Günlerdir Koronavirüs'ten nasıl korunacağımızı konuşuyoruz. Televizyonlarda bu konuşuluyor, gazeteler bunu yazıyor. Maske takmalı mıyız? Sirke mi içeceğiz, su mu? Ellerimizi kaç saniye yıkayacağız? Nasıl bulaşır? İlacı ne zaman bulunur? Yüzlerce soru var ve her vaka artışıyla soruların da sayısı artıyor. Her vaka ile biraz daha kaygılanıyor biraz daha içimize çekiliyor, sevdiklerimiz ve kendimiz için biraz daha endişeleniyoruz. Peki 170’in üzerinde ülkeyi kasıp kavuran, insanların kaygıya hatta paniğe kapılmasını sağlayan bu virüs nereden çıktı? Daha doğrusu neden hasta oluyoruz, bizi kim hasta ediyor?
"Eski Türk inancında Kutay yani Tanrı insanı ve diğer canlıları yarattıktan sonra "aralarında ne fark var" diye düşünür. Sonra yavrulu bir kadını alır bir vadiye bırakır. Yavrulu bir atı alır başka bir vadiye bırakır. Bir zaman sonra gidip bakar. Yavrulu at bıraktığı vadide huzurla otlanmaya devam ediyor. Yavrulu kadına gider bakar. Yavrulu kadın yediğini yemiş, yemediğini balya haline getirmiş, hızlıca diğer vadiye doğru gidiyor. Der ki; 'ben bu insan denilen canlıya bırakırsam elde hiçbir şey kalmayacak.' Bunun üzerine ona tohum verir. 'Sen ek ve ektiğini ye'der." Bu hikâyeyi geçtiğimiz günlerde Gazete Kadıköy için söyleşi yaptığım klinik psikolog Cafer Çataloluk anlatmıştı. "Bizi kim hasta ediyor?" sorusunun yanıtı da işte bu hikâyede. "İnsan doğası gereği yetinmez" demişti, sevgili Çataloluk. Evet, insan doğası gereği yetinmiyor daha beteri elinde güç olan ve denetlenmeyen insanlar hiç yetinmiyor.
Her şeyin parayla alınıp satıldığı, üretim araçlarını elinde bulunduranların en az maliyetle en fazla kârı elde etmek istedikleri bir sistemde huzurla otlanma ihtimaliniz pek yoktur. Liberal hukuk sistemleri her insanın yaşama, çalışma, sağlıklı olma hakkı olduğunu söyler ancak, bu "parası" olduğu sürece mümkündür. Örneğin ABD’de sağlık güvencesi çoğunlukla özel sağlık sigortası yoluyla sağlanıyor. Kamu güvencesi yalnızca yaşlılar ve düşük gelirliler ile engelliler için söz konusu. Dünyadaki genel durum ABD’den farklı değil. Kişi başına düşen doktor sayısından tutun da ulusal toplam sağlık harcamalarının GSMH’ye oranı içler acısı. Peki sonuç? Ekonomik kriz dönemlerinde her zaman ilk kısılan sağlık harcamaları nedeniyle bir virüs tüm dünyayı kasıp kavuruyor.
Koronavirüs, pek çok bilim insanının yıllardır söyleyegeldiği sağlık, iklim, doğa, gıda vb. alanlarında kapitalizmin hoyratlığının bir sonucu. Yani otlaklarda bizi kendi halimize bırakmadıkları için bunları yaşıyoruz.
Bizi ormanı yok eden, dereleri kurutan, havayı kirleten, suyu bitiren, gıdayı zehirleyen sistem hasta etti. Bizi her ülkenin "bekası" için ürettiği silahlar hasta etti. Çünkü onları yapmak için sağlık harcamalarımızdan çaldılar. Bizi petrol kuyuları için halkları birbirine düşürenler hasta etti. Bizi daha fazla kâr için daha fazla insanın ölümünde beis görmeyip savaşlar çıkaranlar hasta etti. Bizi yurdumuzdan sürenler hasta etti. Altın için, termik santral için derelerimizi kurutup, ormanlarımızı kesenler bizi hasta etti. Suyumuzu bitirdiler. Gıdamızı zehirlediler. Ağaçlarımızı kesip, hayvanları öldürdüler. Bizi doğaya saçtıkları kimyasallar hasta etti. Nükleer silah üretmek, insansız füze araçları yapmak yerine kirlettikleri bu dünyada insanları nasıl koruyacaklarına dair yatırım yapmayan açgözlü hırsları hasta etti. Bir virüs üç ayı aşkın bir süredir dünyayı bir hayalet gibi dolaşıyor. Üç aydır dünyayı hayalet gibi gezen virüse karşı ilaç üretilemedi. Çünkü böyle bir altyapı, böyle bir yatırım, böyle bir hazırlık yok. Çünkü tüm dünyada sağlık sistemi çöktü. Çünkü doğası gereği hiçbir şeyle yetinmeyen canlı olan insanın "lider", "patron" olanı gündelik hırslarının kurbanı oldu. Ama biyolojik silahlarımız, insansız hava araçlarımız var!
Şimdi bize "ellerinizi sabunla yıkayın" diyorlar. Oysa BBC Türkçe’nin haberine göre, UNICEF 3 milyar insanın evinde ellerini su ve sabunla yıkayabileceği lavabo olmadığını açıklamış. Şimdi "bize evden çıkmayın" diyorlar. Oysa dünyada 100 milyondan fazla evsiz var. Ve bütün bunlar olurken, bütün bunları söylerken fabrikalar çalışmaya devam ediyor, inşaatlar yükselmeye devam ediyor. Adliyelerde duruşmalar devam ediyor. Savaşlar devam ediyor. Mülteciler aç, sefil sınırlarda beklemeye devam ediyor. Bütün bunlar olurken faturalar gelmeye devam ediyor. Ellerimizi sıkça yıkamamızı istiyorlar ama faturaları göndermeyi ihmal etmiyorlar. Önlem almamızı istiyorlar ama daha fazla kâr için yüz binlerce insanın sağlıksız koşullarda çalışmaya devam etmesinde bir sakınca görmüyorlar. Ellerimizi ağzımıza, burnumuza değdirmeyelim, istiyorlar ama derelerimizden gözlerini hala alamıyorlar. 170’den fazla ülkede görülen ve can almaya devam eden bir virüs bile bunca devleti bir kriz masası oluşturup dayanışmaya, birlikte çalışmaya ikna edemiyor.
Koronavirüs belki iki ay belki dört ay sonra etkisini yitecek. Ama sistem insana, sağlığa, sağlıklı gıdaya, doğa ulaşmak için yeni arayışlara girip, yatırım yapmadığı sürece başka virüsler, başka hastalıklar bizi öldürmeye devam edecek.
Bizi siz hasta ettiniz, şimdi çaresini bulun…