Dünyada her ne üretirseniz üretin, sonunda bu ham madde engeline takılacaksınız ve bizim bu dünyadan başka bir dünyamız yok...
20-22 Haziran 2012'de Rio'da yapılan Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı'na dünyanın pek çok ülkesinin liderleri ile birlikte 45.000 kişi katıldı. Bu toplantı sonunda çıkan bildiri en temel anlamı ile son yirmi senede sürdürülebilir kalkınma alanında dünyada bir ilerleme sağlanmadığını kabul ederek geleceğe de ümitle bakmamıza katkıda bulunmayacak sinyaller veriyordu. Bunun çok basit ve temel bir sebebi var:
Sürdürülebilir kalkınma özünde bir tezattır. Yani sürdürülebilir biçimde kalkınma olamaz ve eğer kalkınıyorsak bunu devamlı olarak sürdürmemiz mümkün değildir.
Kalkınmanın ekonomi açısından anlamı kalkınan herkesin her geçen gün daha fazla mala sahip olması ya da en azından mala sahip olma gücüne sahip olmasıdır. Daha fazla mala sahip olabilmek için tek temel yol daha fazla üretmektir. Daha fazla üretebilmek için de ana ihtiyaçlar sermaye, ham madde ve iş gücüdür. Sermaye ve iş gücünün artışı ve limitsizliği çok tartışılabilir bir konu olmakla birlikte ham maddenin sınırlı olduğu kesindir. Yani bir araba fabrikası sonsuza kadar araba üretemez çünkü bir noktada dünyadaki madenler üretilen araba miktarına yetmeyecek hale gelecektir.
Dünyada her ne üretirseniz üretin, sonunda bu ham madde engeline takılacaksınız ve bizim bu dünyadan başka bir dünyamız yok. Büyük şirketler bizleri uzaydan ham madde bulacakları konusunda kandırmaya çalışabilirler ama ben bir bilimci olarak hesap kitap biliyorum. Uzaydan bir asteroid yakalayıp içindeki madenleri çıkartacak teknolojiye ulaşmamız bugün için çok zor. Unutmayın, bunu söyleyen Amerikalı şirketlerin ülkesi 1969 yılında aya gidebilmişken bugün yerden 400km yükseklikteki uluslararası uzay istasyonuna astronot gönderebilmek için Ruslar'a para veriyor. Çünkü artık böyle bir teknolojiye sahip değiller. Onun için, unutun bize uzaydan mucizevi bir yardım geleceğini. Hepimiz bu gezegene sıkışmış durumdayız ve bu gezegen bize ne veriyorsa onunla yaşamak zorundayız.
Diyelim dünyanın tamamı bir gece uyuyup ertesi sabah ABD kadar “kalkınmış” olarak uyansa hepimizin ihtiyaçlarının giderilmesi için bize bu dünya gibi beş dünyanın kaynakları gerekli olurdu. O zaman elimizdeki problem şu, sadece bir dünyamız olduğuna göre hem kalkınmaya devam edip hem de bunu sürdürülebilir kılmanın bir yolu var mıdır? Aslında var, ama bu cevap da pek işimize gelmiyor. Eğer bu gece 7 milyar kişi olarak uyusak ve yarın sabah bunun beşte biri, yani 1.4 milyar kişi olarak uyansak dünyanın kaynakları bize yarın için yeterli olurdu. Ama biraz daha “kalkınacak” olursak, o zaman kaynaklar 1.4 milyar kişiye değil sadece 1.2 milyar kişiye yetecekti. Sonuç olarak eğer kalkınmayı sürdürmek istiyorsak bunun tek yolu kalkındıkça nüfusu ciddi biçimde azaltmaktan geçer, hem de öyle böyle değil, 7 milyardan 1.4 milyara düşmemiz gerekir. Böylesi bir olay da söz konusu olamayacağı için dünya nüfusu arttıkça kişi başına düşen “şeylerin” miktarı da artamaz, aksine azalmak zorundadır, çünkü dünyadaki tüm “şeyleri” üretmek için kullanılacak ham madde miktarı sınırlıdır.
Günlük hayatımızı ilgilendiren en önemli ham maddelerin başına petrol geliyor. Bugünkü harcamamamızı hiç arttırmayacak olsak dünyadaki petrol bize iyimser gözle bakıldığında 90, kötümser gözle bakıldığında da sadece 40 yıl daha yetecek miktarda. Bu petrolü çıkartıp yakmanın iklime olan etkisini hesaba bile katmıyorum burada. Ya petrol bitince ne olacak? Tarlalarımızda yetiştirdiğimiz patates 50 kuruşa alıcı bulamadan çürürken yurt dışından 2 liraya patates getirmeye daha ne kadar devam edebileceğiz petrol olmadan? Bu sadece petrol. Bir de siz varın alüminyum, demir veya bakır rezervlerini düşünün. Hadi diyelim bakır kablo yerine her yere fiberoptik döşedik, ama aynı zamanda tarlalarımızı da bioyakıt üretmeye ayırdık. Bu durumda büyümekte olan nüfusumuz ne ile beslenecek? Şu andaki kalkınmaya dayalı hayat tarzımızı sürdürmemiz artık mümkün değil. Bunu ne kadar çabuk anlarsak sürdürülebilir kalkınmanın aslında temel aldığı kavrama daha acısız bir şekilde geçebiliriz. O kavram da sürdürülebilirliktir. Yani kaç kişi olursak olalım, dünya bizim yaşam biçimimize yeterli besin ve ham maddeyi üretebiliyorsa ve kendini de yenileyerek bunu üretmeye devam edebiliyorsa sürdürülebilir bir hayat yaşıyoruz demektir. Ancak bugün bile dünyanın kaynaklarını tüketmeye başladığımıza göre sürdürülebilir bir yaşamın temeli büyümeye dayalı düşünce yapımızı değiştirmekten geçiyor. Bunun da ilk adımı nüfus kontrolüdür.