmuz 74 ve sonrasında adaya gelen askerlerdir. Yani kastedilen Türk alayı ve Yunan alayı değildir. Türk alayı ve Yunan alayı İttifak Anlaşması çerçevesinde meşru olarak buradadır. Rum tarafının da bunu anlaması lazım.
Kanaatimce Türkiye bir Türk alayını adada bırakmadan çözüme gitmez. Bu sembolik varlığa Türkiye iç politikasının da ihtiyacı olduğunu düşünüyorum, jeopolitik değeri olduğunu düşünüyorum. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayatının en önemli seçimi 2019 seçimine doğru giderken burada 650 asker bırakmaktan vazgeçeceğini düşünmek saflık olur. Rum tarafı Yunan alayıyla birlikte bir Türk alayını burada kabul etmek durumunda kalacaktır, Türk tarafı da bunun karşılığında Garanti Anlaşması'ndan vazgeçtiğini söyleyecektir. Uzlaşma buradadır. Gizli diplomasi veya mekik diplomasisiyle bir hazırlık olacaksa, bu noktada olacaktır. Guterres bu noktada netlik istiyor, Crans Montanada’daki masa tam da bu noktada dağılmıştır.
- İki taraftaki seçimlerin sonuçları toplumların çözüm konusundaki iradesiyle ilgili mesaj verir mi?
Kızılyürek: Toplumların gidişatını anlamak için biraz geçmişe gidelim. 2004’te iki toplum sandık başına gittiler ve iki farklı karar verdiler, biri çözüme “evet” dedi, öteki “hayır” dedi. Ondan sonraki gelişmelere baktığımız zaman Annan Planı’nı adeta berhava eden Tassos Papadopulos ilk seçimde ikinci tura geçemedi ve Dimitris Hristofyas geldi. Hristofyas’ın 2004’teki pozisyonunu bir tarafa koyalım, geleneksel olarak çözüme sıcak bakan partiden gelen biri olarak, 2008’den sonra Sayın Mehmet Ali Talat’la yapılan müzakerelerde ilk defa bardağın yarısını dolu gördük, dönüşümlü başkanlık gibi önemli birtakım konularda görüş birliği oldu. Sonrasında seçimi 2004’te “evet” diyen, DİSİ’nin liberal kanadının desteğiyle çözüme sıcak bakan Anastasiades kazandı. Bu seçimde de yine çözüme sıcak bakan Malas ve Anastasiades’in önde olacağını görüyoruz. Demek ki, her şeye rağmen Rum toplumunda çözüme açık güçler hâlâ önemli rol oynuyor.
Türk toplumunda bir ara Sayın Derviş Eroğlu geldi ama Sayın Talat ve Sayın Akıncı’ya baktığımız zaman Kıbrıs Türk toplumunda federal çözüme sıcak bakan iki isim. Kıbrıs Türk toplumunun çözüm adına sahaya sürebileceği iki eleman var, ikisini de sürmüş oldu. Son müzakere sürecinde de çok yol kat edildi, konuşulmayan konular konuşuldu. Dolayısıyla toplumlardan yola çıkarak çok karamsar bir tablo çizmeyi de çok doğru bulmuyorum. Eğer irade varsa çözüm olabilir diyebileceğimiz bir noktadayız. Ancak mevcut statükonun gidişatı ve toplumların içinde, derinliklerinde yaşanan değişiklikler çözüm perspektifini ve toplumların çözüme bakışını da giderek olumsuz yönde etkiliyor. Dolayısıyla “her zaman Talat, Akıncı, Anastasiades, Malas göreceğiz” diye düşünmememiz lazım, bunlar belli konjonktürde ortaya çıkan ve belli konjonktürlerde ortadan kalkabilecek olgulardır. 5 sene sonra iki toplumda kimlerin liderlik yapacağı konusunda tahminde bulunursam, Akıncı-Anastasiades, Hristofyas-Talat göremeyeceğiz