Üniversite giriş sınavları yaklaşıyor. Herkesin kafasında hedef olarak belirlediği bir üniversite ve bu üniversiteyi belirlerken kullandığı kriterler mutlaka vardır. Son senelerde üniversiteler kendilerine öğrenci çekebilmek için uluslararası çeşitli üniversite sıralamalarını da kullanmaya başladılar. Sizlere bir akademisyenin gözünden bu sıralamalara neden itibar etmemeniz gerektiğini anlatmaya çalışacağım bugün.
Öncelikle, dünyada neredeyse tüm akademisyenlerin üzerinde birleşecekleri temel konu sizlerin işine yarayabilecek şekilde bir üniversite sıralaması yapılamayacağıdır. Herkesin üniversite seçimi yaparken önem verdiği faktörler farklıdır. Bu sebepten de bu sıralamalar sizler için fazla bir anlam ifade etmeyebilir. Akademisyenler kendi aralarında bir yarışmaya girişecek olsalar üniversite bütçesinden araştırmaya ayrılan pay gibi bazı kriterler önem kazanabilir, ancak üniversiteye girecek olan bir adayı ilgilendirmesi beklenen faktörler bunlardan çok farklı olmalıdır.
Üniversite sıralamaları arasında en prestijli olanı haftalık yayınlanan İngiliz dergisi Times Higher Education (THE – Times Yüksek Öğretim) dergisinin her sene yayınladığı sıralamadır. Bu sıralamayı biraz detaylı açıklamak sizlerin bu ve benzer sıralamalar kullanarak yapmayı düşündüğünüz seçimlere de yardımcı olabilir.
Bu sıralama sistemine göre üniversitenin aldığı toplam notun %30'u eğitim faaliyetlerinden, %30'u araştırma faaliyetlerinden, %30'u üniversitede görev yapan araştırmacıların yaptığı uluslararası yayınların tanınırlığından, %7,5'i üniversitenin uluslararası karakterinden, %2,5'i da endüstri gelirlerinden kaynaklanır.
Eğitim faaliyetlerinin belirlenmesi için öncelikle o üniversitenin bölgesindeki diğer üniversitelerde görev yapan akademisyenlerin görüşlerine başvurulur. Yani A üniversitenin ne kadar iyi eğitim yaptığı B,C,D... üniversitekerindeki akademisyenlere sorularak belirlenir. Bunun iki temel sakıncası vardır, öncelikle çoğu kişi “rakip” gördüğü üniversitelerin daha yüksek bir puan almasını istemeyeceğinden taraflı karar veriyor olabilir. Ama daha önemli problem “o üniversitenin bölgesindeki” kavramında yatıyor. Bizim üniversitelerimizi değerlendiren üniversiteler şu ülkeler arasından seçiliyor:
Ermenistan, Azerbaycan, Bahreyn, Kıbrıs, Gürcistan, Irak, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Umman, Filistin, Katar, S. Arabistan, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen.
Gördüğünüz gibi bu üniversiteler arasında bizden çok daha iyi bir üniversite sistemine, hatta bizimle eş değer bir üniversite sistemine sahip bir ülke bile bulmak zor bir konu. Bence eğer bir üniversitemizin kalitesini sorgulamak istesek ve bir komisyon oluştursak bu görevi yapmak için, bu komisyona Suriye ve Umman yerine Almanya ve ABD'den akademisyenler katmayı tercih ederdik. Ancak ne yazık ki eğitim skorunun yarısını bu ülkelerden alınan puanlar belirliyor. Bunun ne derece objektif ve bilgilendirici olabileceğini de sizin takdirinize bırakıyorum. Eğitim puanının diğer yarısını da ağırlık sırasıyla, akademisyen başına düşen doktora mezuniyet sayısı, akademisyen başına düşen öğrenci sayısı, doktora öğrencisi – lisans öğrencisi oranı ve akademisyenlerin maddi gelirleri belirliyor. Benim görüşüme göre iki akademisyen kendi aralarında hangi üniversitenin daha iyi olduğunu tartışırken akademisyenlerin mezun ettikleri doktora öğrencilerini bir kriter olarak kullanabilir, ancak bir kez daha, bunun üniversiteye yeni girecek bir öğrenciyi fazlaca ilgilendirmediği kanısındayım.
İkinci ana kriter üniversitelerin yaptığı araştırma üzerine. Buradaki puanın bu sefer yarısı değil %60'ı bölge ülkelerindeki akademisyenlerin görüşlerine dayanıyor. Bunun sakıncalarını zaten yukarıda belirttim. Diğer %40'ı yarı yarıya akademisyen başına düşen araştırma harcaması ve akademisyenlerin yaptığı yayın sayıları belirliyor.
Üçüncü ana kriter ise üniversiteden yapılan yayınlara verilen atıflar. Burada da gerek alan gerekse bölge bazında normalizasyon yapılıyor. Bu şu demek: Tıp alanında siz makale başına 40 atıf alıyorsanız, ama dünya ortalaması 60 ise siz dünya ortalamasının altında olduğunuz için her ne kadar atıf toplamında çok yüksek sayılara ulaşsanız da düşük bir skor alıyorsunuz. Bu da özellikle Tıp Fakültesi olan üniversitelerin bu sıralamada neredeyse hiç yer bulamaması sonucunu doğuruyor.
Son iki küçük kriterden ilki üniversitenin uluslararası kimliğini belirliyor. Burada da alınan skor yabancı öğretim üyesi oranına, yabancı öğrenci oranına ve yabancılarla yapılan ortak yayınların oranına dayanıyor.
Son kriter ise üniversitenin öğretim üyesi başına sanayiden aldığı destek miktarı.
Görüleceği gibi bu faktörlerin çoğu üniversite seçimi yapacak adaylara bilgi sağlamaktan çok akademisyenlerin böbürlenmelerine yardımcı olabilecek faktörler. Bu sıralamaya göre Türkiye'den dört üniversite ilk 400 üniversite arasında görülüyor: Bilkent (201-225 aralığı), İTÜ ve ODTÜ (276-300 aralığı) ve Boğaziçi (301-350 aralığı).
Bir de son bilgi, bu listeye girebilmek için bilgilerin çoğunu üniversitelerin kendileri sağlıyorlar. Üniversitelerin kendi beyanlarıyla çok yükseklerde olmaları çok mümkün. Mesela dünyadaki ilk 400 üniversite arasında öğretim üyesi başına düşen araştırma geliri kategorisinde İTÜ'den daha yüksek sadece 4 üniversite var. Değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.