Bundan birkaç yıl önce İMC TV'de Mercek Altı programına katılan Garo Paylan bir Ermeni çocuğu eve yara bere içinde geldiğinde annesinin aklına sokakta oynarken düşüp bir yerini incitmiş olma ihtimalinin gelmeyeceğini anlatmıştı. Herhangi bir anne ya da baba için de çocuğunun dizlerini yaralı ya da kaşının yarılmış olduğunu görmek elbette telaş edilecek bir durumdur. Lakin bir Ermeni ailesi için çocuğunda çizik görmek bir travmanın hatırlanmasıdır. Ve hiç de boş bir kuruntu değildir. Tarih hatırlatır. Tarih yaradır…
Aynı durum 'öteki', ikinci sınıf muamelesi gören her kesim için geçerli. Mesela bizim gibi ülkelerde bir kadın öyle kolay kolay başını alıp bir yerlere gidemez. Yani bir televizyon markasının bugünlerde popüler dizi olan Atiye'yi konu ederek çektiği reklam filminde olduğu gibi "Bu günlerde bir yerlerde her şeye arkasını dönüp kendi yolculuğuna çıkan bir kadın göremezsiniz". Bu ülkede kadınların neredeyse yüzde doksanı kendi hikâyesinin peşine düşemez. Hiç kimseye haber vermeden ortadan kaybolamaz. "İnzivaya çekileceğim" diye telefonu kapatıp sırlara karışmaz. Günlerce ortadan kaybolduktan sonra "Kafamı dinlemeye gittim, geldim" diyen kadınları pek göremezsiniz. Bu ülkede kadınlar kafalarını bile kalabalıkların içinde dinlerler. Çünkü genellikle kalabalık olanın kendileri için güvenli olduğuna inanırlar. Çünkü uzak bir yerlere gitseler başlarına 'bir şey' gelebileceği endişesi yaşarlar.
Çünkü bu ülkede kadınlar gece geç saatlerde evlerine giderken bile arkalarını kollarlar. Bu ülkede kadınlar taksiye bindiklerinde arkadaşlarına taksinin plaka numarasını atarlar. Çünkü bu ülkede hemen her gün bir ya da birkaç kadın kaçırılıyor, tecavüze uğruyor, şiddet görüyor ve öldürülüyor.
Biz bu ülkede bir kadın 'intihar mektubu' bıraktığında gerçekten kendini öldürmüş olabileceğine inanamayız. Çünkü "Bilmem kaçıncı kattan atladı" denilen kadınların atıldığına şahitlik ettik. Şule Çet bunlardan biriydi. Katilleri "Atladı" demişti, hatırlarsanız. Ceren Damar'ı öldüren öğrencisi, onca şahide rağmen "Aramızda ilişki var" diyebiliyor mesela.
Bu yüzden bir kadın ortadan kaybolduğunda bizim aklımıza bir serüven değil zorbalık, intihar değil cinayet gelir. Bu yüzden aileler ve arkadaşlar için dakikalar saat olur, saatler ay, yıl… Zaman geçmez. Tüm kapılar çalınır. Tüm seslere kulak verilir. Atiye'nin hikayesi Netflix'te arzı endam ededursun, televizyon firmaları onun üzerinden 'kadın özgürlüğü' reklamını yapadursun 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Gülistan Doku'dan 5 Ocak Pazar gününden beri haber alınamıyor. Gülistan 12 gündür kayıp.
Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü ikinci sınıf öğrencisi Gülistan Doku'dan haber alamayan ailesi tüm resmi makamlara başvurdu. Gülistan'ın erkek arkadaşı bir polis çocuğu. Hâl böyle olunca durum daha da endişe verici olmaya başlıyor değil mi? Çünkü bu gözlerimiz şiddet uygulayan pek çok erkeğin emniyetteki 'tanıdıklar' tarafından aklandığını ya da delillerin saklandığını da gördü.
Gülistan Doku'nun ablası Aygül Doku, olayın örtbas edilmesinden korkuyor. Çünkü Zaynal Abarok yani Gülistan'ın erkek arkadaşı, cumartesi akşamı Gülistan'ı darp ederek zorla araca bindiriyor. Pazar günü de yine en son Zaynal ile görüşüyor. Ve Gülistan kayboluyor. Kameralarda, Gülistan'ın ardından minibüse bindiği görülüyor. Ama nerede indiğine dair görüntü yok. Kentin her yanında kamera varken Gülistan buhar olup kayboluyor. "Mümkün" diyebilir misiniz? Sonra Gülistan'ın ismi yazılı reçete, notlar ve arkadaşından aldığı makas bulunuyor. "Atlamış" diyebilir misiz? Olamaz mı elbette olabilir. Lakin bu ülkede tüm bunların tam tersinin yaşandığına defalarca şahitlik ettik. Bu yüzden doğal olarak, travmalarımız peşimizi bırakmıyor.
Kendinizi Gülistan'ın ailesinin yerine koyun, çığlık çığlığa yardım isteyen annesinin, gözü yaşlı ablasının, babasının yerine koyun… "Nerede" diye sormaz mısınız? Sormayanlar olabilir, umursamayanlar olabilir. Biz sormaya, umursamaya devam edeceğiz.