Murat Meriç
Çocukluğum ‘80’li yıllarda geçti. En azından kendimi bildiğim dönem bu. Komşuluk ilişkilerinin asgariye indiği, komşunun komşuya tavır aldığı günlerdi. Darbenin getirisiydi bu: “Sayın muhbir vatandaşlar” her yerdeydi ve insanlar en yakınlarından şüphelenmeye başlamıştı. Öncesinde iki ağır darbe gören ve çok çeken memleket insanı, bu kez temkinliydi.
O yıllarda yaşadığım muhit sırça fanus gibiydi: Çanakkale’nin göbeğinde, dört bankanın kesiştiği bir dörtyol ağzında büyüdüm. Bankaların hepsinin üzerinde lojmanlar vardı ve bankacılar kendi aralarında bir hayat kurmuşken çocukları yandaki arsada oynardı. Oynardık. Komşuluk ilişkilerini, babaannemin elini öpmek için gittiğimiz Edremit’te gördüm. Başka, bambaşka hayatlar olduğunu orada fark ettim.
Çocukluğumun renkli zamanlarını da Edremit’te geçirdim. Babaannemin bahçesindeki erik ağaçlarından, kuzenim Seda ile arabası DülDül başındaki çekişmelerimizden, bahçede dolaşan tavuklardan ve emektar köpeğimiz Tomi’den söz etmiyorum. Zaman zaman (yazık ki adını unuttuğum) yan komşunun “Alamanya”da yaşayan çocukları gelirdi ve bize hediyeler getirirdi. Janjanlı paketleri, içinde genzi yakan bir sıvı olan (sonradan likör olduğunu öğrendiğim) çikolataları, körüklü plastik pipetleri ve teneke kutuya konulmuş meşrubatları onlarda gördüm. O ara dilimize pelesenk olmuş bir tekerleme vardı: “Komşu komşu hu / Oğlun geldi mi / Geldi / Ne getirdi / İncik Boncuk / Kime kime / Sana bana / Başka kime / Kara kediye / Kara kedi nerde / Ağaca çıktı / Ağaç nerde / Balta kesti / Balta nerde / Suya düştü / Su nerde / İnek İçti / İnek nerde / Dağa kaçtı / Dağ nerde / Yandı bitti kül oldu…”
Şimdi baktığımda hiçbir anlam içermeyen ama tekrarlamaktan bıkmadığımız bu tekerleme kimine göre memlekette yaşayan oğlanın gelişi sonrası söylenmiş, kimine göre “şehir”den memlekete dönen oğlan için dizilmişti –ki içinde geçen “incik boncuk” sözü buna kanıt gösterilebilir. Benim için “Alamanya”dan gelenler için söylenmişti ve her gelişlerini şölene çevirmeyi bilir, kimsede olmayan pipetlerimizle mahallede caka satardık.
Bu noktada mahalle ve komşuluk kavramı üzerine düşünmek gerekiyor: “Komşu”nun sınırlarını çizmek bin yandan onu mahalleden ayırmak… Bu yanlış değil ama. Şüphesiz mahalleli ile komşu arasında kopmaz bir bağ var. Yine de iki sokak ötede oturan insanı komşu saymak, kavramı gereksizce genişletmek mânâsına geliyor. Bu yüzdendir ki, Sezen Aksu şarkısı “Seni Yerler” komşulardan söz eden bir şarkı sayılamaz. Mahalleye gelen “yavru” peşinde koşan hanım kızlarımızı anlatan şarkıdaki kızlardan biri, o gençle komşu olabilir, buradan belki yakalayabiliriz ama galiba biraz zorlama olur. Barış Manço şarkısı “Ahmet Bey’in Ceketi”nin kahramanı da, bu bakışla komşu sayılmayabilir. Bir başka bakış, onu komşular arasına konuşlandırır ama tartışılmayacak şey, koca bir mahallenin arzu nesnesine dönüşen, ortak tarihimize geçen Fahriye Abla’nın düpedüz komşu oluşu. Ahmet Muhip Dıranas’ın şiiri Yavuz Turgul tarafından sinemaya aktarılmış, Müjde Ar nezdinde ete kemiğe bürünmüş, Attila Özdemiroğlu, Özdemir Erdoğan tarafından seslendirilen şarkıyı film için yazmış, Timur Selçuk bu şiirin farklı kısımlarını başka bir besteyle yığınlara ulaştırmıştır.
Komşu denince akla gelen, komşu kızı ve komşu oğlu. Şarkılarda en çok buna rastlıyoruz. Cinsiyet ayrımı yapmadan komşunun “çocuğu”ndan söz eden şarkıları art arda sıralamaya kalksam, sınırı çoktan aşarım ama yazıyı uzatma pahasına birkaç örnek vereyim zira (şarkılar üzerinden gittiğimizde) bizdeki komşu algısı bu. “Fahriye Abla”, hepsinin feriştahı: “Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin / Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla / Ne çapkın komşumuzdun sen Fahriye Abla!”
Erken dönemde karşımıza çıkan şarkılardan biri, sözlerini Ülkü Aker’in yazdığı Ayla Algan şarkısı: “Evlerimiz karşı karşı / Kalbimde onun aşkı / Zalim komşumun oğlu / Senin için bu şarkı // Hani ya komşunun oğlu / Kalbimden çıkmaz oldu / İlle de komşunun oğlu // Ne olurdu bana gelse / Canımsın sen benim dese / Birazcık yüzüme gülüp / Bana da bir ümit verse…” Masum bir aşkın hikâyesi bu. Tıpkı MFÖ şarkısında olduğu gibi: “Mutlaka evlenmem lazım onunla / Yıldırım aşk ilan etmişim ona / Takmışım kafayı komşu kızına // 20’yi bitirdim 21 yaşım / Ben esmerim komşu kızı sarışın // Annesi zalimmiş ne yapsam / Ayağına gidip yalvarsam mı / Yemin ettim kaçıracağım / Onu almazsam çıldıracağım // Çok da güzel komşu kızı!” Iskalamamamız gereken Erkut Taçkın şarkısı da ziyadesiyle masum: “Komşu kızı nedense / Seni sevdim çocukça / Artık bakmam kimseye / Sen benimle oldukça // Camı açtın yavaşça / Sonra benden saklandın / Perdenin kenarında / Beni görüp bakmadın // Tatlı tatlı bakıştık / Hep seviştik uzaktan / Ne sen ne ben bıkardık / Günlerce beraber olmaktan…” Şarkının sonrası acıklı: Komşu kızı kayboluyor, kahramanımız hayatı boyunca onun “yüzünü” arıyor.
Pop müziğin emekleme döneminde, iki rakip söz yazarının, iki “aranjman”a aynı başlığı verdiğini söylemenin tam zamanı. Fecri Ebcioğlu’nun Adamo şarkısı “Dis Ma Muse”ye yazdığı sözleri “Komşu Kızı” adıyla seslendiren, sesi ve tavrıyla Belçikalı şarkıcının Türkiye’deki şubesi sayabileceğimiz Okyay. Sezen Cumhur Önal’ın “Komşu Kızı”, Tony Cucchiara’nın “Se Vuoi Andare Val” adlı şarkısı ve Türkçesi de bizzat Cucchiara tarafından seslendirilmiş.
Yakınlarda Gripin tarafından (mevzuya denk düşen “Geniş Aile” dizisi için) yeniden seslendirilen Erkin Koray şarkısı, diğerlerinden ayrılıyor ve röntgenciliğin sınırlarını zorluyor: “Günüm gün olmaz seni görmeden / Gözlerim ayrılmaz pencerenden // Gözlerinin karasına / Bak kalbimin yarasına / Dertlerimin arasına / Karıştın sen komşu kızı // Bir beyaz giyersin bir gün kırmızı / Ne olacak benim hâlim komşu kızı?” Şarkının başına ve sonuna eklenmiş bağımsız bölüm, farkındalık yaratmak isteyen, isyanın eşiğinde bir gencin söyledikleri: “Bana bir kez gülmez misin / Hiç karşılık vermez misin / Gönlüm senin kalbim senin / Komşu kızı…”
Hemen hemen aynı sözler, Atilla Kaya’nın seslendirdiği şarkıya sirayet etmiş: “Sabahları pencereni erken açarsın / Balkonda görünüp sonra kaçarsın // Perdenin arasından / Tüllerin arkasından / Sen de farkında mısın / Bu pencere aşkından // Dün beyaz giymiştin bugün kırmızı / Ne olacak benim hâlim komşu kızı…” Cengiz Coşkuner, platonik aşkı bir adım öte götürmüş ve komşu kızıyla tanışmış, el ele tutuşmuş, sokaklarda gezmiş hatta öpüşmüş: “Pencereden gülerken / Hep göz göze gelirken / Gizlice el ederken / Sevdim seni komşu kızı // Mektubunu beklerken / Resmin bana gülerken / Rüyalarda görürken / Sevdim seni komşu kızı // Yollarını beklerken / Öpüşünü özlerken / Seni her an gözlerken / Sevdim seni komşu kızı…”
Nurcan Opel’in isteği, evlenmek. Çok şarkıda karşımıza çıkan “zalim baba” önlerindeki tek engel. Şarkının başındaki diyalog, mevzu hakkında ipuçları veriyor:
Ne haber komşu oğlu? Yoksa beni istetmekten vaz mı geçtin?
Amma yaptın komşu kızı… Canımdan vazgeçerim, yine senden vazgeçmem.
Öyleyse niye istetmiyorsun?
Ah… Ne yapayım anam, şu gaddar baban yok mu, bir türlü yola gelmedi.
Peki öyleyse ne yapacaksın sen?
Ne mi yapacağız? Ayıp ettin! Toplarsın bohçayı, alırız voltayı…
Sonrası, şarkı: “Göz göze bakışalım / Gönülden tutuşalım / Annem evden gidince / Gel biraz konuşalım // Evimiz karşı karşı / İkimizin bir yaşı / Gel benim sevgilim ol / Dosta düşmana karşı // Ben annemle konuştum / Ona derdimi açtım / Kısmetse olur dedi / Dünyayı bana verdi // Babanı gönder bize / Konuşsunlar dizdize / Olur inşallah bu iş / Gelin gelirim size…”
Komşuluk müessesesi kimi şarkılarda sınırları aşıyor. Azerî rock grubu YuHu, “Komşu Kız”da uzaklara bakıyor ve genç kahramanımızın “karşı mahalle”deki güzel kıza “yavaş yavaş” yaklaşmasını anlatıyor: “Ne olursa da olsun / Sen menim olacaksan yar!”
Kimi şarkılarda derin dramlar da var. Hakkı Bulut, “Komşunun Kızı”nda bunu anlatıyor, kaderine boyun eğiyor, kendisini tarumar edene sesleniyor: “Bitsin artık ne olur kurtul bu yastan / Sana kinim yoktur sıyrıl azaptan / Ayrılık kaderdi her şey Allahtan / Kendini suçlama suçun yok senin…” Sefarad ve Metin Güngör, yüreklerine ateş düşüren farklı komşuların kızlarından söz ediyor; Alpay, şarkısında “Komşunun Kızı Sofia”yı anıyor: “Mehtaba bulanmış kadehler / Şarkılar hazin / Kumsallar boyu yalnızlık / Dalgalar boyu hüzün // Nereye baksam o vefasız / Nereye baksam hep o / Meğer ne çok sevmişim onu // Ah, Sofia, komşunun kızı / Ah, Sofia, içimdeki sızı…”
Sibel Altun, “Komşumuzun Oğlanı”na yanık: “Komşumuzun oğlanı / Her şeyimin ortağı / Her gün bir çeşit giyer / Aşındırır sokağı // Salınıp yürümesi / Öldürüyor insanı…” Ali Sezer ise birle yetinmiyor, şarkısında “Komşunun Güzel Kızları”nı anlatıyor: “Her biri bir servi dalı / Gezer sevdalı sevdalı / Zannettim cennetten çıkmış / Meleğe benzer her hâli // Komşunun güzel kızları / Bağrımı yakar gözleri / Dünya malına bedeldir / Eda cilve kozları…”
Kimi komşu kızlarının adı var: Orhan Canayakın Hayriye’yi, Kahtalı Mıçı Naile’yi, Aşkın Deniz ise Emine’yi anlatıyor. Rasim Orhan, Yıldız Tezcan, Metin Güngör, Ayten Yeşilgül, İbrahim Meriç, Ayşe Şan, Adnan Varveren, Rezzan, Yıldıray Çınar ve daha nicesi komşunun çocuğu yüzünden çile çekenler. Ağasarlı Fevzi, şarkısında “Komşunun Kızı”na yanarken bir başka hemşehrisi Ağasarlı Gülveren “Komşunun Oğlu”ndan söz ediyor.
Komşu kızı bahsinde son nokta, bir Ferdi Tayfur şarkısı. Çok iyi bildiğimiz şarkılarından birinin bilmediğimiz hikâyesini bir Almanya konserinde “Bir şarkımın müsaade ederseniz öyküsünü anlatacağım…” cümlesini müteakip anlatıyor: “Genç adam her günkü yorgunluğuyla, her günkü bezginliğiyle, fabrikadan sabaha karşı evine döner. Bir-iki saat uyur uyumaz, sabahleyin ilkokula gitmekte olan küçücük kardeşi onu dürter uyandırır…” Sonrası, tuhaf bir diyalog:
Abi, abi, uyan!
Ne var ne istiyorsun?
Abi, sana bir müjdem var!
Nedir o müjden?
Müyesser Hanım var ya…
E eee?
Müyesser Hanım teyze evini kiraya verdi.
Allah Allah… Alkış o zaman sana! Bana ne oğlum, Müyesser Hanım teyzenin evinden?
Olur mu? Durmadan kafamızı şişirmiyor muydu kadıncağız? Bak, uzat da başını bak, esas mesele o değil…
Yeniden Ferdi Tayfur’a bağlanalım: “Adam merak eder, uzatır başını karşıya bakar ki ne görsün: Saçları omuzlarından bellerine düşmüş ceylanlar kadar güzel bir kız… Ve iki genç aylar sonra aynı fabrikada işe devam ediyorlardır, ikisi de birbirlerine meyillidirler ama genç adam mahcup, genç kız mahcup, bir türlü birbirlerine sevgilerini söyleyemezler. Günün birinde adamın canına tak eder, alır sazı eline, oturur pencerenin kenarına ve şöyle seslenir sevdiğine: Bakışların bana biraz cesaret versin / Korkuyorum sana aşktan söz etmeye ben / Bir sevdiğin varsa ne olur söyle / Korkma söyle / Giderim bu diyardan / Merak etme sen…”
Elbette şarkılar sadece komşu çocuğunu anlatmıyor… Bir deyim, şarkılara ziyadesiyle girmiş: Gülme komşuna, gelir başına. Sözlerini Çiğdem Talû’nun yazdığı Melih Kibar bestesi “Gülme Komşuna”, Seyyal Taner repertuvarının vazgeçilmezlerinden. Yıldız Tezcan ve Sinan Subaşı, adı aynı tadı farklı birer şarkı söylemiş. İsmail YK, deyimi kendi yazdığı şarkıyla günümüze taşırken Ercan Turgut, bir plağında Cengiz Numanoğlu’nun yazdığı şarkıya yer vermiş: “Gülme Sakın Komşuna”. Bir katkı da Sezen Cumhur Önal’ın söz yazdığı Mavi Çocuklar şarkısı: “Gülme Komşuna Gelir Başına”. Deyimi tamamıyla başlığa taşıyan tek şarkı bu ama hepsinin nakaratında tamamını duyabiliyoruz. Buna, Hamdi Bilgin’in deyimi biraz farklı yorumladığı “Gülme Derler Komşuna” dahil: “İçtim sarhoş dediler / Derdimi bilmediler / Aşkı tanımayanlar / Bu hâlime güldüler // Gülme derler komşuna / Gelir sonra başına / Beyazlar düşer bir gün / Simsiyah saçlarına…” Paragrafın ucuna, Münevver Gülenç plağını da ekleyeyim: “Gülme Kapı Komşuna”.
Komşuluk denince akla düşen bir başka şey, dedikodu. Mevzu hakkında pek çok şarkı var ama ben birini hatırlatayım. Kadir Tapucu, “Komşunun İşi” adlı bol dıp-tıs’lı şarkısında yediği (ya da yemeyi düşündüğü) nanenin suçunu komşularına atıyor: “Kimseye bakmadım / Seni aldatmadım / Helâlim dururken / Harama bakmadım // Yanıma geldiler / Hadi öp dediler / Aklıma sen geldin / Tenimde tövbeler // Canımın içi / Komşunun işi / Kabahatim yok / Dedikodu dedikodu…”
Gelelim komşuları anlatan şarkılara… Örnekleri çok, içinden seçmekle yetineceğim. Zozan’ın “Komşu”su ile BaBa Zula’nın “Komşu”su bir hayli farklı… Biri “bölge”den esintiler getiriyor, diğeri “Gecekondu” mahallesinden. Yakın dönemde kurulmuş topluluklardan Dalganabak, “Komşular” adlı şarkılarında apartman içindeki ilişkiler üzerine yoğunlaşmış ama daha ziyade “sıkıntılı” komşuları anlatıyor: “Karşılaşınca görmezden gelip selam vermez / Lazım olunca kapımı çalmaktan da hiç çekinmez // Akşam olunca / Kavga gürültü / Bağırmalar başlar // Küfür kıyamet / Durma devam et / Cehaletten kan çıkar // Komşular / Ah şu komşular / Müziğin sesi birazcık açıldı diye mi / Polisleri getirdin?” Müzik – polis bahsini eksenine alan bir başka şarkı, Pit10’un Beta ve Tuhan’la desteklediği “Komşu”. Hadise, müzik açıldığında gerginlik yaratan tahammülsüz komşunun polisi çağırmasıyla vuku buluyor. Aynı tahammülsüz komşulara, MFÖ’nün erken dönem şarkılarından “Vak the Rock”ta da rastlıyoruz: “Komşular şikâyet etti / Ben hâlâ devam ettim” Kahramanımızın çaldığı gitara bıdı bıdı eden komşuların, meşhur olduktan sonraki tavırlarının bambaşka olduğu bilgisini de mevzunun sonuna iliştireyim.
“Gürültü” yaparken komşulardan sakınanlar da var: Nurhan Girgin, “Tenekeler Tıngırdamasın Komşular Duymasın” başlıklı plağında biraz ayıp şeylerden söz ediyor. Tek örnek değil ama ben meraklısına tüyoyu vereyim ve başka âlemlere zıplayayım; iz sürmek okura kalsın. “Ayıp şeyler” demişken, “Beynelmilel” filmiyle dikkatimizi çeken Dilber Ay şarkısı’nın mevzuyla alakalı bölümünün altını çizeyim: “Tavukları pişirmişem / Anamı da komşuya göndermişem…”
Âşık Ali Sultan’ın bir plağında rastladığımız “Dağlara Komşu Oldum”, komşuluk müesseseni bambaşka bir yere taşıyor. Buradan ülke ve deniz komşuluklarına değinebilir, bambaşka yere gidebilirim ama sınırımı bileyim, küçük ölçekte kalayım ama bunu yaparken bienalin başlığına denk düşen Muammer Ketencoğlu şarkısı “İyi Bir Komşu”yu ıskalamayayım.
Umut Fırat Yükselir’in “Nöbetçi Komşular”ı, Vega’nın “Komşu Işıklar”ı, Sagopa Kajmer’in “Ben Hüsrana Komşuyum” adlı şarkısı kavrama farklı bir boyut getiren örnekler. “Komşuda pişer bize de düşer” gibi kimi deyimlere şarkılarda rastlayamıyoruz ama çok sevdiğim bir Barış Manço şarkısı, benzer bir başka deyimden yola çıkılarak kurulmuş: “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür dersen / Kaz gelen yerden tavuğu esirgemezsen / Bu kafayla bir baltaya sap olamazsın ama / Gün gelir sapın ucuna olursun kazma!” Barış Manço, komşularını “Dut Ağacı”, “Sakız Hanım – Mahur Bey” gibi şarkılarında yâd eden vefalı isimlerden…
Kimi masal plaklarında da rastladığımız komşu kavramı, her dem şarkılarda kendine yer edinmiş. Bakmayın, ben aşk – meşk üzerinden ilerledi ama farklı bir bakış açısıyla bambaşka bir derleme yapılabilir. Giderayak Milliyet Gazetesi ve KAOB işbirliğiyle Nuran Şener tarafından hazırlanan Karagöz – Hacivat plağı “İyi Komşu”yu ve kadrosunda Şener Şen, Kayhan Yıldızoğlu gibi isimlerin yer aldığı “Nasreddin Hoca Masalları” plağının “Komşu Hatırı” başlıklı bölümünü hatırlatayım.
Yazının sonuna doğru, başlığa taşıdığım kalıbı bir şarkısına isim olarak seçen Reyhan Karaca’yı anayım ve kelamımı, yazının çıkış noktası olan bienale bağlayayım. İstanbul Modern’de sergilenen işlerden biri, Güney Afrikalı sanatçı Kemang We Lehulere’nin “Kuşların Konferansı” başlıklı “iş”i, on altı karatahtadan oluşuyor. Sayı tesadüf değil: Baskı dönemlerinde ülkesinde on beş kişiden fazla insanın bir araya gelemediği, gelenlerin tutuklandığı bilgisi üzerine kurulu. 12 Mart sonrasında Ankara’da beş kişinin yan yana gelmesi ve yürümesi yasaklanmış, bu yasak yurt sathına yayılmıştı. Komşuluk ilişkilerini yok eden, yazının başında altını çizdiğim uzaklığı örnekleyen durumlardan biri bu. Komşunun komşu külüne muhtaç olduğu zamanlarda birliği yok etmek üzerine kurulu bir sistem aslında bu. Her şey bir yana, asıl kurulması gereken cümle şu galiba: Otorite, komşuya karşı. Komşuluk, bütün dezavantajlarına rağmen birliğin başlangıç noktası çünkü.
İyi bir komşu her pazartesi T24'te İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor. Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlatıyor. Bienal başlayana dek her pazartesi sürpriz bir yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazıyor. 15. İstanbul Bienali İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek. |